Sevmezler, sevmeye çok uzak yerlerde otururlar; “Seni seviyoruz” demekle yetinirler.
Gittikleri bir sürü yer vardır; giderleri gelirlerinden çok daha fazladır. Yine de size gelmezler, sadece, “Size geliyoruz” demekle yetinirler.
“Hayırlısı” derler, derdinizi dinliyormuş gibi yapıp önünüze “hayırlısı” diye bir kelimeyi yuvarlayıverirler. İlk köşeyi sağdan döner dönmez sokak arasına doğru sıvışıverirler.
“Kahrolsun!” dedikleri şeylerin bir sloganla kahrolmayacağını gayet iyi bilirler, üstelik kahrolası şeylerin kahrolması için kendilerinin hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranırlar. Yani bir şey kahrolacaksa kendi kendine kahrolup kendi kendine yaşasın demek istediklerini kendilerinden bile saklarlar.
Selam verirler, öğüt verirler, hüküm verirler; çünkü bu verdiklerinde taş atıp kollarının yorulduğu görülmemiştir hiç. Emek vermek, kıymet vermek, fırsat vermek deyince ortalıkta görülmezler.
Uzaktaki mağdur yakındaki mazlumdan evladır onlar için. Mazlum ne kadar yakın olursa mesafeden mütevellit sorumluluk da o denli artar. Uzaktaki mağdur duyarlıklarını sınamak isteyenlere en iyi cevaptır. Uzaktakine dikkat kesilen yakındaki ile ilgilenmez.
Yakındaki aslında en uzak olandır, kolay kolay görülmez. “Sen bizdensin”, “Sen bizimsin” diyerek en yakındakileri feda edip harcamaktan çekinmezler.
Okuyana saygıları yoktur, zira okuyanlar okumayanların cehaletlerini ortaya çıkarırlar. Bu yüzden okuyan insanların hayatın sair yönlerindeki eksikliklerini bulup ortaya sürmek için fırsat kollarlar. “Değil mi sen ok atmaktan da anlamazsın?”, “Şimdi sen yüzmeyi de bilmiyorum dersin” gibi çıkışlarda bulunurlar.
O kadar seküler ve dünyevidirler ki başkalarının dünyalıklarını araştırmaktan kendi istifleyip yığınak yaptıkları dünyalıklarını göremez olurlar. İlk kurulduğu günkü “Komünizmle Mücadele Derneği”ne üye olmak isterler.
Yoksulları sevmezler. Çünkü yoksullar Allah’ın vermediği nimeti üzerlerinde göstermeye çaba harcamazlar.
Mülkün Allah’a ait olduğunu bilirler, ama öldükten sonra mülkü gerçek sahibine geriye vermek akıllarının ucundan bile geçmez.
Cenneti en çok dünyaya benzediği için severler. Hâlbuki bu benzerlik sadece yakıştırmadır.
Tasarruf “sarf etme, kullanma” anlamına geldiği halde parayı, eşyayı ve sahip olunan şeyi elinde tutma, biriktirme olarak algılarlar. Bilmezler ki elindekini doğru yere doğru biçimde sarf etmenin adıdır tasarruf.
Hayır ve hasenatın dışında çokça mal mülk biriktirmek dünyaya aşırı inanmak ve güvenmenin neticesidir. Oysa dünya bir yalanın sahne almış şeklidir. Bunu bile tiye alırlar.
Yapıp ettikleri ve yaşayıp yaşattıkları güldürmeyen mizahtır. Altında güldürü olmayan şeyleri ciddiyet hanesine yazıp mizahtan saymamayı alışkanlık haline getirmişlerdir.
Dostlukları bir kullanımlık ve mevsimliktir. Çevreleri genişledikçe dostlukları da yön değiştirir. Sadece insana karşı dostluk değil; kelimelere, doğaya, hakikate ve yaşadıkları coğrafyaya dostlukları da konjonktüre tabidir.
Şiiri sevmezler, çünkü vicdanlarını harekete geçirmeye, yüreklerini dinlemeye gelemezler. Davul tozu para etse meydandan ayrılmaz, minare gölgesi ihaleye sunulsa geceyi zor edip sabahın köründe yerlerini alırlar. Şiirde ölümsüzlük iksiri var diye bir şayia çıksa hazzetmedikleri şiiri mısra mısra satıp şiirden yağ çıkarırlar.
Kendilerine bir kerecik okumadıkları kitabı başkalarına okumak için yarış ederler.
Milli Gazete / Hüseyin Akın