Eğer gündem oluşturmak rutinleşiyorsa, bir noktadan sonra bir ilgi kopukluğunun yaşanmasına şaşırmamak gerekir. Resmî habercilik işte bu tarz gündemleriyle tecessüm ve tezâhür eder. Donuk, heyecansız ve çok defâ tek yanlı sunumlarla kamuoyları gündemlerden soğutulur, gündemsiz bırakılır. Bunun arkasındaki varsayım, gündemlerden bîhaber olan kamuoylarının çok kolay idâre edileceği varsayımıdır. Otoriter ve totaliter idârelerin yaptığı da budur. Hoş, günümüzde, ulaştığımız teknolojik gelişmişlik seviyesinde hiçbir odağın kolay kolay, resmî, tek yanlı olarak oluşturdukları gündemi tekelleştirebilecek güce sâhip olabileceğini söyleyemeyiz. Bunu yapabilmek içi, Kuzey Kore’de olduğu gibi bir memleket ve ulusu toptan dünyâdan tecrit etmek gerekir.
Gündemler ve Gerçekler
Nihâyet, konvansiyonel medyanın sosyal medya karşısındaki mağlûbiyeti geldi.(Eski tüfek medyacılar bunu hüzünlü buluyor). Burada zafer, bireysel-güncel yerleştirme (installings) ve kaldırmalar (uninstalling) üzerinden gündem oluşturanlara âittir.
Gündem demek, insanın ilgileri ve gerek zihnî gerek rûhî düzlemdeki yoğunlaşmaları ifâde eder. Daha sarih ifâde etmek gerekirse, gündem kavramını, bir öncelikler hiyerarşisine; daha somut olarak neyin öncelendiğine işâret eder.
Gündemler en başta şahsîdir. Bireyler kendi gündemlerini oluştururlar. Bu, bireylere dışarıdan dayatılmış ise gündemlerin boğucu, ezici tesirlerinden bahsedilebilir. Buna mukâbil, kendi gündemlerini oluşturmak, ona sâhip olmak kaabiliyeti bireysel gelişmişliğin ölçüsü sayılır.
Gündemler şâhsî olmanın hâricinde ve ondan çok daha mühim olarak kamusal bir mâhiyet taşır. Bu durumda, gündemler birileri tarafından diğerleri için oluşturuluyor demektir. Gündem meselesinde etken ve edilgen ilişkisini dikkate almak doğru olur. Çünkü bâzı durumlarda gündem kendiliğinden oluşur. Buna verilebilecek en yakın misâl, yaşadığımız deprem felâketidir. Bunun için bir tercih yapmak mevzubahis olmamıştır. Hâdisenin kendi ağırlığı, tartışılmaz bir sûrette onu gündemin ilk basamağına çıkarmıştır. Ama bir gündemin kendiliğinden oluşması nadirattandır. Çok defâ kazâlar, tabiî felâketler, savaşlar gibi olağandışı, sarsıcı gelişmelerin yaşanması gerekir. Bunun hâricinde gündemler oluşturulur. Hâsılı gündem oluşturmak hafif tertip bir mühendislik işidir. (Bâzıları bunun bir san’at olduğunu bile iddia ederler). Medyatik târih, kamusal gündem oluşturmanın târihidir. Mecmualar, gazeteler, radyo ve tv’leriyle medya, bu işin mühendisliğinin yapıldığı odak noktasıdır. Manşet atmak, haber akışında öne çekmek gündem oluşturmaktır.
Gündemlerin çeşitlenmesi, farklı mühendislikler üzerinden farklı gündemlerin oluşturulmasının, çoğulcu demokratikleşmenin ana işâretlerinden birisi olarak değerlendirilir. Açıklığa adanmış medyatik çoğulculuk, bilhassa Soğuk Savaş sonrası dünyânın başat iddialarından birisiydi. (Elyevm öyledir). Bu sûretle hiçbir gerçek karartılamayacak, saklanamayacak; gündemdeki hakikî yerini ve ağırlığını bulacaktı. 1990’larda baskın medya dilinin görsellikle bitişmesi bu açıklık tutkusuna daha da bir derinlik katıyordu.
İlk başlarda bunun doyum tokum tadı çıkarıldı. Prime time’da başlayıp sabahlara kadar devam eden ve her cenahın temsilcilerini bir araya getiren ve tarih, toplum ve siyâset üzerinden en yakası açılmadık konuları tartıştıran Siyâset Meydanı programını seyreden insanlar, eğer sabredebilir ve tâkatleri elverirse, başka bir kanalda Kırmızı Koltuk programında dikkâte değer bir kamusal figürün çapraz sorularla sıkıştırıldığı başka bir programı seyredebilirlerdi. Sayıları her geçene gün artan kanallar tartışma programından geçilmezdi.
Gelin görün ki, 2000’lerden başlayarak bu tarz programlar sönümlenmeye başladı. Nitelikli, derinlikli insanlar medyada görünmez oldular. Tartışma programları, sokak seviyesinin üzerine çıkamayan, bağıran çağıran, masa yumruklayan, birbirinin üzerine yürüyen medya külhanbeylerine kaldı. Haber programları Reha Muhtar metamorfozu geçirdi. Magazin ile haber arasındaki ayırım ortadan kalktı.
Bunu, izlenme oranlarını esas alan medya ekonomisinin gerekleri üzerinden anlatabiliriz. Bâzı çevreler, bunu devletten sonra sermâyenin medyayı kolonize etmesine yorar. Bunlar doğru, lâkin tatminkâr değildir. Bunları dinleyip; hattâ hak vererek, çoğulluk ve sâhicilik üzerinden tutarlı, fikri tâkip değeri taşıyan, bu meyanda başka gündem başlıklarını boğmayan bir gündem oluştumak mümkün müdür?Manzara pek de iç açıcı olmasa gerekir. Çoğulluk, çokluk arasında, sâhicilik ise teferruatlar içinde kaybolmayı -meselâ hâdiseden çok onun sarsıcı görüntüleriyle ilgilenmek- doğurdu. İlkinin eylemi sıkıcı zappingler, ikincisininki ise duygu (emotion) kaybına yol açan duygulanımcılık (sensational/sensual) oldu.
Nihâyet, konvansiyonel medyanın sosyal medya karşısındaki mağlûbiyeti geldi.(Eski tüfek medyacılar bunu hüzünlü buluyor). Burada zafer, bireysel-güncel yerleştirme (installings) ve kaldırmalar (uninstalling) üzerinden gündem oluşturanlara âittir. Kamusal gündemlerin bireylere kazandırılması değil- tam tersine sönümleniyor- bireylerin gündemlerin kendi kamusallıklarını oluşturması ve genişletme “cesâretini” kazanmasıdır. (Takipçi sayısı, like alma, ilh..). (Bu anlattıklarmız küpün içinde olup bitenlerle alâkalı..Dışarıda bunları kuşatan başka alanlar olduğunu biliyorum. Bu başka bir yazının konusu ).
Bu meyânda konvansiyonel medyanın giderek daha fazla sosyal medyaya dönüştüğünü de şâhit oluyoruz. Tam da bu aşamada, yırtık kıkırdamalarla karşılanan ve gündemsizliği müjdeleyen(!) posttruht ilânını çok görmemek gerekiyor. Başka ne olacaktı ki?
Süleyman Seyfi Öğün/Yeni Şafak