GÖNÜL COĞRAFYAMIZ PARÇALANINCA FİZİKSEL COĞRAFYAMIZDA PARÇALANIYOR.

İslam dünyası, İslam coğrafyası, Müslüman Ümmet her alanda parçalanmaya, bölünmeye, çökmeye devam ediyor. Bu durum; vicdanı, imanı, ahiret, hesaba çekilme duygusu olan herkesi rahatsız etmeli ve bu durumdan kurtulmak için kafasını elleri arasına alarak derin derin düşünmeye sevk etmelidir.
Müslüman Ümmet’ in son siyasi merkezi Osmanlı İmparatorluğu’nun Fransız İhtilali ile birlikte gelişen milliyetçilik cereyanından etkilenmeye başlaması, fiziki olarak ta dağılmanın başlangıcını oluşturdu. Bu dağılma sürecinde başı gayr-i Müslim tebaanın çekmesi anlaşılır bir durum sayılabilirdi ama Arnavutluk’ un Payitahttan kopması asıl travmayı oluşturdu. Arnavutluk’ un ayrılması, “Osmanlı çöküşten nasıl kurtulur” tartışmasında İslamcı görüşün Batıcı, Ulusçu cereyanlar karşısında zayıflamasına sebep oldu. Aslında küçük- büyük her mesele üzerinde “neden oldu” diye düşünmek durumundayız. Sebepler üzerinde düşünmeden sonuçlara sevinmenin ya da nedamet duymanın bir anlamı ve değeri yoktur. Türkler/ Osmanlı Balkanlarda 560 yıl nasıl kaldı? Bunu sağlayan fikri, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, bölgesel, konjonktürel… vs sebepler nelerdi ve bu süreyi neden uzatamadık ya da neden kalıcı olamadık? Gayr-i müslim ve Müslim tebaayı bir arada tutan, birlikte Balkanlarda Osmanlı İslam Medeniyeti’ nin oluşumuna katkı yapan bu güç nasıl oluştu? En az 300 yıl mutlu ve müreffeh yaşayan topluluklar nasıl birbirine kurşun sıkar hale geldiler/ getirildiler? Emeviler kendi içinden muhalefetlerini nasıl oluşturdular? Abbasiler hangi amaçlar üzerinden muhalefeti kendi etrafında toplayabildi? Emevilerden kalan bakiyeler neden kendilerine İspanya’ da yurt aramaya koyuldular? Abbasilerin, Emevi muhalefeti üzerinden kurdukları ortaklıklar niçin bozuldu, Abbasi toprakları üzerinde onlarca devlet ve beylik neden oluştu? Büyük Selçuklu Devleti hangi şartları değerlendirerek öne çıktı ve yönetimi ele geçirdi? Asya’ dan, bozkırdan sökün edip gelen topluluklar Anadolu’ yu nasıl yurt tuttu? Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ulus- Devlet’ e hangi saikler üzerinden geçiş yaptık? Bunlar üzerinde düşünmek gerekiyor. Bunlar üzerinde düşünmeden, bu yaşananları anlamadan bin küsur yıldır Müslüman olan Kürtlerin geç milliyetçiliğe uyanmalarını anlamakta zorlaşacaktır.
Birlikte yaşamanın kendine özgü maddi ve manevi temelleri, amaçları, sebepleri, şartları vardır. Bunlar ne kadar zamana dayanırsa, birlikte yaşamanın çimentosu olmaya devam ederse birliktelikte o kadar uzun olur. Bu amaç, sebep ve şartlardan biri veya bir kaçı işlevini yitirdiği zaman birliktelik te çatırdamaya başlayacaktır. Akıllı insana düşen birlikteliği zayıflatan sebepleri tespit ederek çözüm üretmek olmalıdır.
İnsanların maddi birlikteliklerinin temellerini manevi değerler oluşturur. Ortak ülküleri olmayanlar bu günü ve geleceği inşa edemezler. Aile değerine, ailenin varoluşsal gereklilik olduğuna inanmazsanız, evlilik kurumunu inşa edemezsiniz. Millet olmak, devlet kurmakta böyledir. Peygamberimizin, Vahyin rehberliğinde hazırladığı Medine Vesikası, Medine İslam Devleti’nin, İslam’ dan mülhem İlâ-yı Kelimetullah Davası, Nizam-ı Âlem Ülküsü, Osmanlı Millet Sistemi, Osmanlı İslam Devleti’nin kurulmasına zemin teşkil etmiştir. Bu tecrübeler, gelecek nesillere kendi çağlarına uygun teklifler ve çözümler oluşturmada misal teşkil edebilir. 21.yüzyılın Müslümanları olarak, bu örnekler üzerinden, kendi çağımızın imkânları içerisinde Müslüman Ümmet’ in birliğini sağlamak için fikir teatisinde bulunmalı, sorumluluklar almalıyız.
Birlikteliğin manevi değerine, varoluşsallığına inandıktan sonra sıra fiiliyata geliyor ve bunun ilk hamlesi niyet ve akittir. Amellerimizi niyetlerimiz, hedeflerimiz belirler ve bunlara inandıktan sonra karşılıklı ahitleşiriz.  Varlık âlemine çıkışımızda bile bir teklif, o teklife verdiğimiz olumlu cevap ve karşılıklı yapılan ahitleşme vardır. İnsan tür olarak, Hilafet görevi için Allah’ la sözleşmiştir. Mümin, Allah’ın verdiği irade imkânı üzerinden Allah’ ın iman teklifine evet demiştir. Müslüman, hayatı İslam üzere yaşayacağını, hayatta İslam üzere varlık göstereceğini ilan eden adamdır. Bu Müslüman şahsiyet olma hali, insan kardeşleriyle fıtrat, müminlerle, İslam kardeşliği, Müslüman toplumla Ümmet birlikteliği üzerinden var olur.
Birlikteliğe karar veren iki taraf, başlangıçtaki amaçlarına, akitlerine, sözlerine karşı dürüst olmak zorundalar. İnsan için
belaların sökün etmesinin en büyük sebebi “ahdine vefa göstermemesidir. Bu her alandaki; Rabbiyle, nefsiyle, ailesiyle, ümmetiyle, devletiyle ilişkilerinde böyledir. Ahde vefa gösterildikten, iyilik istendikten sonra çözülemeyecek hiçbir mesele yoktur. Hayatın değişen ihtiyaçları, gereksinimleri bir arada yaşama ülküsü var oldukça bir şekilde halledilebilir şeylerdir.
İslam, Müslümanların aralarındaki meseleleri Allah’ a, Resulü’ ne ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürerek çözmelerini emrediyor. Bu günkü en büyük meselemiz bu hayati öğüde kulak asmamamızdır. Hidayeti, doğruyu Allah’ ta, onun dininde aramıyoruz. Meselelerimizi “içimizden adalet sahibi” kişilere danışarak çözmeye çalışmıyoruz. Bilakis; her ikimize de düşman, ikimizin de kötülüğünü isteyen kişilere çözdürmeye çalışıyoruz. Asıl mesele budur. Bu ana ilkede anlaşamayanlar, hiçbir meseleyi halledemezler. Küfür üzerinden kâfirlerin çözdüklerini zannettikleri ise, daha büyük zulümlere, düşmanlıklara kapı aralayacaktır. Tarih ve yaşadıklarımız bunun şahidi değil midir?
Tevhid dini İslam varlıkta, insan nefsinde, toplumda birlikten/ bütünlükten yanadır. Sufilerin tabiriyle kesrette vahdeti istemektedir. Her varlık kendi zatında biriciktir. İslam bu biricikliğe saygı duyar ve korunmasını ister. Sünnetullah böyledir. Her varlık bir “hükmü şahsiyettir.” Her şahsiyet saygı ister. Hayatta her şeyin başı saygıdır. Her varlığı sevmek zorunda değiliz ama ona saygı duymak zorundayız. Varlığa saygı, o varlığın varoluştaki yerini kabul etmektir. Herkes yerini bildiği ve diğerleri de bunu kabul ettiği müddetçe hayata doğru yerden başlamışız demektir. Bitkiler, hayvanlar, insan, cemadat her bir türün ve varlığın kendi hükmü şahsiyeti vardır. Bu düzene saygı gösterdiğimiz zaman sorunları başlamadan, yerinde kontrol altına almış oluruz. Bu nedenle, öncelikle, bu düzene, bu düzeni kurana saygıda kusur etmememiz gerekiyor.
İnsanın en büyük zulmü Varlığın Yaratıcısına saygı göstermemesidir. Bu zulüm, bu günah diğer zulümlerin ve günahların sebebidir. Çünkü mevcudatı halk eden ona hükmetme hakkına da sahiptir. Her yaratılan bir amaç üzerine yaratılmıştır. Varlık- amaç çelişkisi yeryüzündeki ifsadın başlangıcıdır. O zaman şu soruya cevap vererek konuşmaya, eylemeye başlamalıyız: Kim yarattı, yaratılana kim hükmedecektir? Gönüllerimiz bu soruya verilen doğru cevapla itminan bulmadan, nefsimizdeki ve dışımızdaki yangın sönmeyecek, adalet zulme, rahmet gazaba galebe çalamayacaktır. Gönüllerimize hükmeden Allah olmadan, gönül evimizi Müslüman kardeşlerimize açabilir miyiz, gönül evinde kardeşlerine yer veremeyenler emanetçisi oldukları mekânları/ yurtları kardeşleriyle paylaşabilirler mi?
Allah, Âdemoğluna yeryüzünü vatan kılmıştır. Yeryüzü, Allah’ ın insana emanetidir. Bu emanete ihanet etmemek, ona, sahibinin istediği şekilde muamele etmekle gerçekleşir. Yeryüzü toprağı İslam’ a yurt olmakla şeref bulur. Şeref, izzet toprakta aranmaz. Toprağa izzet ve şerefi İslam, bu toprakta İslam’ın hükümlerine göre yaşayan Müslüman katar.Ecdadımız buna Dar’ ül- İslam demiştir. Müslümanın eğer olacaksa “kutsal vatan” ı burasıdır. Dar’ül İslam olan her yeryüzü parçası, Müslüman’ın vatanıdır. Bu vatanda birlikteliğin temelinde fıtrat, ahlak, iman, hukuk, adalet vardır. Buradan mümin şahsiyet, İman/İslam kardeşliği, insanlığa örnek ve şahit Müslüman Ümmet birlikteliği çıkar. Mümin insan, Müslüman Ümmet bütün meselelerini bu değer, amaç ve imkânlar üzerinden çözüme kavuşturmaya çalışır. Yirmi üç yılda hitama eren İslam Vahyi, bu vahyin şekillendirdiği Nebevi Sünnet meselelerimizin nasıl çözüldüğünün usulünü ve misallerini gösterir, Efendimiz Peygamberimiz, Mekke’ de Müslüman Cemaatin, Medine’ de Müslüman Ümmet’ in işlerini nasıl hal yoluna konacağını öğretir bizlere, meselelerini Rahman’ın rızasına uygun halletmek isteyenlere. Peygamber(s.a.v)’ in kurduğu Medine bütün Âdemoğluna açıktır, yeter ki arzda fesat çıkarmasın. İslam birlik dinidir. Rahmet birliktedir. Şirk parçalar. Ayrılık, azaptır, ateştir. Şeytan ve dostları ateşe çağırırlar. İslam dünyasındaki yakılan ateşe baktığımızda ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Mümin Allah’ın arzına çit çeken adam değildir. Çitleri yıkan adamdır. Çit çekmek şeytani bir ameldir. Yeryüzüne çekilen her çit bir zulümdür, ifsattır, her çekilen çitle yeni bir zulüm hapishanesi inşa edilmeye çalışılmaktadır. İnsan, “çit ağalarına” hizmet etmek için yaratılmadı. Günümüzün seküler ulus devletleri, kavmiyetçi, mezhepçi örgütleri bu zulüm hapishanelerinin cisimleşmiş halidir. Dün İmparatorlukları tasfiye edip ulus- devletleri teşvik edenler, bu gün de kullanım süreleri dolan bu yapıları re organize olmaya zorluyorlar, buna ikna olmazlarsa parçalara ayırmak istiyorlar. Bu gün kendi geleceklerini Ulusçuluk, Seküler ulus- devlette aramaya çalışanlar, neyin peşinde oldukları üzerinde yeniden düşünmek zorundalar. Aynı zamanda ulus devletleri kutsayanlarda neyi kutsadıkları üzerinde düşünsünler. Ulusçuluk, ulus-devlet dün insanlığın hangi kesimine sadra şifa oldu da bu gün olacak. Bu gün, çitleri yıkıp; küçük olsun benim/ aşiretimin/ kavmimin/ mezhebimin değil, büyük olsun, hepimizin/ Müslüman kardeşlerimin/Milletimin/ Ümmetimin olsun diyen bir sese, bir çıkışa, bir projeye ihtiyacımız var. Ümmetin maddi ve manevi imkânlarını, coğrafyasını Ümmet lehine İslam, kardeşlik, adalet temelinde re organize edecek bir liderliğe ihtiyacımız var.

İşlerini Müslümanca hal yoluna koymak isteyenleri dalalette bırakmaz, Hadi Olan Rabbimiz(c.c). Yeter ki biz çözümü onun katında arayalım.Bunun için öncelikle Rabbimize, İslam’ a yer açalım gönüllerimizde. İnsanın gönül evinin sahibi kimse, insanın aklına, ruhuna, amellerine de o hükmeder. Açık yüreklilikle soralım: Gönül evimizin Sultanı/Hâkimi kim? Gönül evinin sahibi olan dünya evinin de sahibidir. Bir gönülde iki sahip olmaz. İki sahipli gönül şirkle maluldür. Gönül dünyası şirkle malül olanların, imtihan dünyası da şirk, küfür, zulüm hastalıklarına duçar olur. Bu günkü sosyal, siyasal, ekonomik sorunlarımızın kaynağında bu fıtri, imani bozukluk ve kararsızlık yatmaktadır. Hayata, dünyaya, olaylara, yaşananlara İslami hidayet, Müslümanca maslahat üzerinden bakmıyoruz. Herkes meselelere kendi egosu, ailesi, örgütü, aşireti, kavmi, mezhebi, ulus devleti üzerinden bakmaktadır. Bu bencillik bizleri nefsimizin, şeytanın ayartmalarına açık hale getiriyor, bu sebeple sorunlarımızı çağımızın en büyük şirki Sekülerizm, Sekülerizmin merkezi Batı üzerinden konuşuyor ve hal yoluna koymaya çalışıyoruz. Kâfirlere sığınarak, küfrün kavram ve kurumlarıyla bir gelecek inşa edilemez. Bu imansızlığa, bu şahsiyetsizliğe bir son vermek zorundayız. Hükmü şahsiyetimizi kazanmadan, kendi kavram ve kurumlarımıza hayatiyet kazandırmadan bu parçalanma durdurulamayacak, zillet devam edecektir. Şahsiyetsizlerin hükmü şahsiyetleri olmaz, hükmü şahsiyetleri olmayanlara kimse saygı göstermez. Onlar varlık âleminde bir nesnedir,bir aparattır. Kullanılırlar ve atılırlar.