“Gazze’yi Unutmayın!” Çağrısını Duyduğumuzda “Nasıl Unutabiliriz ki!” Diyerek Ayağa Kalkmalıyız.

Gazze için bir şey yapamıyor olmanın aczinden daha kötü bir şey varsa, o herhalde Gazze’yi hatırında bile tutamamak olmalı! “Gazze’yi Unutmayın!” çağrısını her duyduğumuzda utanmalı, yerin dibine girmeliyiz. Hiç değilse içimizden canhıraş bir itiraz yükselmeli ve “Nasıl unutabiliriz ki!” diyerek ayağa kalkmalıyız. Olmuyor sanki böyle... Olsaydı, bu kadar hatırlatma herhalde gerekmezdi.

Gazze’yi Unutmayın!

 

“Gazze’yi Unutmayın!” ifadesi Filistin’e destek olmak adına yürütülen faaliyetlerin ortak mottosu oldu. Gazze’yi unutmayın! Biraz durup düşününce, çok can acıtıcı bir ifade olduğunu farkediyor insan bunun. Demek Gazze’yi unutmak diye bir şey mümkün bizim hayatımızda. Bunu bu kadar sık hatırlatmak gerektiğine göre, her şey kendi haline, akışına kaldığında Gazze’yi unutabiliyoruz. Nasıl? Bu soruyu soracağım ama zihnimde uyanabilecek cevaplardan korkuyorum. Yine de sormak lazım: Gazze’yi nasıl oluyor da unutabiliyoruz? Kendimizi nasıl başka şeylerle oyalanmaya bırakabiliyoruz? Gözlerimizi nasıl kapatabiliyoruz Gazze’ye, kulaklarımızı nasıl tıkayabiliyoruz? Zihnimize içinde Gazze olmayan alanları, köşeleri nasıl açabiliyoruz? Hadi nasıl uyuyabiliyoruz, nasıl hiçbir şey olmamış gibi yiyip içebiliyoruz diye sormayayım, buna mecalimiz yok; ama gerçekten nasıl saatler boyunca Gazze’yi aklımıza dahi getirmiyoruz, getirmeyebiliyoruz?

Gazze’yi unutan bir zihnin, daha ötesi Gazze’yi unutan bir kalbin, hatırladığı esaslı başka bir şey kalmış mıdır gerçekten? İnsan, kendini insan kılan en temel şeyi unutarak yaşamaya, insan kalmaya nasıl devam edebilir?

Parçalanmış küçük bedenlere bakamıyorum artık, evet! Çünkü böylesine bir savunmasızlığa bakmak, bakmak, sadece bakmak, işlenebilecek en ağır insanlık suçuymuş gibi geliyor. En az böyle bir acıya, böyle bir zulme gözlerini kapatmanın en büyük cürüm gelmesi gibi… Ne yaman çelişki! Ne yapacağımızı bilemiyoruz artık, izlesen bu seni aciz bir seyirci yapıyor, izlemesen gözlerini başka yere çevirmenin insanca bir izahı yok!

Gazze’deki insanlar bu ağır zulmün mazlumları… Bu onları masum ve haklı kılıyor. Haklı olmanın gerektirdiği her türlü bedeli ödüyor, ayakta kalıyorlar. Peki bizler, nasıl tarif edeceğiz içinde bulunduğumuz durumu, ne isim vereceğiz kendimize? Haklılardan olmayı nasıl başaracağız biz? Dosdoğru yolu nereden bulup bu izahsız konumumuzdan oraya doğru yöneleceğiz? Kendimize nereden bir izah bulacağız? Yeniden aynalara bakabilmek için yüzümüzü nasıl ağartacağız?

Hem de Gazze’yi unutmak gibi bir acı ihtimal kuvvetle muhtemelken ve bu kadar ortadayken!

Gazze için bir şey yapamıyor olmanın aczinden daha kötü bir şey varsa, o herhalde Gazze’yi hatırında bile tutamamak olmalı! “Gazze’yi Unutmayın!” çağrısını her duyduğumuzda utanmalı, yerin dibine girmeliyiz. Hiç değilse içimizden canhıraş bir itiraz yükselmeli ve “Nasıl unutabiliriz ki!” diyerek ayağa kalkmalıyız. Olmuyor sanki böyle… Olsaydı, bu kadar hatırlatma herhalde gerekmezdi.

Yapabildiğimiz şey, Gazze’yi hatırda ve canlı tutmaktan ibaret zaten. Bir de dua etmek… Bunları asla küçümsemiyorum. Dua belki de yeryüzünü ayakta tutan şey!

Hele şu mübarek vakitlerde… Çünkü her türlü had aşıldı, bütün mazeretler, bahaneler tükendi. Şu an sura üflense, dağlar yürüse, her şey birbirine girse, söyleyecek bir şeyimiz yok kendimizi savunmak için, acziyetimizden başka!

Belki budur insan olduğumuzun tek güçlü delili sadece…

Kendimiz için dua edebilmemiz bile Gazze’yi her daim içimizde canlı tutmamıza bağlı… Aksi sadece Gazze’yi değil, kendini de unutmasıdır insanın. Böyle bir maluliyetle, böyle kör bir insanlıkla, böyle gafil bir hafızayla yaşayamayız.

Gazze’yi unutmayın demek, kendinizi unutmayın demek, insanlığınızı kaybetmeyin demek aslında! Kendimizi böyle bir unutkanlığa teslim edersek, bunun bedelini ödeyemeyiz hiçbirimiz.

Yeni Şafak / Gökhan Özcan