Enkazlanan İnsan

تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوحٖيهَٓا اِلَيْكَۚ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاؕۛ فَاصْبِرْؕۛ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقٖينَ

﴿٤٩﴾

Öyleyse, sen de artık [Nûh gibi] sabırlı ol. Çünkü, unutma ki, gelecek, mutlaka, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olanlardan yana olacaktır!

(Hud,49)

Enkazların arasından evladının parçalanmış cesedini bir poşete doldurup hala burada olduğunu ve mücadelesine devam edeceğini söyleyen bir babanın sabrı ve sorumluluk bilinci kıyas kabul eder mi? Sahip olduğu ne varsa bir anda tuzla buz olmuş bir halde hala ayakta durabilmeyi nasıl izah edebiliriz. Hangi psikoloji kaldırır bu babanın yaşadıklarını. İçinde tüm geçmişinin izlerini taşıdığı şehir, irili ufaklı sokaklarına kadar yerle bir edilecek, tüm tanıdık, akraba ve dostlarını ve dahası hayat arkadaşını, gözün gibi sakındığı evlatlarını…enkazlanmış şehrin ortasında, elinde parça parça toplayabildiği evladının ceset torbasıyla, aldığı nefesten başka geriye hiçbirşeyinin kalmadığı bu hal içindeki adamın yaşadıklarını hangimiz kaldırabiliriz?

Yaşamadan anlayamayacağımız şeyler üzerinde düşünmek abestir. Sabır,  sadece kendi dünyanın dinamikleriyle tanımlanamaz, anlaşılamaz. Sabrın boyutları ve derinlikleri bildiklerimizin de ötesindedir. Kendi sabrımızın ve mütakki olmaklığımızın sıhhatını yukarıda tasvirlediğim babanınkiyle sağlamaya kalksak mesela.

“Biz kaybettik” dedi bir ağabeyim, “ ya Rabbi, elimizden bir şey gelmedi, bari onların yaşadıklarını bize de yaşat ki günahımızın kefareti olsun,  diyemediğimiz için kaybettik.”

Böyle bir duayı edebilir miyiz sahiden.

Ve sabret, sonuna kadar dayan: çünkü Allah iyilik yapanların hak ettiği karşılığı hiçbir şekilde zayi etmez!  (Hud,115)

Böyle olmasını arzu etmesek de sabrın derinliğini ve müttaki olmanın engin boyutlarını kafamıza çakıla çakıla öğreniyoruz. Kendi dünyamızda başımıza gelenler hangi boyutta ve şiddette olursa olsun  sonuna kadar sabırla dayanmanın, mücadele etmenin asla zayi olmayacağının vadi neden bizi bu umutsuzluklara mukavemetli kılmaz?

Kılmıyor çünkü artık gittikçe artan bir konforla hayatımız şekilleniyor. Hepimiz bu konforun atmosferinde yaşıyoruz. Konfordan tiksinti duysak da içinde yaşıyoruz, biz de illaki bulaşıyoruz.  Bu hal içinde inandığımız değerlerin kodları da yeniden yazılmaya başlıyor. Sabrın ve müttaki olmanın tanımını konfor dünyamızın dinamiklerine göre yeniden tanımlıyoruz. İçtihadımızın boyutları konfor dünyamızı bozmayacak ölçüde olması ne de hoş görünüyor değil mi? Rahatımız bozulmadan sabrın ve müttaki olmaklığın Allah katında makbul olduğuna inancımız tam ve artık garantilediğimiz cennetimiz tastamam.

Böylesi bir dünya içinde zaman zaman başka dünyalardan gelen havadisler nasıl bir yalanın içinde yaşadığımızın ilamı oluyor.

Bazen eşlerimizin hallerinden, evladımızın türlü sorunlarından, annemiz ve babamızın anlamsız tavırlarından, dostlarımızın davranışlarından ve çevremizden şikayet ederken tüm bunlara gösterdiğimiz sabır ve sorumluluk bilinci ne kadar? En azından Nuh Peygamber kadar bir mücadele içinde olabildik mi? Yahut tüm bunlardan maruz kaldığımız sıkıntı yukarıda tavsirlediğim babanın haline denk düşüyor mu?

Yoksa, senin Rabbin, halkı birbirlerine karşı dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu sırf çarpık inançları yüzünden asla helak etmez. (Hud,119)

Her şey, kendine verilmiş zamanın yolcusudur. Herkese verilen mühlet bana da verilmiştir. Bana da mühlet verildiyse kendimi onlardan ayrı tanımlamam onlarla arama bir duvar örmem demek olur. Duvarlar sesi yalıtır, anlamı yalıtır, anlayışı yalıtır. Fücur olmadığı müddetçe ve dürüstük üzerinde zeminlendikçe bize verilen bu zamanda üzerimize düşen sorumluluk bilincimizi pekiştirmekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktur. Neyi ne ölçüde yaşıyorsak duruşumuz da o ölçüde olgunlaşmalı. Sahip olduklarımızı tekrar gözden geçirirken aynı zamanda sabrımızı ve bize düşen sorumluluklarımızın, sahip olduklarımızın da ötesine uzandığını o elinde evladının ceset torbasını tutarak haykıran baba hatırlatıyor. O baba bize sesleniyor. Her ne kadar  ayakta durmaya çalışsa da onu hayatta tutacak olan  onun omuzuna düşen bir elin özlemini çekiyor. Onun omuzuna ve hepimizin omuzuna.

Ya Rabbi! Senden bilmediğim şey’i istemekten sana sığınırız, sen bize mağrifetini reva, rahmetini atâ kılmazsan, biz husrâna düşenlerden oluruz.[1]

Ey İlahi! Anlam dünyamızı genişlet, tanımlarımızı asli hüviyetine kavuşturacak bir susuzluk ihsan et bize. İnanageldiğimiz sabırla dikilmiyor söküğümüz. Yaramız kabuk bağlamıyor ya Rabbi , bizi hakiki anlamda müttaki olmakla müşerref kıl.

Allah’ım, elimizden gelmiyorsa elimizden gelecek bir fırsat, olmuyorsa onların yaşadıklarını bize de yaşat. Kafamız bulanık ya rabbi, hayrın nerde ve nasıl olduğunu bilmiyoruz. Dualarımıza bu anlamda bir başat ihsan eyle.

[1] Hud Suresi 47