Ring
“Evde kim baskın olacak?” mücadelesinde erkeğin avantajları “çok boyutlu düşünebilme yeteneği” (Cengiz Keleş Beyin tarifi ile “AVCILIK yeteneği[2]), “pazusu” ve “parası”dır.
Eğer kadının kendi parası varsa ve erkek, pazularını kullan(a)mıyorsa –çevrede kadını tehdit edebilecek bir başka “ADAY” kadın da yoksa- erkek, ya kadına teslim olmak ya da kadınla bitmeyecek ve kazanma ihtimali olmayan bir psikolojik cedeli göze almak zorunda kalır. (Üçüncü bir yolda kahvehanelerdir. Kahvehanelerin pekâlâ evdeki iktidar mücadelesinden yılmış, evlerine sığınamayan erkeklerin sığınma evleri olarak tanımlanabileceği kanaatindeyiz.)
Kadının ise erkek karşısında pek çok gücü vardır:
Mesela aynı kelimeleri binlerce sefer tekrarlayabilecek azmi, aynı olayları yüzlerce sefer hatırlatabilecek sabrı, erkeğin hiç fark etmeyeceği/edemeyeceği fark etse bile kolayca unutacağı ayrıntıları yakalayıp biriktirebilecek geniş ve derin bir hafızası ve aklının ve tecrübelerinin önüne geçirebildiği “duygusal” zekâsı gibi. (Bunları küçümseyecek olanlara, bu yöntemlerin tamamının Psikoloik Harp Tekniği olarak modern zamanların silahsız savaşlarında, özellikle de medyada da kullanıldığını hatırlatmak isterim.)
Mesela erkekler, bir konuyu en fazla 3 sefer konuşabilir daha fazlasını dinliyormuş numarası ile geçiştirmeye çalışırlar. Ancak hanımefendiler aynı konuyu defalarca aynı hatta yenilenen bir heyecan veya öfke ile kazdıkça fark edilen yeni yeni ayrıntılarla konuşabilirler. Hâlbuki tekrar eden kelimeler erkek için şiddettir. (Çevredeki herhangi birine aynı kelimeleri 5-10 kez tekrar ederek bunu test etmek mümkündür.) Erkek kendi annesi ile telefon konuşmasını 1-2 dakika bile sürdüremezken, gelin hanımın sevmediği kaynanası ile bile aynı konuları defalarca konuşmak suretiyle 1-2 saat sohbet edebilmesi de sanırım bu konu ile ilintilidir.
Mesela bir erkek, yaptığı bir eylemin huzursuzluğa neden olduğunu ikinci veya üçüncü seferde anlayıp kaçınabilirken, hanımefendiler duyguları devreye girdiğinde onlarca sefer yaptıkları sorun çıkaran hamleyi yeniden tekrarlayabilir. (Sürekli tekrar eden, çatışma üreten duygusal çıkışları “öğrenememe becerisi/yeteneği” diye tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Özellikle erkeği yıldıran ve teslim olmaya zorlayan beceri de budur sanırım.)
Mesela kadının, her erkeğin -yalandan olduğunu bilse dahi- kendini teslim etmeye hazır olduğu işvesi, cilvesi yani kadınlığı vardır, erkeği terbiye edebileceği. (Feminist hareketlerin, kadının belki de en etkili, en sorunsuz, en temiz gücü olan KADINLIĞINI kocasına karşı kullanmasını aşağılarken, dışardaki erkeklere karşı kadınlığını sergilemesini özgürlük olarak propaganda etmesi ya da kadınsılığını koruyan evcimen kadının aşağılanıp ERKEKSİ olmaya, erkekleri taklid etmeye zorlanması, yani kadının, kadınlığının öldürülmesi, baskılanması meselesi ayrı bir başlık altında konuşulmalıdır kanaatindeyiz.)
Mesela CİNSELLİĞİ vardır kadının, erkeği terbiye edebileceği. Sağlıklı erkeklerin kadınlardan çok daha sık periyodlarla, daha şiddetli hissettikleri cinsellik ihtiyacı, TEK EŞLİ toplumlarda kadının mahrum bırakmak suretiyle “ehl-i namus” erkeği terbiye etmek, “Burada patron benim” demek için sıklıkla kullanabildiği bir terbiye yöntemidir[4].
Eğer bu yöntemler işe yaramazsa, erkeği başkalarının önünde küçük düşürerek (REZİL ederek) terbiye etmeye çalışmak da kadınların kullanabildiği terbiye yöntemlerindendir. Zira kadınlar erkeklere oranla çok daha kolaylıkla meselelerine çevreyi dâhil edebilir ya da dışardan yardım isteyebilirler.
(Belki de ayet-i kerimede, “Kadınların hayırlıları mahremlerini koruyanlardır” denilmesi kadının anlatma dolayısı ile erkeği açığa düşürme hevesine yönelik bir ikazdır[5].)
Kanaatimize göre, erkeğin suskunluğunun ardında, içgüdüsel olarak kadının başarısızlığından dahi KENDİNİ sorumlu hissetmesi, kadının çokça şikâyet etmesinin bilinçaltında ise kendi başarısızlığını bile ERKEĞİN başarısızlığı olarak kabul etmesinin etkisi vardır. Zira insanoğlu kendi ayıbını konuşmaya ne kadar isteksizse başkalarının ayıplarını konuşmaya da o kadar heveslidirler.
Dikkat edilirse kadın da erkek de, ERKEĞİ sigaya çeker. Eğer dışarıdan meseleye müdahil olunursa diğer erkek ve kadınlarda da ÖNCELİKLİ olarak erkeği sigaya çekme eğilimi vardır. Çünkü yönetici sorumludur ya da sorumlu olan yöneticidir, hesap ona sorulur. Her ne kadar dili ve aklı farklı işliyor olsa da fıtraten, bilinçaltında erkek de kadın da “sorumluluğun erkekte olması gerektiği” içgüdüsü ile hareket eder. Feminist hareketlerin tüm sorunların sorumlusu olarak erkeği görüyor olmalarının sebebi de sanırım bu içgüdüdür: “Benim” sorunlarım var ve bu sorunları çözmesi gereken ERKEKTİR, eğer sorun çözülmüyorsa hesabı da erkekten sorulmalıdır, demektedirler.
Yani alt bilinç (içgüdü), üst bilince(bilgi) galip gelmektedir. Fıtrat, tüm feminist literatüre meydan okuyarak sorumlu olan, sorun çözmesi, etmesi eylemesi, kavga etmesi, savaşması, tedbir alması, hesap vermesi, çileyi çekmesi, sıkıntıyı göğüslemesi kısaca yönetmesi gereken “erkektir”, onun hesap vermesi gerekir, demektedir.
Boşanmayı Düşünen Kadın Kocayı Uzaklaştırmaz, Direk Mahkemeye Gider.
Eğer aynı şeyi erkek söylüyorsa; genelde, “Karım cinsellik meselesi üzerinden beni terbiye etmeye çalışıyor. Bu konuda bana yardım edin” diyordur. (Elbette istisnalar var.)
Buraya kadar anormal bir durum yok. Eğer çiftlerden herhangi biri diğerine ram olmayı kabul ederse bir şekilde denge kurulur: Bu denge elbette ki mükemmel bir denge olmayacaktır. Zira insan mükemmeli var edemez. Ancak acısı tatlısı ile her iki taraf ve çocuklar için hatta büyükler ve özürlüler için ortada sığınacak bir yuvanın varlığından söz edilebilir.
Ancak taraflardan birinin diğerine teslim olmayı reddettiği, iki tarafından da baskın mizaçlı olduğu durumda uzayıp gidecek olan birbirini terbiye etme sürecinin ya da psikolojik savaşın yuvayı yıkılma aşamasına getirmesi de olasıdır.
Müslümanların Teklifi Farklı
İslam toplumları bu tür durumlarda kadına ve erkeğe “ailelerinden güvenilir, hal bilir, hikmet sahibi, sır tutabilen, iki tarafın da saygı duyduğu, iki tarafa da sözünü dinletebilecek, iki tarafın da menfaatini kollayabilecek” birilerini araya sokmalarını tavsiye ediyor[6].
İki tarafı da iyi tanıyan hikmet sahiplerinin sorumluluğu, kadın ve erkek arasındaki dengeyi dağıtmadan, meseleyi çıkmaz sokaklardan uzak tutarak, çocukları perişan etmeden, çocukların ebeveynlerden birine düşmanlaşacağı, taraflardan herhangi birinin öfke ile kendini veya karşı tarafı rüsvay duruma düşüreceği boyutlara gelmesine müsaade etmeden sıkıntıyı çözmeye, aradaki denge ve ülfeti yeniden inşa etmeye çalışmaktır. Olmazsa en uygun şekilde, mümkün olan en az zararla ve en hızlı biçimde ayrılmayı sağlamaktır.
Dikkat edilirse bu insanların pozisyonu, kadın ve erkek arasındaki sorundan ve sorunun uzamasından menfaat temin eden avukatlar, uzmanlar ve aile danışmanlarından farklıdır.
Devlet İşe Karışınca Denge Dağılıyor
Ancak 6284’nolu kanunla çiftlerin arasına bir aracının girmesinin yasaklanması, çiftlerin birbirlerini terbiye etme sürecinde arada uzlaştırıcı süspansiyon görevi görebilecek yapının zeminini yok eder.
Bize göre tam da bu noktada devlet, dolayısı ile feminist kadın dernekleri ve paragöz avukatlar devreye girerek kadını 6284’le bir tuzağa çekiyorlar: Kadına açık çek mahiyetinde bir rüşvet vererek “gel kocanı şikâyet et, onu beraber terbiye edelim” diyorlar.
Yani karı kocanın iki ucunu bira araya getirmekte zorlandıkları terazinin bir kâsesine olduğu gibi abanarak elde kalan dengeyi tarumar etmesi için kadına rüşvet veriyorlar.
Zira görebildiğimiz kadarı ile kadının genelde kocasını şikâyetle evden uzaklaştırması, “erkeğin terbiye olarak eve geri dönmesi”, dersini alması ya da “pişman olup ayaklarına kapanıp özür dilemesi” beklentisi ile birlikte yürüyor. (Bu beklentinin, boşanmak için mahkemeye giden bazı hanımlarda son anda bile hala devam ediyor olması ilginçtir.) Daha önce söylemiştik zira kadın eğer erkekten soğumuşsa ve boşanmayı kafasına koymuşsa erkeği geçici bir süre evden uzaklaştırmayı düşünmüyor, direk hâkimin önüne koşuyor.
Eğer gerçekten kendi ya da çocuklarının hayatı için endişe içinde ise evde oturup uzaklaştırma kararı aldırarak iyice öfkelendirdiği erkeğin “açık hedefi” olmayı da beklemiyor, kendisi bulunduğu yeri terk ediyor.
Kanaatimize göre burada sorun şu; kadınlar, kendilerinde olan onlarca sefer bozuştuğu kaynanası, eltisi ya da iş arkadaşları ile ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi ilişki kurabilme yeteneğinin erkekte olmadığını genelde bilmiyor. Çocuklarının önünde, komşularının, akrabalarının, dostlarının hatta anne babasının önünde evden atılan onuru, gururu, izzeti ayaklar altına alınmış erkek geri dönemiyor. Zira erkek fıtratı -Anadolu’daki bir tabir ile- asa gibidir, kıvrılmayı bilmez. Kıvrılamaz. Bu becerisi yoktur, esnek değildir. (Nitekim bizim kanaatimizdir, Talak Suresinde, boşanması tamamlanmış çiftlerden KADIN’ın başka bir erkekle evlenmedikçe eski kocası ile evliliğe dönememesi aynı şartın erkek için koşulmaması kadındaki esneme ve değişebilme kabiliyetine bir vurgu gibi okunabilir. Erkek genelde değişmez. Değişemez. Kaç kez evlenirse evlensin aynı şahıstır. Ancak zamanın ezmesi ile derenin içinde sürüklenen taşlar gibi hatları yumuşar, sivrilikleri törpülenir.)
Erkek, Kadına Teslim Olursa Sorun Bitmez, Çoğalır!
Ancak, varsayalım ki erkek kadından özür dileyip, kadının istediği gibi terbiye olmayı kabul edip eve dönmüş olsa, yine de sorun çözülmeyecektir. Çünkü kadın fıtratı, erkeğini PRESTIJ nesnesi olarak görür. Onunla statü atlamak ister.
Bu nedenle kendisinden boyca, kiloca bile olsa altta gördüğü erkeği beğenmez. (Mesela doktor bir beyefendi, evlenmek için liseli hanımlara bakabilirken, aynı konumdaki bir hanımefendinin adaylarının üniversiteli olması yetmez doktorluk ya da daha üst bir statüde olması gerekir.) Çünkü maddi olarak da, soy olarak da, eğitim olarak da, statü olarak da, zekâ olarak da, gelir olarak da kendisinden daha yüksekte değilse erkeği kendine layık görmez. “Bu benim kadar bile değil, ‘Nasıl bana koca olacak?’” diyerek erkeği aşağılar.
Yani kadın için sevgi ve saygı, erkeği yendiği an biter. Kadın kendinden aşağı gördüğü, parantez içinde “Ezik” erkeğe ancak acır ya da merhamet duyar; YAR olmayı düşünmez de kabullenemez de.
Dikkat ederseniz erkek, kendine ram olacak kadını, kadın ise ram olabileceği erkeği kendine yakıştırıyor. Bu nedenle olsa gerek genelde, aldatan erkekler, kadınlarına karşı vicdan azabı ve merhamet halindeyken; aldatan kadınlar, tam tersine aldattıkları kocalarına karşı daha zalim ve aşağılamaya meyilli oluyorlar. (Eğer koca karısına âdeti olmadığı üzere hediyeler, çiçekler almaya, iltifatlar etmeye başlamışsa şüphelenmenin zamanı gelmiştir, denilmesi sanırım bundandır.)
Bu gibi nedenlerle olsa gerek, evden uzaklaştırma kararları ile başlayan süreç büyük çoğunlukla boşanma davasına evriliyor.
Ancak erkek için sorun burada bitmiyor: Boşanan kadın bu sefer kocasını, velayeti sorgusuz sualsiz her şart altında anneye verilen çocuğun üzerinden terbiye etme ya da cezalandırma gayretine girişiyor. Bu noktada kadının çocuklarını babalarından soğutma (Ebeveyne Yabancılaştırma Sendromu) sürecinde de kolayca manipüle edilebilen 6284’nolu kanun oldukça iş görebiliyor. Ne de olsa kadının çocuğu babasından kaçırması ya da yabancılaştırması bir suç olarak tanımlanmamışken, kadının “bu adam beni tehdit etti, ters baktı, elinde bişi gösterdi” demesi bazen adamın aylarca uzaklaştırılabilmesine sebep olarak görülebiliyor.
Bir türlü düzenlenemeyen vasi olmayan ebeveynin (özelde babaların) çocuklarını görebilme hakkı ya da kadına verilmiş çocuğun velayetini suiistimal etme yetisi nedeniyle çocuklarına erişemeyen babalar bir de bitmez nafakalar ile boşandığı karısının sömürgesi durumuna düşürüldüğünden iyice köşeye sıkışmış oluyor. Elbette ki her toplumda binde bir bile olsa dengesiz, psikopat, ruhen sıkıntılı, sinirlerini kontrol etmekte zorlanan, yaşadığı süreçler nedeniyle psikolojik olarak çökmüş erkekler ve onları kışkırtabilecek, hırsları kendisini körleştirmiş, kıymetinin bilinmemesine öfkelenmiş, psikolojik olarak yardıma muhtaç hanım efendiler çıkabiliyor. Bu da 2 milyon uzaklaştırma rakamından yüzde 1’i bile bu psikolojide ise en az 20.000 cinayet ya da cinayet girişimi anlamına gelecektir.
Tabi, dolaylı olarak nüfus artışını da kontrol altına almış oluyor.
Nitekim bu politikaların işe yaramadığı söylenemez. Avrupa’da evlenmek isteyip, evlenemese de fıtratın çağrısının peşine düşüp en azından bir çocuk sahibi olmak isteyen ancak hiçbir erkeği imza atmaya razı edemediği için sperm bankalarının yolunu tutan kadınların sayısının artık yüzbinlerle anılıyor olması[8] ve diğer taraftan Avrupa’da doğurganlık hızının en hızlı düşen ülkesinin Türkiye olması[9] getirilen düzenlemelerin ne kadar etkili olduğuna ve “Kanunlar üzerinden toplumların dizayn edilmesinde” ne kadar başarılı olunabileceğine dair ciddi örnekler olduğu kanaatindeyiz.
Ancak bu işin toplum tarafından hissedilmekte zorlanılan bir tarafı daha var.
Bu bir DİN dayatması
Seküler akılcılık(rasyonalite), insan aklının mükemmeli yakalayabileceğine inanır. Aslında akla duyulan bu hayranlık ve ilerleme mitinin birleşimi, Batı düşüncesinin sarhoş eden bir kendini yüceltme kokteylidir. Herhangi bir kanıtı yoktur. Bütün gerçekliğini ve gücünü Batının üstünlüğüne olan radikal/köktendinci bir inançtan alır.
Ahmet Hakan Çakıcı/Her Taraf
Zilkade 1444
Nasipse Devam Ederiz …
[1] Bu yazının öncelikle huzursuz aileler için yazıldığını hatırlatmak istiyorum. Bu nedenle saadeti yakalamış çiftler için anlamlı gelmeyebilir.
[2] Batılı Psikologlar bunu şöyle tanımlıyorlar: “Evrim TEORİSİNE” dayandırarak erkeğin binlerce yıllık avcılık süreci ona çok yönlü düşünebilme becerisi sağlamıştır. AVCI toplumda kadının görevi çocuklarını korumaktır. Çocukların korunması mekâna ve zamana bağlı olarak kadının sorumluluğunda olduğu için kadın bu iki boyuta tam hâkim olabilmek adına yeteneklerini bu iki boyut içinde geliştirmiştir. Ancak ailenin karnının doyurulmasından sorumlu olan erkek, avcı olmak zorundadır. Avcılık, hem zamana hem mekâna hem de karşıdakinin hamlelerine hâkimiyeti zorunlu kıldığından 3 boyutlu düşünme güdüsü gelişmiştir.
[3] Cengiz Keleş Bey’e ikazı için teşekkür ederim.
[4] Erkeğin yatağa çağırdığında kadına verilen “erkeği geri çevirme” tavsiyesi, ahmak kadının erkeği cinsellikle terbiye etmeye çalışırken, onu, başka kadınlara ya da zinaya yönlendirmemesi veya kendisinden soğutmaması olarak okunabilir.
[5] Nisa Suresi 34. Ayet-i kerime
[6] Nisa 35. Ayet-i Kerime
[7] Görselde “Eğer Ataerkil düzenin yıkılmasında bazı masum insanların zarar görmesi gerekiyorsa, bu bana göre, kesinlikle ödenmesi gereken bir bedeldir.” (Elbetteki bedeli ödemesi gereken o değil.” Deniyor.
[8] https://halktv.com.tr/yasam/41-yasindaki-adamin-tam-550-cocugu-var-daha-fazla-kadini-hamile-birakmasina-yasak-729337h
[9] https://tr.euronews.com/2023/03/27/avrupada-son-20-yilda-dogurganlik-hizinin-en-cok-dustugu-ulke-turkiye