Önceki yazıda şu görüşü dile getirmiştik: Bilgiyi edinmekle amele dönüşüm kaçınılmaz olarak gerçekleşmiyor. Bilginin amele dönüşmesi için onun özel bir gayretle işlenmesi ve belli süreçlerden geçmesi gerekiyor.
Bu yazıda bilginin amele dönüşümde tıkandığı noktaları ve bilginin işlenerek amele nasıl dönüştürüleceğini örneklerle açıklamaya çalışacağız.
A. Tıkanma Noktaları:
1. Nefs Engeli
Bilgi hayata geçirileceği an nefis engeline takılır. Nefis kendi çıkarına uymayan bilgilerin amele dönüştürülmesinde büyük bir direnç gösterir. Bunun sebebi amele dönüşüm sürecinde kendisinin de bu işe dahil olmasının mecburiyetidir. Nefsi işin içine katmadan, onun da gönüllü/gönülsüz onayı olmadan, onun da omuzuna yük yüklemeden amel edilemez. Bu nedenle nefis hoşuna gitmeyen işlere direnmektedir. Örneğin sabah namazını kaçırmamayı veya gece namazına kalkmayı teoride bütün Müslümanlar arzu etmesine rağmen bunun gerçekleşmemesinin yegane müsebbibi nefistir. Nefis bu konuda ağırlığını koyduğu için ve özellikle gece namazı konusunda ‘fetva’sını[1] da aldığından dolayı onu bu konuda kımıldatmak gerçekten başka ‘güçleri’ devreye sokmayı gerektiriyor.
2. Nefsin oluşturduğu vehimler
Nefsin ilimle ilgili oluşturduğu vehimler bilginin amele dönüşümünde önemli engellerdendir. Vehimden kasıt bilinçaltından bizi yönlendiren gerçekliği olmayan düşüncelerdir. Bilinçaltında olması bizim bu düşünceleri masaya yatırıp gerçekliğini test etmeyişimizi beraberinde getiriyor. Tartışma masasına yatırılan bu tür vehimlerin fazla bir dayanma gücü bulunmamaktadır. Bilinçaltında kaldıkları sürece üzerimizde tesir güçleri büyüktür. Bu nedenle vehimlerin ortaya çıkartılması(bilinçaltındaki o hissin düşünce olarak formüle edilmesi ve zihnimize sunulması) bizi engelleyen unsurları ayıklamada önemlidir.
Bu vehimlerin bazılarını şöyle açıklayabiliriz:
1. ‘Bilgi olunca zaten bir şekilde kendiliğinden amele dönüşür’ vehmi bizim o bilginin amele dönüşme safhasını takip etme hassasiyetini zayıflatıyor. Bu durum velilerin çocuklarının derslerini takip etmemesine benzetilebilir. Çocuğun dersleri iyi gitmediği halde bunun farkında olmayan veliler karne günü geldiğinde gerçeklerle yüzleşirler. Bize karnemiz daha henüz verilmediğinden biz o velilerin yaşadıkları gaflet halini yaşıyoruz.
2. ‘Bilgim arttıkça görevimi yaptım’ vehmi. Bu vehim birbirinden ayrı iki vazifeyi birleştiriyor, tek vazife haline dönüştürüyor. Burada gözü boyayan husus ilimdeki artıştır. İlim amelde görünürlük elde edeceğine amel ilimde yok oluyor. Ameldeki nicelik ve nitelik/kalite artışı daha zor olduğu için bu vazife örtbas edilmiş oluyor.
3. Erteleme zaafı
Buradaki sorun, amel etme bilinci ve hassasiyeti olsa bile erteleyici düşüncelerle bir türlü o işi gerçekleştiremeyişimizdir.
Erteleme zaafı ‘erteleyici düşünceler’ tarafından besleniyor. Bunlar zihnimizdeki zehirli fikirlerdir. Bu düşünceler bilinçaltındaki vehimlerin bilincimizdeki işbirlikçileridir. Bu düşüncelerin önce zihinden silinip atılması gerekir. Bu da o düşüncelere değer biçmemekle olur.
‘Bugün ve şimdi’ yapılması icap eden bir çok iş ‘zamanı vardır’ denilerek erteleniyor. İslam dünyasındaki zulümlerin yaşanmasında her birimizin birikmiş bu tür ihmallerinin büyük bir rolü var. Her mümin kendi üzerine düşeni bihakkın yerine getirmiş olsa, belki bir İslam devleti daha kısa zamanda kurulacak ve bu devlet daha fazla masum insanın kanının akıtılmasını durduracak. Devletin kurulması ne kadar gecikirse o kadar masum insan öldürülecek. Bu gecikmede de asıl sorumlu biz olduğumuzdan, bizim (ilmi/ameli) gayret eksikliğimizden ve ihmallerimizden devletin kuruluşu geciktiğinden dolayı akan kandan da dolaylı olarak sorumluyuz. Bu sorumluluğun acısını kalbimizde ne kadar hissedersek, yaşanan olayların karelerine baktığımızda kendimizi ne kadar suçlu görebilirsek o nispette erteleyici düşüncelerden daha kolay kurtulabiliriz.
4. Bilginin içerdiği konunun önemini idrak edememe
Bilgiyle yüzeysel bir ilişkinin kurulması sonucu oluşan bu zaafın temelinde bilginin içeriği üzerinde yeterince düşünmemek/tefekkür etmemek yatıyor. İslami bilgilerimizin birçoğu tefekkür edilmemiş bilgilerden oluşuyor. Amele dönüşümle ilgili önceki yazıda dile getirdiğimiz ‘özel gayret’in bir bölümünü bu tefekkür gayreti oluşturuyor. Tefekkür bilgiyi sindiren mekanizmanın adıdır. Tıpkı midenin gördüğü fonksiyonu görür. Bilginin doğru/yanlışını belirlemekten ziyade faydalı/faydasız açısından işlem yapar. Ruhi manevi yönümüzü güçlendirecek bilgileri sindirerek dolaşım sistemine sokar, vücudun/ruhun böylece zinde kalmasını sağlar. Bu zindelik/canlılık motivasyonumuzu oluşturur.
Kuran’ın eğitim metodunda mümin bir insanı bilgiyle yüzeysel temastan derin ilişkiye geçirmek[3] çok önemli bir yer tutar. Tefekkürü emir ve teşvik eden ayetlerin sayısının emir ve yasak bildiren ayetlerden kat kat fazla olması bunun bir göstergesidir. Emir ve yasakları bildiren yaklaşık 200 ayet varsa, tefekkürden bahseden 700’den fazla ayet söz konusu.[4] Sürekli tekrarlanan ‘düşünen bir kavim için işaretler vardır’ cümlesini hepimiz biliriz. Acaba inanmış bir topluma bu konu neden sürekli hatırlatılır? Bilgi sadece bir cümlenin hafızada kayıtlı olmasıdır. O haliyle bilgi kendi başına fazla etki yapmaz. Onun üzerinde tefekkür yoluyla ilişkiyi derinleştirmek insana bilginin önemini kavratır.
Sahabeyi sahabe yapan en önemli faktörlerden bir tanesi de bu tefekkür ayetlerinin gereğini yerine getirmeleri, yani tefekkür edip imanlarını derinleştirmeleri değil miydi?[5]
B. Bilgiyi amele dönüştürürken gösterilecek ‘özel gayret’
Bilgiyi başarıyla amele dönüştürmek veya bir diğer ifadeyle amel etme becerisi kazanabilmek için yapılması gerekenleri şöyle özetleyebiliriz:
1. Tertil İle bilgilenme
Edinilen bilginin bir özümseme ve hazmetme sürecine ihtiyaç olduğunu unutmadan hareket etmek.
2. Somut davranış biçimi formüle etmek
Bilgiyi amele dönüştürürken o bilginin içeriğinden somut bir davranış biçimi formüle etmek[6]. Kuran’da geçen ‘kalk ve uyar’, ‘akrabanı uyar’ vb. ayetler somut davranış biçimlerine birer örnektir. Tıpkı Peygamberimizin bu hükümlere dayanarak ‘akrabalarını bir yemeğe davet ederek tebliğde bulunması’ şeklinde somut bir davranış biçimi formüle etmesi gibi.
3. Kesin karar vermek
‘Kesin karar’ ‘azim’ kelimesi ile ifade edilmek istenen şeydir. Kesin karar yarım gönüllü olmamak, bir işi yapmayı tam isteme halidir. Bu yoğunlukta bir isteği oluşturmak için de ekstra bir çabaya ihtiyaç var. Arzu ve temenni’lerle bunları karıştırırsak sorunu hep yanlış teşhis ederiz. Arzu ve istek tam istek değildir. Bunların arasında boşluklar vardır. Aslında (tam-nefsimizle beraber) istekli olmadığımız halde istekli olduğumuzu zannettiğimizden istek gerçekleşmeyince sorun başka yerde aranıyor ve bulunamıyor. Dolayısıyla bir karar var bir de ‘kesin karar’ var. Birincisinden erteleyici düşünceler vb. sebeplerden dolayı sık sık tavizler verilebilmekle birlikte ikincisinden taviz vermek neredeyse imkansızdır. Ve bu ‘kesin karar verme’ her insanda bir ‘güç’ olarak mevcuttur. Rabbimiz bizden bir şey istediği veya bizi bir şeye teşvik ettiği zaman lazım olan gücü vermez mi? İşte derinlerde yatan o gücün harekete geçirilmesi gerekiyor. Kesin karar, kişinin yapmayı istediği bir şeyi ‘ben bunu mutlaka yapacağım, yapmama engel olabilecek dıştan ciddi sebepler olmadığı müddetçe kendimden/nefsimden kaynaklanan hiçbir sebepten(erteleyici düşünceler vd.) dolayı yapmamazlık etmeyeceğim’ demektir.
4. Bilgiyle derin ilişki içine geçmek
İslami bilgileri hayata geçirmeye çalışırken özel olarak Allah hakkındaki bilgilerimizin ve bu bilgilerden doğması amaçlanan haşyet duygusunun kilit bir rolü[7] vardır. İslam’ı yaşama Allah’ı tanıma derecesiyle doğru orantılıdır.
Allah’ı tanımak O’nun kainattaki icraatını yakinen(gözlemleyerek, üzerinde tefekkür ederek) tanımaktan geçiyor. Yani sadece ‘Allah her şeye güç yetirir’ diye bir bilgiye zihnen sahip olmak değil, aynı zamanda bunun böyle olduğunu değişik örnekler üzerinde bizzat gözlemlemiş olmakla gerçek bir tanıma gerçekleşmiş olur.
Bu tanıma layıkıyla gerçekleştirilince ‘haşyet’(derin saygı) duygusu güçlenir. Bu duygu ne kadar güçlü olursa ameli yükümlülüklerimizi yerine getirmek o nispette kolaylaşır. Dolayısıyla İslam’ı yaşamanın temelinde güçlü bir haşyet duygusu yer almaktadır. Ameller en kolay bu duygudan fışkırıyor. Kendini değiştirmenin en etkili yolu ve yöntemi önce bu duyguyu güçlendirmekten geçiyor. Bunu sağlamanın birinci basamağı göklerin ve yerin yaratılışı ve işleyişi hakkında bilgi sahibi olmamızdır.
Kuran’da konuyla ilgili şöyle buyruluyor:
§ Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard). (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (3/Al-i İmran, 191)
§ Onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki böylece onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? (41/Fussilet, 53)
§ O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ göremezsin. İşte gözünü çevirip gezdir; herhangi bir bozukluk ve çarpıklık görüyor musun?Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (67/Mülk, 3-4)
Bu ayetler gökler ve yerdeki (Allah’ın azametini gösteren) işaretler üzerinde tefekkür etmenin müminlerin özelliklerinden olduğunu dile getirmektedir.
Allah’ın azametini, haşmetini idrak etmek kainattaki ayetler/işaretler üzerinde tefekkür etmekle mümkün. Yaratıcı gücünü anlamamızı istiyor, sadece itikaden kabul etmemizi değil. Bizzat müşahede ile görmemizi, bunun akabinden gelecek olan hayranlık duygusunu yaşamamızı istiyor ki, bu duygu haşyet duygusunu harekete geçirsin. Tabiat kanunlarında olduğu gibi. Suyu buharlaştırmak için onu 100 derecede ısıtmanız gerekiyor. Tıpkı bunun gibi haşyet duygusunu oluşturabilmek için kainattaki işaretleri 100 derecede tefekkür etmeniz/ısıtmamız gerekmektedir.
Şimdi iki yazı boyunca asıl söylemek istediğimizi –bilgiyle derin ilişkiye geçmeyi-örneklendirmeye çalışalım. Bu bölümdeki örneklerin deneme kabilinden de olsa bizzat tatbik edilmesinde fayda var. Aksi takdirde teorik olarak anlattığımız bu bilgilerin fazla bir tesiri olmaz. Ortaya koyduğumuz teorik bilgideki mevcut iddianın doğru olup olmadığını herkes bu tatbikat sonucu müşahede edebilir.
Kainattan vereceğimiz örnekleri amele dönüşüm sürecinin üç aşamasından geçirmeye çalışacağız.
Önce Bilgiler:
1. Yıldızlar ömürlerini tamamlayınca büyük bir patlama geçiriyorlar(Süpernova). Bu patlamanın sonucunda bazen geriye bir ‘Nötron yıldızı’ diye tabir edilen bir kütle kalıyor. Bunların çapı 20-30 km civarında. Bu yıldızların kendi etrafında dönenlerine ‘Pulzar’ ismi veriliyor. Bazı pulzarlar kendi eksenleri etrafında saniyede 100 kere dönüyorlar.
2. İçinde yaşadığımız samanyolu galaksisinde yaklaşık 100 Milyar yıldız bulunuyor. Güneş de bunlardan bir tanesi. Güneş diğer yıldızlarla kıyaslandığında ortalama bir büyüklükte. Bununla birlikte o kadar büyük ki yeryüzü güneşin içine 1 Milyon kere sığıyor. Yeryüzü içinde bizim ne kadar küçük kaldığımızı göz önüne getirerek güneşin büyüklüğünü değerlendirelim.
3. Samanyolunun büyüklüğü: Uzaydaki mesafeler, kilometrelerle ifade edilmez. Burada ışık yılı ölçü alınır. Işığın hızı 300.000 km/s (yani ışık saniyede 300.000 km geride bırakıyor).
Samanyolunun büyüklüğünü anlamak için şöyle bir karşılaştırma yapalım: Güneşin gönderdiği ışıklar bize 8 dakikada geliyor (Güneşle dünya arasındaki mesafe 148 Milyon km). Samanyolunun bir ucundan diğer ucuna ise 100.000 yılda varır. Yani samanyolunun boyu 100.000 ışık yılı, genişliği ise 20.000 ışık yılı (bu şu demektir: Samanyolunun bir ucundan saniyede 300.000 km uçan bir uzay gemisine binseniz, öbür ucuna 100.000 yıl sonra varırdınız).
Bize en yakın komşu galaksi -Andromeda- 2,5 milyon ışık yılı uzaklığında. Yani en yakın komşumuza ışık hızıyla gitmek istesek iki milyon sene sonra oraya varırdık. Kainatta en az 100 Milyar galaksinin olduğu ifade ediliyor.
4. Çok uzaklardaki(birkaç milyar ışık yılı) aktif galaksilerin çekirdeklerine ‘Kuasar’ deniliyor. Bu objelerden çıkan ışığın derecesi bizim galaksideki bütün yıldızların saçtığı ışıktan 100 kat daha fazladır. Yani 100 Milyar yıldızın ışığını toplayın ve bunu 100e çarparak elde edeceğiniz ışık gücünü hayal edin. Bu nedenle ilk Kuasar keşfedildiğinde bizim galaksinin içinde bir yerde olduğu düşünülüyordu. Çünkü o kadar parlak idiler. Fakat aslında o ışığın birkaç Milyar ışık yılı uzaklıktan geldiği sonradan anlaşılmıştı.
5.Güneş her saniye 597 Milyon ton hidrojeni 593 Milyon ton helyuma çeviriyor, bu işlem gerçekleşirken 4 Milyon ton kütle enerjiye dönüşüyor. Güneş bu enerjiyi ışık olarak uzaya veriyor. Güneşin ‘yakıt depolaması’ o kadar muazzam ki, bu dönüşüm derecesine rağmen yaklaşık 5 Milyar sene daha ‘ısıtabilir’. Nitekim bunu 4,5 Milyar seneden beri de yapıyor zaten.
6. İnsanın saç telinin kalınlığına 100 000 tane atom sıralanabiliyor. İnsan bir bütün olarak 7 Oktilyon atomdan oluşuyor. Bu rakam 27 sıfırdan oluşan bir rakam. Her atom çekirdeğinin etrafında elektronlar belli bir hızda dönmektedirler. Bu dönme faaliyeti olmasa vücudumuz bir arada duramaz, bütün atomlar etrafa dağılır tuz buz olurduk.
7. Vücutta her saniye 3 Milyon kan hücresi üretiliyor.
8. Beyinde 100 Milyar hücre bulunuyor. Bu hücreler kendi aralarında 100 Bilyon bağlantı(sinaps) kuruyorlar. Bu şuna benziyor: Dünyada 7 Milyar insanın her birinin eşzamanlı 15 000 telefon görüşmesi yapması 100 Bilyon bağlantıya tekabül eder. Bu nedenle beyin multitasking (çok görevli) konusunda müthiş bir organ. Örneğin müzik dinlediğimizde yüzlerce başka aktiviteleri paralel yönetebiliyor.
6.,7.,8. maddedeki bilgileri ‘Sizi yaşatan O’dur’(40/67) ayetiyle birlikte düşünelim.
Amele dönüşüm:
Bilginin amele dönüşümündeki birinci aşama önceki yazıda açıkladığımız gibi ‘zihinden kalbe intikal’ aşamasıydı.
Bu aşama bilginin üzerinde tefekkür eyleminin gerçekleştirildiği aşamadır. Bu örnekleri tefekkür kelimesinin kök anlamındaki ‘sureti/şekli meydana gelen şeyler’ ve ‘ovmak’(Rağıb el-İsfehani) anlamlarına uygun olarak gerçekleştirmeliyiz, yani örnekler üzerinde irdeleyerek, oradaki harikaları keşfedecek şekilde ‘derin düşünmeliyiz’. Bütün bunları yaratan kudretin ne muazzam, ne müthiş, ne yüce, ne büyük bir varlık olduğunu fark ederek/hissederek düşünmeliyiz.
Yukarıdaki bilgileri salt okuyup ilginç deyip geçmek bizi asıl amaca götürmeyecek çünkü bilgi kalbe indirilince tesirli olur. İnsanı harekete geçiren güçler beyinde değil kalptedir.
Şimdi bu örnekleri şöyle tatbik edebiliriz. Namazda rukü ve secdede ‘Subhane Rabbiyel Azim/A’la’ dediğimizde aklımıza bu bilgileri getirelim. Allah’ın her türlü eksik ve noksanlıktan münezzeh olduğunu en iyi gösteren bu örnekleri secde ve rüku anında tasavvur ettiğinizde[8] nasıl etki yaptığını bir deneyin. Acele etmeden tane tane bu tespih cümlelerinin manasını düşünerek aklınızdaki o örneklerin içine kendinizi salarak, zihninizde adeta bir belgesel izliyor gibi bu resimleri tasavvur edin. Bir pulzarın saniyede 100 kere döndüğünü ve elan aynı şekilde binlerce yıldır aynı hızda dönmeye devam ettiğini, onu döndüren kudretin sonsuzluğunu, azametini, büyüklüğünü farklı bir açıdan duyumsamaya/hissetmeye çalışın. Bunu yaparken Ayetel kürsideki ‘O’nu uyku ve uyuklama tutmaz, O’nun kürsüsü/egemenliği bütün gökleri ve yeri kaplamıştır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez’ ifadesini aklınıza getirin. Ayetlerdeki bu tür cümlelerin kainattaki karşılıkları ile ne kadar uyumlu olduğunu fark edin. Asıl anlamlarının bu karşılıkları ile birlikte düşünüldüğünde kavranıldığını görün.
Bir saç telinin içine 100 000 tane atomu o kudretin nasıl yan yana sığdırdığını, dizdiğini, en küçük alemlere bile ne derece nüfuz edebildiğini aklınıza getirin. Bunu yapan varlığın gerçekten de ‘övgüye layık’ (hamd) bir varlık olduğunu bizzat müşahede edip Fatiha suresinin ilk ayetini okurken bunu daha canlı dile getirmeye çalışın. Gökler, yer ve melekler Allah’ı nasıl övgü ile tespih ediyorlarsa siz de aynı şuurla O’nun övgüye layık yegane varlık olduğunu ispatlarıyla birlikte gördükten sonra daha canlı bir biçimde bu hamd korosuna katılın.
Örnekler üzerinde bu tarz bir düşünme faaliyeti yeterince icra edilince ikinci aşamaya gelmiş oluruz. Yenilen lokmanın ağızda küçültülerek hazır hale getirilip mideye gönderilmesi gibi biz de bilgimizi tefekkür eylemiyle işledikten sonra kalbe intikal ettirmiş olduk.
İkinci aşama ‘kalpte amel etmek’ aşamasıydı.
Bu aşama bilgi ile hedeflenen ‘haşyet’ duygusunun harekete geçirilmesi aşamasıdır. Birinci ve ikinci aşamalar arasında keskin bir ayrım yok, iki aşama geçirgen sınırlara sahipler. Kalpte amel etmek duygularla gerçekleşir. Bu duyguların en önemlileri haşyet, havf, sevgi, şükür duygularıdır. Kalbimizde bu duyguları güçlendirme gayreti içinde olmalıyız. Malzeme (kainattaki örnekler) hazır, onu irademizle bu neticeleri hasıl etmek için kullanmak bizim elimizde.
Unutmayalım ki, bu duyguların içinde nefsin direncini kıracak güçler saklıdır. Bizim İslam’ı hakkıyla tatbik edebilmek için bu güçlerin yardımına ihtiyacımız var. Bataklığı kökünden kurutmanın yolu buradan geçiyor.
Üçüncü aşama ‘amele dökme’ aşamasıydı. Bu aşama kalpte amel ettikten sonra pratik hayatta amele geçmeyi kast ediyor. Yani bilgi önce duyguyu tetiklemeli, ondan sonra amel sahasına intikal ettirilmeli.
Kalbimizdeki haşyetin arttığını hissettiğimizde (2. aşamayı başarıyla geçtikten sonra) kendimize ameli bir zaafımızı yenme hedefi koyabiliriz.[9] Şimdi kalbimizde oluşturduğumuz motivasyonu amel etme doğrultusunda seferber etmenin sırası geldi. Bu aşamada nelerin yapılabileceği ile ilgili tekrar ‘Özel gayret’ bölümünün 3. maddesine bakılabilir. Oradaki tavsiyeler doğrultusunda birinci ve ikinci aşamalarda oluşturduğumuz hazırlığımızı icraata dökebiliriz.
Bütün bu dönüşüm aşamalarının her birinde irademiz devrededir. Son aşamada iradenin üzerine düşen görev biriktirdiği motivasyon gücünü ameli bir hedef doğrultusunda bizzat pratiğe geçirme kararı vermesidir. ‘Evet ben bugünden itibaren namazlarımı daha yavaş ve huşu içinde kılacağım.’ ‘Evet ben bugünden itibaren her gün en az 1 saat kitap okuyacağım’ vb. uygulama kararları alıp bunları hayata geçirmek bilgilerimizi amele dönüştürmedeki son aşamadır.
Şema:
Tefekkür à Azameti idrak à Hayranlık à Haşyet àAmel
Bilgi:
|
İlişkimiz:
|
Çözüm:
|
1. Allah her şeye kadirdir.
2. Allah yüceler yücesidir.
3. …
|
Bu bilgiler ile ilişkimiz yüzeyseldir
|
1. Yüzeyselliği giderecek tefekkür faaliyeti içinde bulunmak.
2. Bu bilginin doğruluğunu kanıtlayan örnekleri çoğaltmak ve çeşitlendirmek. Kuran kainattan envai çeşit örnek veriyor. Örn. 88/17-20. |
[5] Örneğin Kuran’daki yeminler bile bu amaca matuftur. Oradaki yeminlerle insanların dikkatleri tabiattaki nesnelere çevriliyor. Şems suresindeki yeminler gibi. Biz ise sadece okuyup geçiyoruz. O nesneler üzerinde tefekkür eyleminde bulunmak Kuran’ı hayata geçirmenin bir boyutudur. Tefekkür edilmesi istenilen bir konunun tefekkür edilmeden üzerinden geçilmesi Kuran’ın hakkıyla okunması gerekliliğiyle çelişir.
[7] ‘Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah’tan haşyet ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.’(59/Haşr, 21) Taha suresinin 3. ve 44. ayetlerinde de haşyet hissinin, kişinin kendisini değiştirmedeki etkisiyle ilgili oynadığı kilit rolü görebiliyoruz. 3. ayette Kuran’ın indiriliş gayesi ile ilgili olarak şöyle buyruluyor: ‘Haşyet duyanlara’ ancak öğütle hatırlatma (olsun diye indirdik).( İllâ tezkireten li men yahşâ.). 44. ayette aynı ifadeler Hz. Musa’ya Firavnla ilgili tebliğinde dikkat etmesi gereken prensipler hatırlatılınca geçer: “Ona yumuşak tarzda söz söyleyiniz! Belki öğüt alır yahut haşyet duyar!”(20/44) (Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ).
[9] Örnek somut hedefler için şu yazıya bakılabilir: http://www.venharhaber.com/ramazan-ayini-hakkiyla-idrak-etmek-makale,258.html