Yüz yıllardır Müslümanlar mağlup ve perişan. Cehalet batağında çırpınıyorlar. Servetleri malları mülkleri ellerinden alınmış. Tıpkı elindeki simit zorla alınan, bağırırsa tokat yiyen, üstüne üstlük bir de kıçına yediği tekme ile yere kapaklanan çocuk gibi. Eziliyor, itiliyor ve horlanıyorlar. Öldürülüyorlar, yurtlarından sürülüyorlar. Yoksulluğun, açlığın ve sefaletin en korkunç boyutlarını yaşıyorlar. Böyle olan gayrimüslimler de var ama genellikle Müslümanlar böyle. Eğer Müslümanların tarihteki şan şeref ve öncülükleri olmasa, bugünkü Müslümanlara bakarak İslam’ın dünyayı da ahireti de imar eden saadet kaynağı bir din olduğunu söylemek mümkün olmaz. Ama Allah’tan ki, İslam’ın böyle bir geçmişi var. Gerçi bu da çok biliniyor ve hesaba katılıyor değil.
Ama buna rağmen ‘modern dünyada’ en hızlı yayılan din yine İslam. Bu da onun yegâne fıtri ve tabii din olduğunun delili olmalıdır. On bir Eylül faciası olur, bunu Müslümanlara mal ederler, ama yine İslam’a ilgi artar. Polis diziyle boynuna basıp George Floyd’ü öldürür, İslam’a ilgi artar. Çin Doğu Türkistan’da gaddarlık eder İslam’a ilgi artar. Bütün bunlar da İslam’ın tabiî din olduğunu, ruhunda haksızlıklara karşı bir öz bulunduğunu gösteriyor olmalıdır.
Bu ve benzerleri İslam’ın insan fıtratının dini olduğunu anlatır anlatmasına da Müslümanların hali de ortada. Perişanlık, geri kalmışlık, cehalet, yoksulluk, ezilmişlik, birbirlerinin celladı olma diz boyu.
Neden böyle, niçin Müslümanlar bu hale düştüler? Düştüler diyoruz, çünkü geçmişte hep böyle olmadıklarını biliyoruz. Bunun sebeplerinden kendi anladıklarımı uzun bir yazı dizisiyle anlatmaya çalışmıştım. Şimdi şunları da ilave edelim:
Geri, ilerinin ne demek olduğu tartışılır ama Müslümanlar geri bırakıldılar da onun için bu hale geldiler diyoruz. Bu mazeretin her yönüyle geçerli olmadığını sanıyorum. Geri bırakılmaz, geri kalınır. Neden seni geri bırakmalarına müsaade ettin diye sorarlar insana. Allah da geri bırakılmaktan değil geri kalmaktan söz eder. ‘Sizin öne geçmek ya da geri kalmak isteyenleriniz’ buyurur (Müddessir 37). Demek ki, hayatta olduğu yerde durabilmek mümkün değil. Ya ilerlemektesiniz ya da gerilemektesiniz ve bunu başkası değil siz yapıyorsunuz. Öyle ya da böyle, müslümanlar güçlü olmalı idi, dünyayı araç olmaktan çıkarıp amaç edinmekle dünyayı da güçlerini de kaybettiler.
Önce cehalete yenildikleri için fırkalaştılar, hizipçilik, particik, mezhepçilik, tarikatçılık hatta ırkçılık bataklıklarına düştüler. Bunlar Müslümanları birbirlerine kırdırmakta başkalarının kullanabileceği en işe yarar araçlardır. Bundan nasıl kurtulabilirler, oturup bunu tartışmalıdırlar.
‘Amel-i salih’ Kuranıkerim’in en temel ama bir o kadar da yanlış anlaşılan kavramlarından biridir. Amel, fiilden farklı olarak irade ile yapılan iştir. Amel-i salih de kulun bulunduğu hal ve şartlarda Allah’ı memnun edecek en öncelikli işleri demektir. Buna göre Müslümanlar amel-i salihi hem yanlış anlamaya başladılar hem de terk ettiler. Bu yanlışı Müslümanların alimleri de yaptılar ve yapıyorlar. Küfre, şirke, cehalete ancak akıl ve ilim birliğiyle karşı konabileceğini anlamamakta ısrar ediyorlar. Bir araya gelip ‘akleden bir topluluk’, ‘rasihûn’, ‘ulü’l-elbâb’ olamıyorlar. Bu yönde teşebbüsler olursa onun da önü sinsice kesiliyor. Fırkalaşma batağına düşmeyecek olanlar öncelikle alimlerdir. Farklı düşünme fırkalaşma demek değildir. Herkeste biraz da tembellik ve hazırcılık hâkim.
Müslümanlar akıllarını kullanmayı beceremiyorlar. Aklın ve aklı kullanmanın ne demek olduğunu bile bilmiyoruz. Ya dinin esaslarını bile akılla ve yeniden kurma akılsızlığına düşüyoruz, ya da kendimizi gönüllü sürüler haline getiriyoruz.
Mürşitlerimiz, önderlerimiz eksik ve yetersiz.
Yaşadığımız geri kalmışlık sebebiyle galiplere ve onların kültürlerine karşı eziklik ve özenti yaşıyoruz.
Yaptığımız kadarıyla bile ibadetlerimiz ruhundan yoksun.
İbadeti sadece ruhu da olmayan namazdan ve oruçtan ibaret sanıyoruz. Kul hakkına riayet, gıybet etmeme, imdada yetişme, Allah için bilgi edinme, iş birliği yolları arama gibi ibadetleri ibadet olmaktan çıkarmış durumdayız.
Yeni Şafak