Bayramlık ve Kefenlik

Çok yakın coğrafyalarda çocuklar AVM’lerde koşturdular, bayramlık giysiler aldılar. İki kucağında iki bebeğine sarılıp öpmekten baygın anneler de, bayramlık yerine kefen giydirmişlerdi.

Son günlerine geldik oruç mevsiminin.

Bin renkli şu insanlık festivalinde,

O ince ritimleriyle çocukların resitalinde.

Şahittir ki tarih ve medeniyet, dünya iyi bir sınav veremedi,

Şu bir karışlık yeryüzünde,

Şu ekranların her akşam yemek masalarına dayadığı kan ve katliam görüntülerinde.

Açlığında bebelerin,

Kaburgaları, kemikleri fırladığında,

Düştüğünde kara toprağa.

Şen şatır Müslüman coğrafyanın kılı kıpırdamadı.

Olabilir, çok normal bakışları ile süzdüler,

Tahammülü zorlayan vahşet sahnelerini hatta kalkıp kapatıp,

Şen diziler, şakrak şarkılar arasında

İftarlar edildi.

Gaye morallerin bozulmamasıydı.

Madem yapacak bir şey yoktu.

Hem daha önemli konular vardı.

Borsa adım adım takip edilmekte,

Altın ve dövizin yükselişi kalpleri sıkıştırmaktaydı.

Hastanelere kadar katliamların uzandığı,

Vahşilerin insanları bombalarla ciğerlerine kadar yaktığı,

Çocukları bin parçaya böldüğü görüntüleri kimse görmek istemiyordu.

Sanki görmezse dünyadan da kaldırılabileceğini sanmaktaydı,

Oysa acının resitali binbir ezgisi ile kulakları sağır edecek kadar kuvvetliydi.

Oruç nelere tanık olmadı ki bu yıl,

Kan kusan çocukların yine de tutunduğu hayatın kıyısında,

Midesine doldurduğu çamurlu sular,

Yerlere dökülmüş unlarla karışmış toprakla karılan ekmeğin yendiği.

Ağzında sigarasıyla her bomba attığında kahkahalar atan katilleri de izledik bir film gibi.

Ocakların söndüğü, yedi kat yerin dibine geçen yuvalar yittiğinde.

Son yaşam kırıntısını da yitirenlerin başında sokak köpekleri bile yas tuttu.

Zeytin ağaçları el ele tutuşup ağlaştı.

Sadece insanlar mateme yanaşmadı.

İftarlar hazırlandı kimi yerde en lüks malzemeyle.

Kral sofralarında başları koparılmış güvercinler dolduruldu kaz ciğerleriyle.

Suları kirlenmemiş denizlerin balıkları kızartıldı tereyağında.

Şehitlerin verildiği evlerde anne olmuştu babalar bebeklerine.

Soğuktan donmak üzere olan çıplak ayaklı çocuklarını bırakıp yiyecek aramaya gidemediğinden,

Topluca ölümü bekleyenlerin çetelesi nasıl ağırdı.

Yere kazdığı mezar boyutlu çukurda,

Başına çektiği naylonu delip geçen yağmura karşın,

O toprak kümbette topladığı çalılarla ateşi yakmıştı anne kuş,

Yavruları için bir metrelik çukurda yuvasını kurmuştu.

Topladığı otlarla, koynundan çıkardığı tavada bir kaşık yemek yapabildiğinde açlıktan kaybetmeyebilecekti çocuklarını.

Tükenir miydi anne merhameti, bir sedyenin başıydı gayrı yuvası,

bombalarla evi yıkılalı beri.

Sedyeye sıralanmış eli ayağı kopmuş yavrularının başında, ağzındaki dualarla onları yaşamda sabitleme nöbeti tutmaktaydı.

Kara gözlü kız çocuğu takatsizce mırıldandı,

“oruçluyum evet ama orucumuzu açamıyoruz, iftar yapacak yemeğimiz yok, su içiyoruz”.

Çok yakın coğrafyalarda çocuklar AVM’lerde koşturdular, bayramlık giysiler aldılar.

İki kucağında iki bebeğine sarılıp öpmekten baygın anneler de, bayramlık yerine kefen giydirmişlerdi.

Coğrafya kalleş, ne diyelim.

Milli Gazete / Mine Alpay Gün