Azeri Türkleri İçin Kara Bir Gün: 26 Şubat 1992 Hocalı Katliamı

Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan savaş sırasında Dağlık Karabağ'ın Hocalı kasabasında vahşice öldürülen sivil halkın acısı tazeliğini koruyor

TASS Ajansı ile Azeri halkına seslenen Sovyet lideri Mihail Gorbaçov yüreklere su serpen açıklamasıyla Karabağ bölgesinde çatışmaların yatışması gerektiği mesajını muhataplarına net bir şekilde iletmişti:

Karabağ toprağında dört yıldır barış yok. Ateş var, can kaybı var.

Bundan sonra ne olacak? Kırgınlığın, karşılıklı hıncın önünü almak kolay değil, ama gerekli.

Bunun için de, gerçekleri kavramak gerek, Yukarı Karabağ, Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçasıdır.

Bölgede, SSCB Anayasası ile birlikte Azerbaycan Anayasası yürürlüktedir.

Karabağ’da, Azerilerle Ermenilerin birlikte yaşayıp birlikte üretmeleri tarihi bir gerçektir ve bu gerçekten kaçılmaz.

İşte bu yüzden, yaşam normale döndürülmeli, küskünlük, kin ve kızgınlık unutulmalı.

irbirinizi anlamaya, çıkmazı aşmaya çalışın. Bunu, ancak sizler gerçekleştirebilirsiniz.

Hepinize barış ve mutluluk diliyorum.

Gorbaçov’un bu açıklamasına rağmen Ermeniler, Karabağ’ı çevrelemeye çoktan başlamıştı.

Üstelik Ermeni birlikler bu kuşatma operasyonunu Sovyet ordusu ve yabancı lejyonların desteği ile süratle hayata geçiriyordu.

Azeri tarafı ise silahlı çözümden ziyade meseleyi politik yollarla çözüme kavuşturmaya çalışıyordu.

Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov

 

Gorbaçov’un “Yukarı Karabağ, Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçasıdır” açıklamalarına Ermenistan Başbakanı Vazgen Manukyan meselenin Azerbaycan ile Karabağ arasındaki bir konu olduğunu belirterek Ermenistan’ın kuşatma ve çatışmalarda bir parmağı olmadığını iddia ediyordu.

Oysa Ermenistan’ın tek amacı Azerbaycan’a Karabağ’ın müstakil bir devlet olduğunu kabullendirmekti, bu yüzden olaylarla Ermenistan’ın hiçbir ilgisi bulunmadığı tezini ısrarla sürdürmeye çalışıyordu.

21 Eylül 1991 tarihinde yapılacak referandum ile Karabağ’ın bağımsızlığını politik olarak kazanmasını hedefleyen Ermenistan, kendisini gelişmelerin dışındaymış gibi göstererek meydana gelecek sorumluluktan da kaçınmaya çalışıyordu.

Manukyan şu ifadelerle Ermenistan’ın niyetini açık bir biçimde ortaya koyuyordu:

Karabağ sorunu bölge halkının kendi kaderini belirlemek istemesi üzerine patlak verdi ve biz Karabağ halkının bu istemini destekliyoruz. Sorun, bölge halkı tarafından çözümlenmelidir.

Ermenistan’da 21 Eylül’de yapılacak referandumda SSCB’den bağımsızlık yolunda bir karar çıkması halinde, Ermenistan, Karabağ üzerinde herhangi bir hak iddiasını gündeme getirmeyecektir.

Nitekim referandum sonrası bir oldubitti ile Karabağ’ın Azerbaycan’dan kopartılma teşebbüsü Azerilerin muhalefeti ile karşılaşınca kanlı olaylar için de zemin hazırlanmış oldu.

Ermeniler çözüm sürecini kana buladı

Karabağ’ın kuşatılmasını engellemek için Rusya’nın başını çektiği bazı ülkeler harekete geçti.

Dağlık Karabağ’ın silahsızlandırılması, mültecilerin evine dönmesi ve Ermenistan’ın işgalini engellemeyi amaçlayan bir çözüm süreci başlatıldı.

Bu süreci sonuca ulaştırmak için Dağlık Karabağ’a giden heyeti taşıyan helikopter havadayken Ermeni askerlerce vurularak düşürüldü.

Böylece tüm diyalog kapıları kapanmış ve bölge tam anlamıyla Ermeni işgaline açık bir hale gelmişti.

Gelişmeleri yakından takip eden Azerbaycan hükümeti diyalog kapısının kapanması üzerine Dağlık Karabağ’ın Azeri vatanının bir parçası olduğunu ilan ederek Ermeni ilhak ve tecavüzüne meydan okuyacağını açıkladı.

Oysa Azeri hükümetinin hesap edemediği nokta ise karşısındaki düşmanın teçhizat ve savaş stratejisi açısından kendisinden çok önde olmasıydı.

Yalnızca savaş sırasında Ruslar Ermeni birliklere 1 milyar dolar değerinde orta menzilli silah ve cephane yardımı getirmişti.

Üstelik bu silahlar Azeri askeri güçlerin elindeki gibi eski ve kullanılamayacak halde değildi.

Ayrıca Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Azeri Türklerinin elindeki silahlar Ruslarca toplanmış; ellerinde yalnızca av tüfeği türünde silahlar kalmıştı.

Buna karşı Ermenilerin elinde bulunan silahlara dokunulmamıştı, bu da bir savaştan ziyade bir katliamın yaşanacağının habercisiydi.

Katliam gecesi

Karabağ bölgesindeki politik anlaşmazlık kısa sürede bir çatışma sahasına dönüşmüştü.

Ermeniler bölgeyi bir askeri ablukaya alarak Azerilere başarılı bir tecrit politikası uyguluyordu.

Yine de tam bir işgal harekâtı için aceleci davranmıyorlardı, dünyanın ve bilhassa Rusların aceleci bir hamleyi hoş karşılamayacağını biliyorlardı.

Oysa Ruslar bir askeri harekata karşı değildi ve dünyanın diğer büyük gücü olan ABD de Ermenistan ile beraber hareket ediyordu.

Dağlık Karabağ içerisinde bulunan Hocalı bir kasabadan biraz daha büyük ve 7 bin kişilik nüfusu ile gelişme gösteren bir sanayi şehriydi; fakat Hocalı’yı asıl değerli kılan sınırları içerisinde bulunan havalimanıydı.

Bu havalimanı bölgenin Azerbaycan ile tek bağlantısıydı.

Kuşatma başladıktan sonra bu havalimanı da bombalanmış; ama stratejik açıdan Hocalı’nın Azerilerin elinde bulunması Ermeniler için önemli bir risk faktörüydü.

Askeri harekat kanlı oldu

O gece Hocalı uzun süredir devam eden Ermeni ablukasının rutin saatlerinden birini yaşıyordu.

Ermeniler mütemadiyen taciz ateşinde bulunarak Azeri Türklerinin bölgeyi terk etmesini umuyordu; fakat bölge halkını korkutmayı bir türlü başaramıyordu.

O gecenin tanıklarından birisi olan Niftali Nebiyev İbadoğlu, 26 Şubat katliamını şöyle anlatıyor;

Yılın başlangıcından itibaren ne elektriğe ne de gaza sahip olan Hocalı’da tam bir karanlık hâkimdi. Ermeniler, o gece birkaç yeri ateşe vermişti. Silah sesleri ise hiç kesilmiyordu.

Biz, daha önce de defalarca yaşadığımız bu hadisenin geçeceğini ve Ermenilerin çekileceğini umarak, kaçmayı düşünmemiş, evlerimizde korku ile beklemeye başlamıştık.

Gece 1 sularında ise atışmanın bitmediğini, aksine daha da şiddetlendiğini gördük. İlk haber Qala Deresi Mahallesi sakinlerinden geldi. Bu mahallenin sakinleri, Hocalı şehrinin merkezine gelerek Ermenilerin mahalleyi bastığını, evlerini yaktığını, Hocalı’dan çıkmak gerektiğini söylediler.

25 Şubat’ı 26’sına bağlayan gece Ermeni birlikleri uzun süredir taciz ateşine tuttuğu Hocalı kentini işgal etmeye karar verdi.

Saldırıyı gerçekleştiren profesyonel Ermeni ordusuna karşı Hocalı kentini koruyan 150 kadar Azeri Türk’ü vardı ve bunların elindeki silahlar av tüfeğinin ötesine geçmiyordu.

366. Alay olarak bilinen yaklaşık bin kişilik ağır silahlı Ermeni birliği kente sızarak bölgedeki eli silahlı Azerileri etkisiz hale getirdi.

Sabah gün doğduğunda manzara korkunçtu; Azeri kaynaklara göre 1300 kişi hayatını kaybetmişti.

Ölenlerin çoğu askerlikle hiçbir ilgisi bulunmayan kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşuyordu.

Görgü tanıkları o gecede yaşanan korkunç manzarayı şöyle anlatacaktı:

Bu gördüklerim gerçek olamaz, bunlar ya beynimin bana oynadığı bir oyun ya da Azeriler çok iyi mizansen hazırlamışlar.

Öyle ya, hangi insanoğlu soğukkanlı bir şekilde elleri bile titremeden diri diri yalnızca kemikleri kalana kadar bir insanın kafa derisini yüzebilirdi?

Ya da nasıl bir insan hamile bir kadının karnını kasatura ile yarıp doğmamış çocuğu oradan alıp sonra da çocuğu süngüleyebilirdi?

Pek çok savaş öyküsü dinledim, faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı’daki gibi bir vahşete hiçbir yerde rastlamadım.

(Fransız gazeteci Jean-Yves Junet – İHH İnsani Araştırmalar Merkezi)

Ermeni gazetecinin itiraf niteliğindeki ifadeleri ise olayın hangi korkunç boyutlara ulaştığını gün yüzüne çıkartıyordu:

Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, 2 Mart günü Hocalı’nın 1 kilometre batısına 100 Azeri cesedini getirip yığdı.

Son kamyonda 10 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Yaralarına, soğuğa ve açlığa rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok zor nefes alıyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı.

O sırada Tigranyan isimli bir Ermeni asker onu tuttuğu gibi oradaki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar.

O sırada sanki yanmakta olan ölü bedenler arasında bir çığlık işittim. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm, onlarsa haçın hatırı için savaşa devam ettiler.

(Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, For the Sake of Cross)

Katliam sonrası getirilen cesetleri inceleyen Prof. R.M.Yusifov’un yazdığı rapor ise kan donduran başka bir ayrıntıydı:

Bizim birliğin adli tıp muayenesinden 181 kişi geçirilmiştir. Bunların 130’u erkek, 51’i kadındır. Bunlardan 3 kişi donarak ölmüştür. 33 kişide işkence alametleri saptanmıştır.

Bunlar arasında; başının derisinin soyulması, kadınların göğüslerinin kesilmesi, kadınların cinsel uzuvlarına ateş açılması, burun ve kulaklarının kesilmesi tespit edilmiştir.

Aynı zamanda gözlerinin çıkarılması, dişlerinin çekilmesi, erkeklerin cinsel uzuvlarının kesilmesi müşahede olunmuştur. İncelenen 31 cesette ise gülle yarası ve kesici-deşici aletlerle hasarlar olduğu saptanmıştır.

13 kişinin cesedi yakılarak kömürleştirilmiş, 12 kişi de korku ile dağlarda kaçarken donarak ölmüştür.

(The Independent)

Hocalı katliamında uygulanan işkence yöntemleri ise insanın göğsünü sıkıştıran cinstendi.

Adli Tıp Kurumunun cesetler üzerinde yaptığı incelemeler sonra bazı merhumların ölüm nedenini şöyle belirtiyordu;

İkbal Aslanov Kuluoğlu, 1970 doğumlu: Nahçıvan yolunda katledildikten sonra cinsiyet organı kesilmiş ve yakılmıştır.

Fitnat Hasanova Ahedkızı, 1940 Hocalı doğumlu: Cesedinin üzerinde zorlama izleri var, tecavüz edilmiş, gözleri çıkarılmıştır.

Gülçehre Hasanova Yakupkızı, 1968 doğumlu: Göğüs kafesinden ve karnından kurşun yarası almıştır. Sol eli kesilmiştir.

Firangül Kerimova Muhammetkızı, 1935 doğumlu: 1988 yılında Ermenistan‘dan kovulmuştu. Bedeni tamamen doğranmış, gözleri çıkarılmış, kulakları ve göğüsleri kesilmiştir.

Melahat Hümmetova Eldarkızı, 1976 doğumlu: Bedeninde çok sayıda kurşun yarası bulunmuş, gözleri çıkarılmış, göğüsleri kesilmiştir.

İmani Ağayar Salman oğlu, 1989 doğumlu (o gün için 3 yaşında): Katledilmiş ve yakılmıştır.

Allahverdi Hüseyinov Kuluoğlu, 88 yaşında: Yakılarak katledilmiştir (Arzumanlı ve Bahşeliyeve, 2008, ss.152–153).

Ingilab Aslanov, Azerbaycan Milli Ordusu askeri: Gözleri çıkarılmış, cinsel organı kesilmiş ve öldürülmüştür.

Telman Orucov Enveroğlu, 1956 doğumlu: Hocalı şehrinden çıkıp kaçmaya çalışırken Nahçivanik yakınlarında Ermeniler tarafından kurşunlanarak öldürülmüş, başının derisi yüzülmüştür.

Vidadi Mustafayev Sefaoğlu, 1963 doğumlu: Elleri telle bağlanarak başı kesilmiştir.

Hafız Nuriyev Yusufoğlu,1962 doğumlu: Elleri telle bağlanarak başı kesilmiştir.

Ahmet İlyasov Mehmetoğlu, 1968 doğumlu: Elleri telle bağlanarak başı kesilmiştir.

Cebrail Recebov Mehti oğlu, 1961 doğumlu: Tankla ezilmiş, gözleri çıkarılmış, kulakları kesilmiştir.

Bedelov Tevfik, Bakü doğumlu: Tankla ezilmiş, gözleri çıkarılmış, kulakları kesilmiştir. Tamara Memmedova Selimkızı: Gözleri çıkarılmış, göğüsleri kesilmiştir.

Bu şekilde devam ediyor…

(Derya Özkaraman – Hocalı Katliamı)

Kentin tarihçesi

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Türkiye’de bilinen yaygın kanaatin aksine Dağlık Karabağ yönetimi diye bir yönetim yoktur.

Burası tamamen Ermenistan işgali altındadır ve sonrasında bölgenin ismi değiştirerek Artsah Cumhuriyeti olmuştur.

Birçok tarihi medeniyete ev sahipliği yapmış bu bölgede Ermeniler ilk kez beşince yüzyılda yaşamaya başlamışlardı.

Dağlık bir bölgeyle kaplı bir ovanın içinde kalan Karabağ, uzun yıllar boyunca Azeri ve Ermenilere ev sahipliği yaptı.

Bölgenin demografisi ilk defa Anadolu ve İran bölgesinden gelen mülteci Ermenilerle değişmeye başladı.

Bu bölgede yaşayan Azeri Türkleri 1917 ve 1920 yıllarında Ermeni çetecilerin saldırılarına uğradı.

Karabağ bölgesi Sovyetlerin yönetimi altına girmesiyle beraber yavaş yavaş Azeri nüfusu yerini Ermenilere terk etmeye başladı.

Cumhurbaşkanı Muttalibov, Dağlık Karabağ kuşatmasını engelleyemeyince halkın tepkisi ile karşılaşarak istifa etmek zorunda kaldı.

Onun yerine Cumhurbaşkanı seçilen Ebulfeyz Elçibey Ermenilerin ancak silah kullanılarak durdurulabileceğini iddia ederek harekete geçti.

                           Ebulfeyz Elçibey 

Elçibey’in baskın harekatını beklemeyen Ermeni birlikleri bölgedeki kuşatmayı durdurmak zorunda kaldı.

Elçibey’in en büyük zaferi Lâçin’in geri alınması olmuştu. Azerbaycan bu sayede Karabağ ile arasındaki duvarı delmeyi başararak harekatın genişlemesini önlemişti.

Ne yazık ki uluslararası kamuoyunda Hocalı Katliamı’nın failleri gereken cezayı almamıştır.

Katliamda bizzat görev alan Sarkisyan gibi isimler Karabağ ile hiçbir bağlantısı olmadığını iddia eden Ermenistan’da Cumhurbaşkanlığına kadar yükselmiş ve büyük itibar görmüşlerdir.

                           Serj Sarkisyan ​​​​​​​

O korkunç günün tanıklarından Zori Balayan isimli Ermeni gazeteci yaptıkları korkunç eylemleri
şöyle yazacaktı:

Biz Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişti.

Türk çocuğu çok ses çıkarmasın diye, Haçatur çocuğun anasının kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki bu Türk’e onların atalarının bizim çocuklara ettiğini ettim.

Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybederek dünyasını değiştirdi… Haçatur daha sonra ölen Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk ile aynı soydan olan köpeklere atıldı.

(Zori Balayan, Ruhumuzun Canlanması)

26 Şubat 1992 yılında meydana gelen Hocalı Katliamı bu ve bunun gibi sayısız elim vaka ile dolu bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Independent Türkçe / Mehmed Mazlum Çelik