Avrupa İslamı Üzerine

Bir kimlik projesi olan Avrupa İslamı (Euro-Islam) Avrupa’daki Müslüman varlığının Batı’yı esas alan bir yaklaşımla şekillendirilmesini ön görüyor. Perspektif Anatomi Serisi, Avrupa İslamı kavramını masaya yatırmış.

İş Gücü Göçü Anlaşması’nın altmışıncı yıldönümünde, başlangıçta sürekli bir olgu olarak görülmeyen Avrupa’daki Müslüman varlığının kalıcılığından şüphe etmek artık yersiz. Uzun Avrupa tarihine nazaran yeni bir olgu olan bu durum hem göç kökenliler hem de ev sahibi toplumlar için gitgide karmaşıklaşan sorunlar üretmekte. Avrupa toplumları, kıtadaki göç ve başka yollarla gelişen yeni Müslüman varlığının doğuracağı riskler ve fırsatlar konusunda hâlâ hazırlıksız. Bu ülkelerde yükselen İslam karşıtı pratiklerin önüne geçilememesi hazırlıklı olunmadığının açık göstergesi. Kısacası yirmi milyon civarındaki Batı Avrupa Müslümanlarının yeni vatandaşlar olarak yaşadıkları toplumlara sosyal ve siyasal katılımları, hâlen temel sorunlar arasında.

Euro-Islam yahut diğer adıyla Avrupa İslamı; yaklaşık otuz yıllık bir geçmişi olup kabul görmüş bir tanımı bulunmayan ve daha ziyade akademik tartışmalarda gündeme gelen bir kavram. Tamlamadaki İslam’ın Avrupa ile nitelenmesinin ima ettiği gibi kavramla amaçlanan Avrupa’da yaşayan Müslümanlara çeşitli gerekçelerle yeni bir kimlik sunmak. Bir kimlik projesi olan Avrupa İslamı; Avrupa toplumlarında azınlık olan Müslümanların içinde yaşadıkları topluma katılımlarını sağlamayı vadetmekte. Bu katılımın temel özelliği ise radikalleşmeden uzak, hukuk ve düzenle uyumlu, Avrupa ahlaki değerlerine aşina Müslüman bir vatandaş ön görmesi. Bu doğrultuda Avrupa İslamı, seküler Avrupa bağlamına uygun bir Müslüman kimliğini esas almakta. Demokrasi, hoşgörü ve çoğulculuk gibi temel Avrupa değerleri söz konusu kimliğin müzakere edilemez şartlarından sayılmakta.

Birlik üyesi ülkelere göç ya da başka yollarla gelen Müslümanların, bagajlarındaki kimliksel referans ve aidiyetlerini gözden geçirmelerini talep eden Avrupa İslamı, çok çeşitli eğilim ve stratejiler içermekte. Müslümanların Batılı dünya tasavvuruna nasıl uyum sağlayacaklarına ilişkin entelektüel, akademik ve politik tartışmaların genel adı olarak görülebilecek Avrupa İslamı; “Alman”, “Fransız” ya da “İngiliz İslam’ı” vb. gibi projeleri de kuşatıcı bir kavram. Kavramla asıl vurgulanmak istenen Avrupa’daki Müslüman varlığının Batı’yı esas alan bir yaklaşımla Batılı tarzda şekillen(diril)mesi.

Avrupa’da Yeni Müslüman Varlığının Sorunları

Birinci Dünya Savaşı akabinde, 1945’te başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan toplum Müslüman nüfus bir milyondan az iken, bu nüfus iş gücü göçü ile başlayan çeşitli göç süreçlerinin katkısıyla günümüzde yirmi milyon civarında. “Avrupa’da yeni Müslüman varlığı” olarak adlandırılabilecek bu dönemin kendine has temel sorunları var. Bu sorunların birincisi birkaç kuşak yetişmiş olmasına rağmen kendilerinin hâlâ “ev sahibi” ülkeler tarafından göçmen ya da göç kökenli olarak görülmeleri. Diğer taraftan bu nüfusun etnik ve cemaat oluşumları açısından yeknesak bir bütünlük oluşturmaması da toplumsal bütünleşme açısından sorun oluşturma potansiyeli taşıyor.

50’li, 60’lı yıllarda Batı Avrupa ülkeleri iş gücü ihtiyacını karşılamak için tamamen pragmatik sebeplerle kapılarını başta eski sömürgeleri olmak üzere iş gücü fazlası olan ülkelere açtı. Ancak bu ülkeler, epeyce uzun bir süredir değişen ekonomik şartlar ve artan işsizlik oranları sebebiyle özellikle yüksek nitelikli olmayan iş gücüne kapılarını kapatmış durumda. Buna rağmen savaş, yoksulluk, işsizlik gibi sebeplerle Müslüman ülkelerdeki belli kesimler için Avrupa umut kapısı olarak görülüyor.

Doğumlar, az sayıda da olsa kabul edilen mültecilik başvuruları ve yasa dışı göç ile Batı Avrupa ülkelerindeki Müslüman nüfus artmaya devam ediyor. Bu nüfusun yeni yurtlarına entegrasyonu birçok sorun içermekteyken sağcı siyasetçilerin popülist yaklaşımlarla sorunları derinleştirdikleri; yabancı karşıtı, İslam düşmanı söylemleri yaygınlaştırdıkları görülmekte. İslamofobik şiddetin her geçen gün arttığı böyle bir denklemde Avrupa’daki Müslüman varlığının sorunları köklü yaklaşımlarla çözümler beklemekte. Her ne kadar taraflarca benimsenmemiş olsa da Avrupalı Müslüman kimliği esaslı Avrupa İslamı, böyle bir denklemde gündeme getirilen önerilerden biri.

2000’li yılların başlarında yoğun olarak gündeme gelen kavram, şüphesiz ki Avrupa şehirlerinde yaşanan terör olayları gibi Müslümanlarla ilişkilendirilen hadiselerle şekillenen konjonktürden bağımsız değil. 2004’te Hollanda’da Theodoor van Gogh’un öldürülmesi, 2005’te Londra’da meydana gelen bombalı saldırılar tüm Müslümanları ve İslam’ı suçlamak için kullanıldı. Bu olayların ardından Müslüman karşıtı saldırıların sayısı arttı.

Tekil olaylar sebebiyle göç kökenli tüm Müslümanlar sorumlu tutuldu ve İslam’ın Batı toplumlarına ait olmadığı tezi güçlendirilmek istendi. Bu olumsuz durumun akademik düzeye taşınması ise İslam’ın aydınlanma ve modernleşmeyle uyumsuz olduğu şeklinde oldu. Hatta “barışçıl Kur’an pasajları ve şeriat yasasının cihat düzenlemelerinin askıya alınması” için Müslüman topluluklar içinde reform yanlılarının desteklenmesi gerektiğini vurgulayanlar çıktı. Bu noktada kimileri tarafından Avrupa İslamı; medeniyetler, kültürler arası çatışmalar için bir çözüm önerisi olarak görüldü.

Politik Bir Öneri

Avrupa İslamı kavramının taslağı ilk defa Bassam Tibi tarafından 1992 yılında bilimsel bir projede gündeme getirildi. Bu projede kavram, Almanya’daki Türkler örneğinde “getto İslam’ı” olarak nitelenen bir tanımlamanın karşısına yerleştirilmekte. Her ikisi arasında siyasal bir rekabet olduğunu savunan Tibi; Avrupa İslamı ile “laik, kültürel, modern, ‘ehl-i kitaba’ gösterilenin ötesinde hoşgörü sahibi, çoğulcu ve İslam’ın egemenliği iddiasından vazgeçen”  bir Müslüman kimliğini kastetmekte. Böyle bir kimlik ona göre liberal demokrasi, bireysel insan hakları ve sivil toplumun gerekleriyle çatışmaz; cemaatçilikle de arasına kesin bir sınır koyar.

Avrupa İslamı kavramını kabul etmeyen ve kendi pozisyonu için kullanmayan Tarık Ramazan ise, Avrupa’da Müslüman olmak bağlamında Müslümanların Avrupa kültürü ve İslam ahlakının uyumu çerçevesinde üretecekleri projelerle toplumsal hayata katılımlarını savunmakta. Ramazan, Tibi’nin savunduğunun aksine şeriat ve cihat kavramlarını terk etmek yerine, Müslümanların bu kavramları yaşadıkları bağlamda yeniden yorumlamaları gerektiğini savunmakta. O yine Tibi’nin aksine laikliğe de karşı. Çünkü ona göre dinin toplumsal hayattan dışlanması devletin dine karşı taraf olması anlamına gelmektedir.

2005’te yapılan Almanya’daki Müslümanların dinsel yorum ve uygulamalarına dair bir alan araştırması, Avrupa İslamı olarak adlandırılabilecek bir İslam yorumunun gelişmekte olduğunu savunmakta. Genellikle Batı Avrupa toplumunun temel normlarına uyum sağlayan modern ve liberal İslam yorumları için kullanılmakta olan kavram, İslam’ın Batı Avrupa toplumları ile etkileşiminden doğan yorumlarını ifade etmek için analitik olarak da kullanılabilmekte. Müslümanların kendi sorunlarına çözüm arayışlarından ziyade, dışarıdan bakışla; liberalizm, sekülarizm ve reform vurgularıyla çoğunluk toplumunun kaygılarına hitap eder tarzda geliştirilmiş görülen Avrupa İslamı kavramı Avrupalı Müslümanların çoğunluğu tarafından benimsenmiş görünmemekte.

Tibi, Avrupa İslamı siyasetini aynı zamanda asimilasyonun önüne geçebilecek bir çözüm olarak görmekte. Bu bakışa göre, bireysel insan haklarını kullanan Avrupalı Müslümanlar, gettolaşmaya ve asimilasyona karşı oluşlarını Avrupa İslamı’yla gösterebilirler. Tibi, projesini aynı zamanda gettolaşmaya izin verdiği, kültürel rölativizmi savunduğu için çokkültürcülüğün karşısında konumlandırmakta. Onun çokkültürcülük karşıtlığının sebeplerinde biri de “İslamcı”ların çokkültürlülükten yararlanmalarına fırsat tanımamak. Sonuçta onun hedefi, Müslümanların -tanımladığı seküler Avrupalı kimliği buna izin vermese de- kendi İslami kimliklerinden feragat etmeden içinde yaşadıkları Avrupa siyasetinin birer üyesi olmalarına kapı aralamak.

Müslüman coğrafyaya bakıldığında kültürel farklılıklarla şekillenmiş Müslüman kimlikleri görmek mümkün. Bu doğrultuda Arap İslamı, Türk İslamı ya da Hint İslamı’ndan bahsedilebilmekte. Avrupa İslamı’nı savunanlar; Afrikalı Müslümanlar için Afro-İslam’dan, Türk Müslümanlar için Türk İslamı’ndan bahsetmek mümkünse Batı Avrupalı Müslümanlar için Avrupa İslamı’ndan söz etmek neden mümkün olmasın, diye sormakta. Buna karşılık İslam’ın sabit bir coğrafya ya da verili bir kültürle bağdaşık bir tarzda tanımlanmasının mümkün olmadığını savunanlar da bulunuyor. Onlara göre; Müslümanlar ne Arap ne Türk ne de İran İslamı tanımlamalarını kabul eder. Dolayısıyla Avrupa İslamı da aynı hassasiyetle reddedilir. Bununla birlikte Müslümanların, karşılaştıkları kültürel gerçekliklerle temasa geçmelerinin bir sonucu olarak farklı Müslümanlık tarzları üretebildikleri de inkâr edilemez

Sonuç

Avrupa İslamı; evrensel, çok boyutlu öğretilere sahip bir din olan İslam’ın müntesiplerine, başta Hıristiyanlık olmak üzere Batılı kültürel değerler üzerine inşa edilmiş Avrupalı kimliğini teklif etmekte. Böylelikle Müslümanların kimlik bilinci ve İslam üzerinde yorumlayıcı bir egemenlik kurmaya çalışmak gibi temel bir yanlışa düşmekte. Yine Avrupa İslamı, Avrupalı Müslüman kimliğine yer açabilmek için Kur’an ve sünnete dayalı Müslüman kimliği ile buna ilaveten siyasal söyleme sahip İslamcı kimliği arasında keskin bir ayrıma başvurmakta. Nihayetinde bütün Müslümanların kardeşliğine dayalı bir ümmetçiliği ve İslam’ın evrenselliği gibi ilkeleri savunmak her Müslüman için vazgeçilmez. Müslüman/İslamcı ayrımı ile dinin inanç, ibadet boyutları ile siyasal görüş ve dünya görüşü üreten boyutları arasında ayrım yapılmakta, ardından da bu ayrımın sosyal hayatta karşılığı aranmakta.

Müslüman karşıtı ırkçılığın giderek yaygınlaştığı bir dönemde Avrupa’daki Müslümanlardan ve onların geleceklerine ilişkin etraflı sorunlardan bahsetmek zorlaşıyor. Böyle bir durumda yapılan yeni yayınlara rağmen siyaset tekniği bir proje olarak Avrupa İslamı’nın Avrupa’daki Müslümanlarda ve çoğunluk toplumlarında karşılık bulması güç görünüyor. Bütün bunlarla beraber Müslümanların Avrupa’daki geleceklerinin neye benzeyeceği ve nasıl görünmesi gerektiği soruları hayatiyetini korumakta.

Ahmet Aslan/Perspektif.eu

İktibas