ARZA HALİFE OLMAK

Kâinatta var olan her varlığın var oluşunu anlamlı kılan bir amacı vardır. Hâlık-ı Zülcelâl mevcudatı halk ettikten sonra onları tesviye etti/ biçimlendirdi/ formatladı, onlara bir kader/ fıtrat/ ölçü tayin etti ve onlara hidayet/ doğru yaşam yolu tayin etti. Başka bir deyişle; her halk ettiğine bir ahlak takdir etti.

Semadaki varlıklar; güneş, ay, yıldız… Varlığın Sahibi’nin(c.c ) emrine amade tabiatlarının gereği seyr-ü seferlerine, arzda ise; bitkiler ve hayvanlar fıtratlarının icabı varoluşa katılıp görevlerine tesbih eşliğinde mütemadiyen devam etmektedirler. Bütün bu varlık âlemi, sema ve arz ‘merdüm-i dide-i ekvan’(varlıkların göz bebeği) olan insan için hazırlanmıştır. O vakit bu ikram ve teşrifat insanın hangi özelliği içindir?

Arz/ yeryüzü/ dünya insanın yaşam alanıdır. İnsanın var oluşunu gerçekleştirmesi için hazırlanmıştır. Var oluşumuzu gerçekleştirdiğimiz her yer bizim yaşam alanımızdır. Yüce Kudret(c.c), murad-ı ilahisi gereği arzda bir halife yaratmayı murad etmiştir. Bu muradını, teklif öncesi orada mevcud olanlara teklif etti, orada bulunanların çeşitli mülahazalarından sonra bu göreve insan talip oldu. Bu görevi kabul eden insan, bu göreve uygun teçhiz edilerek ahdinin gereğini yerine getirmesi için görev yerine buyur edildi. Cennet denilen bu yerde insan ilk tecrübesinde şeytanın yönlendirilmesiyle ölümcül olmayan ama kontrol edilemezse sonu hüsranla sonuçlanacak bir darbeye maruz kaldı. Yaşadığı maddi ve ruhi tecrübelerden, zaafını kabullenerek yaptığı tövbesinden sonra Merhametlilerin Merhametlisi(c.c) varlığın göz bebeğine kıyamadı;  “kelimat” ikramıyla ikinci imtihan yurdu yeryüzünde ahdine sadakatini göstermesi için ona yeni bir lütufta bulundu.

İnsanı diğer yaratılmışlardan ayıran en önemli özelliği ‘irade sahibi’ olması sonrasında da sorumluluk altına girdiği ‘ahdi’ dir. Diğer varlıklar görevlerini gayr-i iradi olarak yerine getirmektedirler. Onlar Allah’ın teklifine de olumlu cevap veremediler. Bu ahdin/ sözleşmenin gereğini insan yüklendi. Arz bütün imkân, teşrifat ve güzelliğiyle insanın yüklendiği bu hilafet görevi için hazırlanmıştır.

Hilafet Allah’ın adına, Allah’ın adıyla yeryüzünde bulunmaktır.
Halife olmak, Allah’ın tecelligahı olan bu kâinatta fıtratına, ahdine sadık kalarak var olmaktır. Var oluşa bu mükellefiyetle katılmaktır. Halife olmak, kendini tanımakla, bilmekle başlar. Hizmetine musahhar kılınmış kainatı anlamaya, zübde-i alem olan nefsindeki ve dışındaki ayetleri okumayla devam eder. Buradan kalkarak benliğinin, varlığın farkına varmak, ‘ben kimim, nereden geldim, neden buradayım, nereye gidiyorum ve bu hal neyin nesi’ sorularını sormak ve bu soruların cevabını bulmak için tefekkür, tedebbür ve tezekkürde bulunmaktır.

Kendini bilmek kâinatı okumak
Tefekkür, tedebbür, tezekkür süreci insanın kendinin farkına varmasıyla sonuçlanmalıdır. Kendinin farkına varmasını sağlamayan düşünce ameliyesi zayia bir uğraştır. Hakikat için sorulmayan sorular ve verilmeyen uğraşlar şeytanın kandırmacasıdır. Kendini bilmeyen hiçbir şeyin hakikatine eremez. Kendini bilmek, sahipsiz olmadığının sırrına ermektir. Gerçek hakikat budur. Buna ulaşmanın imkânları öncelikle kâinatta mündemiçtir. Kâinat Rabbimizin en büyük kitabıdır. Okumaya buradan başlamak gerekir. Bu kitabı okumaya cehd etmeyenler, Vahiy Kitabı’nı da okuyamazlar/ anlayamazlar. Buradaki ayetleri/ işaretleri okumakla, hikmeti, nizamı çözmekle başlamalıyız işe. Allah önce bu ayetlerle nida ediyor/ sesleniyor bizlere. Bu sesi, bu sözü, bu mesajı duymak ve anlamak zorundayız. Bunu yapınca bu çözümlemeyi hakkıyla yerine getirince tek bir şey kalıyor, bu düzene dâhil olmak. Bu düzene dâhil olmak İlahi Nizam’a şahit olmaktır. Bu düzene dâhil olduğumuzda ahdimize sadık kalmak için büyük bir imkân yakalamış oluyoruz. Bundan sonrasında, bu imkânla kâmilen mücehhez olanların karşılaştığı ikrama kavuşmak için Sahibimizin Hitabı’na kulak vermek, kâinat kitabını okuyanlara ikram ettiği Kerim Kitap’la müşerref olmak kalıyor bize.

Kainat kitabından Kerim Kitaba
Kâinat kitabını ve kitabın bir ayeti olarak nefsini/kendini kıraat edenler, Rablerinin ‘İkra’ nidasına mazhar olurlar. Mazhar olmak bir seviyedir, bu seviyede insan Allah’ın ikramıyla şereflenir. Bu ikram vahiy nimetidir. Kendini bilen, iradesiyle kâinat nizamının bir parçası olduğu şuuruna varanlar bu nizam üzere devam etmeleri için vahyin rehberliğine teslim edilirler. Bu teslimiyet, temsiliyetle sonuçlanmalıdır. Nasıl kâinattaki her varlık Allah’a teslimiyetle ifsat tuzağından kurtulduysa bu varlığın parçası insan da aynısını yapmalıdır. İnsan/Halife olmasından mütevellit bunu iradesiyle gerçekleştirmelidir. Teslimiyet ve temsiliyet gayreti bizi, dalalete düşmekten koruyacaktır. İkramına hamdle karşılık verenleri Rabbimiz başka ikramlarla destekleyecek ve söz verdiği nasırla fethe ve felaha ulaştıracaktır. Bu davranışın/ duruşun has misalleri “usve-i hasene” olan Resullerdir.

Halife ve Hilafet
Halife olmak ahde sadık kalmaktır, ahdin gereğini yerine getirmektir. En yakınımızdan, ayağımızı bastığımızdan yerden başlamak üzere bütün bir yeryüzüne karşı sorumlu olma bilincidir. Halife olmak, Allah için var olmaktır. Allah’ın kâinat emanetine, vahiy emanetine ihanet etmemektir. İhanet etmek, varlığı, emanet edilenleri amacının dışında istismar etmektir. Hain olmamak için; Allah’a, insana ve kâinata sadakat ve sorumluluk ahlakıyla davranmalıyız.
Arzda halifelik görevini hakkıyla ifa etmenin imkânı, fıtratı bozmadan iman etmek ve İslam’a teslim olmaktan geçmektedir. Bu imkânlarla mücehhez olarak üstlendikleri görevi hakkıyla yerine getirenler ancak Hilafet sorumluluğunu yüklenmeye de aday olabilirler.

Nefsini arındırmayanlar, sözüne sadık kalmayanlar, adaletle hükmetmeyenler, kendisine verilen nimetlerin Rabbinden olduğunu bilerek hamd ile tesbih etmeyenler, ‘Hilafet’ makamına layık değildirler ve ona nail de olamazlar. Bu vasıflardan, erdemlerden mahrum olanların Hilafet makamında bulunmaları bir işgaldir. İşgaller zorla gerçekleşir. Her zorba da arzda fesadı yaygınlaştırır.