“Ârun Aleyküm, Ârun Aleyküm, Ârun Aleyküm!”

“Ârun aleyküm” diyor bedenleri küçücük, yürekleri mangal gibi büyük cesur yiğit çocukları, bedenleri irileşmiş korkularının, kaygılarının, kazanımlarının esiri/mahkumu/madunu olmuş, rezileti izzete, sinmişliği/maslahatçılığı azimete, onursuzluğu şerefe ve dünyayı ahirete tercih eden zavallı ve bir o kadar da korkak biz Müslümanlara.

Yeryüzünde öyle bir parçadır ki Filistin toprakları; son yüzyılın en çok acı, gözyaşı ve kan deryalarına şahit kılınan. Yeryüzünde başka hiçbir toprak parçası yoktur ki kendinden bu kadar söz ettirsin, gündem olsun, hakkında yazılar kaleme alınsın, akademik çalışmalar yapılsın, şiirler/şarkılar/marşlar/ağıtlar yazılsın/yakılsın, konferans/panel/sempozyum ve açık oturumlar düzenlensin. Siyonist Yahudi terör örgütü İsrail kendine yurt edinmek için seçtiği bu topraklarda insanlık tarihinin nadir şahit olduğu zulmü, terörü, işgali, vahşeti, barbarlığı, katliamları, soykırımları anlamlı-anlamsız, mantıklı-mantıksız, gerekçeli-gerekçesiz icra etmekten zerre kadar tereddüt etmemiş ve bugünü dünden daha kanlı eylemleriyle sürdürmüş, sürdürmeye de devam etmektedir.

Makalemizin başlığına konu olan hadise de bu toprakların onlarcasına, yüzlercesine, binlercesine, on binlercesine şahit olduğu olaylardan sadece biri. Bundan yirmi küsür yıl önce (çeyrek asra yakın) işgalci/katil İsrail terör örgütünün teröristlerince babası “esir alınarak” “esarethane”ye konulan küçük bir kız çocuğunun gözyaşları eşliğinde yüreğinin derinliklerinden gelen sesle tüm dünyaya bir seslenişi, adeta haykırışı olan şiirden alınmış bir cümle.

“Ârun aleyküm!” diyor bu Filistinli cesur yürekli kız, utanma duygusu azıcıkta olsa kalan varsa “Utansın” diye. Bu haykırış insanlığını, vicdanını, merhametini, adaletini yitirmemiş tüm insanlığa yapılan bir çağrıdır. Bu sesleniş sinmiş, korkak, hesapçı, çıkarcı, bencil insanlığını yitirmiş mahluklara değil şüphesiz. Aslında o yaşı küçük, yüreği büyük kız çok iyi biliyor ki ne yaparsa yapsın, nasıl haykırırsa haykırsın sesini duyacak, acısını dindirecek, yeni acıların yaşanmasını engelleyecek en az kendisi kadar cesur bir ses çıkmayacak, bir el uzanmayacak. O çok iyi biliyor ki; kınamalar, lanetlemeler, hukuka saygı çağrıları yapılacak, hiçbir anlamı ve önemi olmayan yaptırım kararları alınacak uluslararası kuruluşlardan, diplomasiler kurulacak bu vahşetin/barbarlığın durması için… vs. Sonuç şimdiye kadar ne yaşandıysa daha acıları yaşanmaya devam edecek. Özetle; o küçük kız çok iyi biliyor ki koskoca “devletlüleri” dâhil hiçbir kurum ve kuruluş bu terör yapılanmasına anladığı dilden hitap etmeyecek.

Dünün o cesur küçük kızı büyüdü ve bugünün Gazze’sinde yaşananların şahidi oldu. Aslında çeyrek asırlık geçen süre zarfında onun yaşadığı topraklarda müspet anlamda değişen hiçbir şey yoktu. Dün kendisi sadece esir edilen babası için bu feryadı figanı yaparken bugünün bedeni küçük, yürekleri büyük Gazze’nin çocuklarının cansız bedenleri birer birer toprağa düşüyor Firavunları, Moğolları, Hitleri bile mumla aratan çağın tağutlarının, canilerinin, katillerinin, belhüm adal varlıklarının emir ve talimatlarıyla. Babasından, annesinden, kardeşinden, yakınlarından, evinden, yurdundan, yuvasından koparılan küçük bedenler o gözlerine sinmiş dehşetle bakıyor etrafına “ne oluyor” diye… Cevabını bulmasının imkansız olduğu küçücük tertemiz zihninde yoğruluyor koca koca sorular. Anlam bulmaya çalışıyor yaşanan tüm bu vahşetlere, barbarlıklara, katliamlara…

Gazze’nin tüm çocukları haykırıyordur “ârun aleyküm” diye İslam ülkelerini yöneten ve Firavun Netanyahu’nun “oturun oturduğunuz yerde, aksi halde o koltukları rüyanızda dahi göremezsiniz” kabilinden tehdit savurduğu korkak/çıkarcı/hesapçı liderlerine. Bir lokma ekmek ve bir yudum içecek su dahi bulamadan son nefeslerini veren Gazze’li yavruların “ârun aleyküm” nidaları yükseliyor adeta arşı alaya, her türlü konforun egemen kılındığı salonlarda “Gazze’ye çözüm üretme” komedyasını oynayan İslam ülkelerinin muktedir olamamış iktidarlarına. “Ârun aleyküm” nidaları yükseliyor Gazze’den, Siyonist Yahudi katiller topluluğu İsrail ile ticari ilişkilerini sürdüren ve onlara her türlü ekonomik desteği sağlayan kuruluşların mallarını alıp satan, kullanan iş adamlarına, tacirlerine, vatandaşlarına. “Ârun aleyküm” çığlıkları atılıyordur Gazze’nin her tarafına dağılmış çocukları, ülkelerindeki siyasi iradeyi rahatsız edip harekete geçirme potansiyelleri ellerinde olmalarına rağmen, teşkilatçılık oynamaktan öte bir şey yapmayan vakıf, dernek, tarikat vs. yapılanmaların kanaat önderlerine ve müntesiplerine. Ve “ârun aleyküm” diyor bedenleri küçücük, yürekleri mangal gibi büyük cesur yiğit çocukları, bedenleri irileşmiş korkularının, kaygılarının, kazanımlarının esiri/mahkumu/madunu olmuş, rezileti izzete, sinmişliği/maslahatçılığı azimete, onursuzluğu şerefe ve dünyayı ahirete tercih eden zavallı ve bir o kadar da korkak biz Müslümanlara.

Zihinsel sömürüye uğramış, düşünce sistemi iğdiş edilmiş, inanç dünyası sentezlenmiş, Ali Şeriati’nin tespiti ile “bir”in önündeki sayısız “sıfır”dan ibaret olan, kemiyeti ile koca koca devletlerden ve halklardan oluşup, keyfiyet itibariyle yok hükmünde olan, İslam dünyası diye tanımlanan güruhun bu vahşet, barbarlık, katliam ve soykırım karşısındaki sessizliğini, eylemsizliğini, tepkisizliğini anlatacak, izah edecek bir kavram var mıdır acaba lügatlerde. Hamas’ın izzet, şeref, haysiyet ve onur yüklü kıyamı bir turnusol görevi görmekte çağımızın yaşayanları ve bu vahşete şahit kılınanları için. İslam dünyası Filistin/Gazze/Hamas konusunda üçe bölündü adeta. Birinci grup şovdan/gösterişten uzak, mütevazi, vakur ve ilkeli duruşuyla amasız, fakatsız, velakinsiz bu kutlu kıyamı ayakta alkışlayıp, maddi/manevi tüm desteğini bu kutlu cihad için seferber etmekten imtina etmeyecek, yüreği/kalbi o mücahitlerle atan, aklı/fikri hep o topraklarda olan, çaresizliğin verdiği acıyla/sancıyla evinde oturup dualarını Rabbine arz eden küçücük bir azınlık. İkinci grup ise bu topaklarda verilen mücadeleyi haklı bulmasına rağmen Hamas’ın ortaya koyduğu tepkiyi yersiz ve gereksiz bulup “şimdi sırası mıydı” kabilinden sözler sarf eden, çıkarının, konforunun, kazanımlarının kaybolmasından Allah’tan daha fazla korkan, bencil, kimliksiz, karaktersiz ve kişiliksiz korkaklar. Üçüncüsü ise kendine “Müslüman” denmesine rağmen zihni, kalbi, yaşam tarzı, tercihleri, duruşu ile Siyonist Yahudi’den zerre kadar farkı olmayan ikiyüzlü, münafık tipler.

Bugünün Gazze’sinde yaşananları anlayabilmek, anlamlandırabilmek için dünün Filistin tarihine şöyle kısaca bir göz atmamız yeterde artar bile. Bir İngiliz üst aklı olan Bolfour deklarasyonu ile başlayan Filistin topraklarının Siyonist çete tarafından işgali, yaşanacak büyük katliamların da habercisiydi adeta. Bu topraklarda 1948’de yaşanan “Deyr Yasin”in, “el Nakba”nın (büyük felaket) üzerinden yetmiş altı yıl geçti. Bunun hesabı sorulamadığı ve katillere anlayacağı dilden cevaplar veril/e/mediği için “Sabra ve Şatilla” katliamları geldi kırk iki yıl önce. 2002 de gerçekleştirilen “cenin katliamı”nda şehit edilen ve sürgün edilen binlerce insanın acı dramının üzerinden bile yirmi iki yıl geçti. Ve defaatle yapılan Gazze saldırılarında verilen kurbanlarda kimseyi harekete geçmeye yetmedi ne acıdır ki. Nice kamplar, evler, mescitler, mekanlar basıldı, nice küçücük bedenler büyük acılar ve travmalar yaşadı, nice canlar toprağa düştü, nice ocakları ateşler sardı, nice mahremler kirletildi bu Siyonist Yahudi katiller topluluğu tarafından tüm dünyanın gözünün içine baka baka. Şeyh Ahmet Yasin “ümmetin sessizliğini” Rabbine şikâyet etmişti belki bir şeyler değişir diye. Nice binlerce, on binlerce masum/günahsız çocukların haykırışı yükseldi adeta “kaderleri kılınmış” gibi bir telakkiyle hareket edip hiçbir şey yap/a/mayan İslam ülkelerinin liderlerine ve halklarına. Netice itibariyle canilerin, katillerin, barbarların insafına bırakılarak adeta ölüme terkedilmiş bir millet, genelde vicdanını, merhametini, adaletini, insanlığını yitirmiş tüm insanlığa ve özelde de İslam toplumlarına hep bir ağızdan haykırıyorlar “Ârun aleyküm!” diye, azıcıkta olsa utanmanız kaldıysa “utanın!” diye vesselam.

Haber Duruş / Mustafa Doğu