ALLAH KORKUSU

 
Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa, artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.(79/40-41)
Giriş:
Allah korkusu konusunun takva eğitiminde merkezi bir konumu bulunmaktadır. Bu tek başına Kuran’daki konuyla ilgili ayetlerin çokluğundan bile anlaşılmaktadır. Kuran’da Allah korkusundan bahseden ayetler Allah sevgisini ele alan ayetlerden.[1] Allah sevgisi en yüce hedef olmakla birlikte Allah korkusu ile ilgili ayetlerin daha çok olmasının bir hikmeti olmalıdır.
Korku insanın fıtratında bulunan bir duygudur. Korku duygusunun hikmeti insanı tehlikelere karşı uyarmaktır. Hayat bir imtihan olduğundan ve bu imtihanı kaybetmek insan için büyük bir tehlikeyi beraberinde getireceğinden dolayı Allah’la ilişkilerimizde korku duygusu üzerinde daha çok durulmuştur. İmtihanı kaybedenleri azabın beklediğini bildiren Kuran, insandaki korku duygusunu harekete geçirerek onu tedbir almaya yönlendirmektedir. Bu açıdan korku bir rahmete dönüşmekte, Allah korkusunun bu kadar çok hatırlatılması Allah’ın sevgisinin bir tezahürü olmaktadır.
Kuran’da havf, haşyet ve ittika kelimeleri korku duygusu bağlamında en çok kullanılan kelimelerdir.
1. İttika(sakınma duyarlılığı):
İttika[2] kök anlamı itibariyle sakınmak ve korunmak demektir. ‘Korku’ diye çevrilmesi aslında yanlıştır. Allah’ın azabından sakınmak ve korunmak anlamındadır.
İttikanın olması için önce korku duygusunun oluşması gerekir, daha sonra bu korku duygusu insanda sakınmaya/ittikaya yol açmaktadır. Dolayısıyla korku sebep sakınmak/ittika/takva sonuçtur. Haşyet sebep, ittika sonuçtur. Sevgi[3] sebep, ittika sonuçtur.
Takva ‘korunma’, ‘sakınma’ anlamına geldiğin­den, kişiye zarar verecek tehlikeli şeylerden korkmak ve çekinmek de bu kavramın anlam sahası içine dahil edilmiştir.
İttika bir kurşundan sakınmak için bir hendeğe ya da bir duvarın arkasına sığınıp korunmak gibidir. Kurşunun isabet edeceğinden korkmayan kişi duvarın arkasına saklanıp korunmaya(ittika etmeye) çalışmaz. Kaza yapma ve kaza sonucunda yaralanma korkusu olmaksızın trafik kurallarını çiğnemekten sakınmaz insan. Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemekten sakınmak(ittika-takva) için de önce korku(havf) ve haşyet(saygı) duygusunun oluşması gerekir
Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin.(3/102.)
 
O halde gücünüzün yettiği kadar[4] Allah’tan sakının(Fettekûllâhe mastata’tum), dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(64/16)
Bu iki ayet ittika’nın kalite standartını belirlemektedir. Bu ayetler bize dolaylı olarak laçka, gafletle iç içe, yarım yamalak, kara düzen, üstün çabadan uzak, ucuzcu, hep kolaya kaçmacı, titizlik ve incelikten yoksun bir kulluk hayatının onaylanmadığını bildirmektedirler.
2. Havf (‘azab korkusu’):
Havf, kişinin Allah’ın sevmediği, hoşlanmadığı şeylerden sakınmasını ve uzak kalmasını sağlayan, gönlün derinliklerinde yalın haliyle korku duygusunu anlatan kelimedir.
Bu yüzden Musa, içinde bir korku hissetti(hîfeten Musa). “Korkma”(lâ tehaf) dedik. “Muhakkak sen üstün geleceksin.” (20/67-68)
Bu ayet havf kelimesinin yalın anlamıyla korku duygusunu ifade ettiğini göstermektedir.
Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar ve azabından korkuyorlar(ve yehâfûne azabehu). Şüphesiz senin Rabbinin azabı korkunçtur. (17/57)
Bu ayet de, havf kelimesiyle ifade edilen ‘Allah korkusu’nun onun azabından korkmak anlamında olduğunu ortaya koymaktadır.
Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana(hafe makame) ve tehdidimden korkana (ve hafe vaîdi) (bir ayrıcalıktır).(14/14)
 
Ahiret azabından korkan için(li men hâfe azâbel âhırati) bunda kesin ayetler vardır. O, bütün insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, gözlemlenebilen bir gündür.(11/103)
Son iki ayette korkunun:
  1. Allah’ın makamından
  2. Allah’ın tehdidinden
  3. Ahiret azabından olması gerektiği dile getirilmektedir.
Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah, kendi kullarını bununla tehdit edip korkutuyor(zâlike yuhavvifullahu). Ey kullarım öyleyse Benden sakının (fe ittekûni).(39/16)
Bu ayette Allah insanları cehennemdeki azab ile korkutuyor. Burada havf ile ittika arasındaki ilişki göze çarpmaktadır. Başta da belirttiğimiz gibi korku duygusu sakınmaya/takvaya götürmektedir.
3. Haşyet (‘saygı korkusu’):
 
Haşyet, ‘saygı ile karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir’(Rağıb). Haşyet azaba uğrayacağından dolayı korku değil, Allah’ın büyüklüğünün, azametinin karşısında kalpte hissedilen saygının yol açtığı bir korku/ürperti halidir.
Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı(min haşyetillah) ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler(yetefekkerune) diye, insanlara böyle örnekler veririz.(59/21)
 
Bu ayet haşyet duygusunun ideal anlamda hangi boyutlarda olması gerektiğine dair çok çarpıcı bir misal vermektedir. Ve bu misalin üzerinde tefekkür etmemiz istenmektedir. Bu tefekkürün bir hasılası olmalıdır!
 
Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri haşyet içindedirler, kötü hesaptan korkarlar(yahşavne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb).(13/21)
Bu ayette hem haşyet hem havf kullanılmıştır. Her ikisi de aynı anlam sahasına düşmelerine rağmen haşyet kelimesihavf’tan farklıdır. Havfin hesap günü korkusuyla bağlantısı, haşyetin Allah’ın zatı ile bağlantısı dikkat çekiyor.
Allah’a ve Peygambere itaat eden, Allah’tan haşyet duyan ve O’ndan ittika eden kimseler, iste onlar kurtulanlardır. (24/52)
 
“Ben hepinizden çok Allah’tan haşyet duyan ve ittika edeninizim”(Buhari, Müslim)
Bu ayet ve hadiste de haşyetin ittikaya yol açtığına dair bir işaret bulabiliyoruz.
 
4. Korkunun fonksiyonu:
Kuran’da korku konusu sevgi konusundan daha fazla geçiyor demiştik, çünkü korku insanı frenlemede daha kısa ve pratik bir yoldur. İnsan tabiatı korku duygusunu daha kolay oluşturabiliyor. Sevginin oluşumu daha zordur, daha fazla çaba ve ruh inceliği gerektiriyor. Korku bu açıdan insanda daha hızlı dikkatlilik, uyanıklık oluşturduğundan, insanın en çok yaptığı dünyaya dalmak zaafından korku duygusu ile daha kolay kurtulabilmektedir.
Kuran’daki korku eğitimi ile amaçlanan, insanları:
·         Günah işlemekten uzaklaştırmaktır.
·         Emirleri titizlikle yerine getirmelerini sağlamaktır.
·         Laçkalık ve laubalilikten kurtarmaktır.
‘Rabblerinin huzuruna döneceklerinden ötürü, yürekleri çarparak vereceklerini verirler.’(23/60) meâlindeki ayet ile ilgili Hz. Aişe’den şöyle bir rivayet aktarılmaktadır: ‘Bu âyet nâzil olunca ‘âyette zikredilenler, zina etme, hırsızlık yapma, içki içme gibi haramları irtikap edenler midir?’ diye Rasûlullah’a sordum.’ ‘Hayır ya Aişe, ayette anlatılmak istenen, namaz kılıp, oruç tutup sadaka verdiği halde, kabul olup olmaması endişesiyle tir tir titreyenlerdir.’ buyurdular.’(Tirmizi)
 
Bu hadis korkunun üzerinde bu kadar durulmasının sebebinin müminleri laçka bir kulluk hayatından sakındırmak olduğunu göstermektedir. Yani korkunun alanı sadece bildiğimiz birkaç büyük günahla sınırlandırılmamıştır.
 
5. Allah korkusunun zayıflığının sebepleri:
Allah’ın rahmetine güven:
Korkuyu zayıflatan faktörlerden birisi, Allah’ın rahmetine -Kuranî ölçüleri gözetmeksizin- güvenmektir. Şeytan akli argümanlarla bu konuda bizi kandırıyor, örnek olarak: ‘Farzları yapıyorum[5], büyük günahım yok[6], faaliyetlere katılıyorum[7], 5-10-20 senedir böyleyim[8]’ vb. ‘lehimizdeki’ argümanlarla sanki fazla korkmamıza gerek yokmuş, cenneti neredeyse garantilemişiz gibi bir haleti ruhiye oluşturuyor. Halbuki kendimizi sahabe ile kıyaslarsak kulluk performansımızın hiçte o kadar iyi olmadığı görülür. Artı yaptığımız amellerin ne kadar kabul edildiğini de bilmiyoruz, gelecekte ayağımız kayıp yanlış yola düşme tehlikesi de mevcuttur.
Dolayısıyla biz Allah’ın merhametli oluşunu doğru anlamalıyız. Allah kendini düzelten gayret sahiplerini bağışlayacağını söylemektedir:
Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (16/119)
Ayrıca kusurlarımızdan dolayı ceza görmesek bile Allah’ın bize bu kusurlu halimizi soracağını düşünmek bile utanma korkusu oluşturmalı bizde. ‘Zerre miktarı şer sorulacak’ ayetine bakılırsa, sonuç itibariyle Allah o kusurlarımızı bağışlasa bile O’nun huzurunda mahçup düşme korkusu kalbimizde mevcut olmalıdır. Mahlukatın birçoğundan üstün kılınmış olan insana Rabbisi karşısında yakışan bu değil midir? Allah’ın bu kadar affediciliğine, merhametine ve bize bahşedeceği sonsuz cennet hayatına karşı hürmeten biz de halimizle ‘Ya Rabbi bu duyarlılık da bizden olsun’ dememiz gerekmiz midir?
Atıl bırakılmış duygu dünyası:
Bizde genel olarak duygusal boyut zayıf durumda olduğundan dolayı, korku hissi de bu genel atmosferden nasibini almaktadır. Kalplerimiz katılaşmış durumda, fakat biz farkında değiliz.
Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla(min haşyetillah) yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.(2/74)
Kalpteki rikkat konusunda tevhid önderi ve örneği Hz. İbrahim’den (a.) ders çıkarabiliriz:
İbrahim’in korkusu gidip kendisine müjde gelince, Lut kavmi hakkında bizimle mücadeleye girişti (yucâdilunâ fî kavmi lût). Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah’a) yönelen biriydi. (11/74-75)
Hz. İbrahim’de hem tavizsiz bir put kırıcı özelliği hem de alabildiğine bir merhametlilik vasfı bir bünyede toplanmaktadır. Put kırıcı bir Peygamberin bu merhamet sıfatını biz neden örnek almıyoruz? Hz. İbrahim gibi bırakın gayri müslimlere karşı merhametli olmayı, biz müminlere karşı bile merhametli ve insaflı değiliz. Böyle bir duygu dünyasında korku duygusu da yeşermez sevgi duygusu da. Sorun bir bütün olarak duygu dünyamızla ilgili bir sorundur. Duygulu olmanın zaaf telakki edildiği ve artı tasavvufa vb. diğer karşıt görüşteki cemaatlere benzeme endişesinden dolayı uzak durulduğu bir fikri muhit içinden geldiğimizden dolayı duygularımız tutukluk yapıyor. Halbuki dinin yarısı akılsa, diğer yarısı da duygudur. Biz bir bütün olarak dini yaşamakla mükellefiz.
 
Emniyet hissi bizi aldatıyor:
 
İnsanoğlu somut tehlikeyi mesela polis korkusunu kolay hissedebiliyor fakat Allah korkusu soyut kalıyor. Halbuki bu korkuyu da daha somut hissetmeliyiz, cezaya çarptırılma korkusunu sadece ahirete havale etmemeliyiz. Bu dünyada da Allah’ın bizi cezanlandırabileceğini düşünmeliyiz, polis bir yanlış yaptığımızda bizi hemen kolumuzdan tutup götürebilir, benzeri bir korku Allah’la ilgili de olmalıdır.
Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız.(17/68-69)
Duygulara zaman ayırmamak:
Korku duygusunu beslemek, geliştirmek için boş zamanımızı ayırmak gerekmektedir. Namaz için 5 vakit mecburi olduğundan insan ister istemez namaza vakit ayırıyor. Tıpkı bunun gibi korkuyu güçlendirmek için de özel olarak onun için vakit ayırmalıyız. Boş kaldığımız vakitlerde içimize yönelip korku duygumuzun hangi durumda olduğunu gözlemlemeli, eğer bir zayıflık mevcutsa bunu güçlendirmek için bu duyguyu besleyecek olan malzemelerle kalp sistemine girdi sağlamamız gerekmektedir.
6. Korkuyu güçlendirmenin yolları:
Allah korkusunu güçlendirmek için önce Allah’ın nasıl bir korkuyu hak ettiğini tasavvur etmek lazımdır. Zihnimizde ideal anlamda olması gereken korkunun resmini çizmeliyiz, bu korkunun boyutlarını hayalimizde canladırmalıyız. Kişi kendi realitesi ile ideal arasındaki uçurumun boyutlarını idrak ettiği ölçüde arayı kapatma gayreti içine girer. Bundan gafil olanın kapatacağı bir ara da yoktur. O halinden memnundur. Göstereceğimiz gayretin oranı bu idrake dayandığından sık sık ideal korku ile reel korkumuzu kıyaslamalıyız.
Allah’ın korkulacak bir varlık olduğunu[9], onun azametini, kuvvetini vs. düşünerek ve bunu canlı tutmak suretiyle bu duyguyu güçlendirebiliriz. Örneğin başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda bir büyük asteroitin yer küresine o an düştüğünü ve çarptığı zaman nasıl korkunç bir etkinin meydana geleceğini tahayyül edebiliriz. Allah istese bizi bir anda yok eder vb. örnekleri aklımıza getirerek iç dünyamızda bir korku atmosferi inşa etmeliyiz. Kuran’da verilen fırtınalı denizde gemi yolculuğu örneğine benzer şekilde, nefsimizde mevcut olan ayetin parmak bastığı bu mekanizmadan yararlanmalıyız.
Haşyet duygusunu güçlendirmek:
Haşyet duygusu yüceliği idrakten neşet eder. Yüceliği idrak ettiğimiz ölçüde haşyetimiz artar. Haşyetin güçlenebilmesi için Allah’ın azametini idrak faaliyetini artırmamız gerekmektedir. Azameti idrak ise kainattaki ayetleri tefekkürle gerçekleşir. Tefekkür hisleri devreye sokar, bu hisler de ürperti(haşyet) meydana getirir.
İnsan kainattaki bir hadiseyi müşahede ettiği zaman o hadiseyi yaratanın ne kadar yüce/alî olduğunu anlar. Yaşadığımız sorun aslında şudur: Biz tabiattaki nesnelerin bir çoğunu kanıksamış durumdayız. Güneş, ay, yıldızlar, denizler, yağmur, ışık, bitkiler, hayvanlar vb. ayetleri ‘görmeyen’ bir göze sahibiz. Kuran’daki ayetleri yüzünden/anlamadan okuyan bir insan gibi biz de kainattaki ayetleri yüzünden okuyup geçiyoruz.
Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.(22/18)
Yaratıcının gücü karşısında hayranlık duymuyoruz. Mükemmel surette yaratılmış olan bu varlıklar karşısında şaşırıp kalmıyoruz. Bunları yaratanın gerçekte ne kadar mükemmel, kudretli, övgüye layık, kusursuz, yüce bir varlık olduğunu o gözlemin içinde fark etmeye, itiraf etmeye, şahitlik etmeye yanaşmıyoruz. Asıl insanı yükselten an’ın o nazar ve tefekkür anındaki yaşanan ‘Allah’ın yüceliği hakikatinin’ idrak edildiği an olduğundan habersiziz.
Şu ayet ne demek istediğimize dair bir işaret sunuyor:
Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: ‘Bizim gözlerimiz döndürüldü. Belki de biz büyülenmiş bir topluluğuz’ derler.(15/14-15)
İnsanoğlunun uzaya çıktığında karşılacağı kainat manzarasının ne denli etkileyici/büyüleyici olduğunu anlatan bu ayeti, insanın ‘mucizevi manzaraları/ayetleri’ ne kadar çabuk unutabildiği/kanıksadığı şeklinde de yorumlayabiliriz. Aslında her gün yeni bir sabaha uyanmamız, her gün ışığın bizi ısıtması ve bütün tabiattaki olayların ahenkli bir şekilde hayatı meydana getirmeleri başlı başına ‘büyülenmek’/etkilenmek için bir vesiledir. Uzay manzarasını ilk müşahede ettiği zaman etkilenen insan, orada sürekli yaşasa belli bir zaman sonra onu da kanıksar, oradaki Allah’ın yüceliğine olan işaretleri unutur, görmezlikten gelmeye başlar.
İşte insandaki bu zaaf bilinçli ve hedefli tefekkür faaliyetleriyle giderilebilir. Tefekkürün önemi aynı zamanda bu sebepten kaynaklanmaktadır. Kanıksadıklarımızı yeniden farklı bir gözle müşahede etmek için tefekküre ihtiyacımız vardır.
Karıştırılmaması gereken önemli bir nokta da şudur: Allah’a iman etmekle hemen ideal anlamda Allah’a karşı haşyet sahibi olunmuyor. İman ayrı haşyet/ittika ayrıdır. Bu noktayı şu soruyu sorarak daha iyi anlayabiliriz: Kendisine iman edenleri Allah neden sürekli olarak kendisinden sakınmaya/ittika etmeye çağırıyor? Yüzlerce ayette müminlere Rabbinizden sakının denmesi iman olgusunun tek başına yeterli olmadığının göstergesi değil midir?
Dolayısıyla Allah’a karşı haşyet/derin saygı çalışmak, çabalamakla elde edilen bir özelliktir. Bir maden ocağında kömürü çıkarabilmek için insanlar nasıl çalışıyorlarsa tıpkı bunun gibi çok değerli bir maden olan ‘haşyetin’ çıkarılması da emek ister, zahmet ister. Ve fakat bu emeğe gerçekten değer. Değdiğini ise insan ona ulaştıktan sonra anlar. Tatmayan bilmez sözü tam da burada geçerli bir sözdür. Bu yazıda sarfettiğimiz bütün bu cümlelerin tek bir gayesi vardır, o da insanlara bu duyguları tatmalarına yardımcı olmaktır. Yazılardaki cümleler insanlara bu duyguyu tattıramazlar. Hedeflenen duygu tefekkür fiili başarılı bir şekilde gerçekleştirildikten sonra tadılabilir.
Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim(Allah’ın azametini tefekkür yoluyla bilenler) olanlar haşyet duyarlar. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.(35/28)
Havf duygusunu güçlendirmek:
İnsan korkuyu unutmaya meyilli bir varlıktır. Allah’ın azabı ‘hemen’ gelmediği için bir gaflet hali oluşmaktadır. Bu nedenle Kuran’da hep bu duygu hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla Kuran’ı düzenli okumak bizim korku duygumuzu canlı tutar. Çünkü okuyucu Kuran’da sürekli kıyamet sahneleri, cehennem tasvirleri, Allah’ın azametini vb. anlatan yüzlerce ayetlerle karşılaşmaktadır.
Korku ile ilgili ayetleri okuyunca o an bu hissi yaşamaya çalışalım. Ayeti okuyup ‘anladım’ deyip geçmeyelim, duralım ve bir de ayeti duygularımıza okutalım. Kendimizi o ayetteki atmosfere salalım, ayetleri duygularımızla birlikte okuyalım. Tıpkı secde ayeti gelince gelenekte nasıl okumaya ara verilip hemen secde yapılıyorsa bunun gibi kalkıp kalbimizle bir ‘korku secdesi’ yapalım, sonra diğer ayetlere geçelim.
Havf duygusu kendisinden korkulan varlığın tehdidini gerçekleştireceğine inandığımız oranda ve azabın şiddetini aklımızda tasavvur ettiğimiz oranda güçlenir. Allah’ın tehdidini gerçekleştireceği konusunda hiç bir şüphemiz olmadığına göre geriye biz müminler için O’nun azabından kendimizi güvende hissetmeme şuuru kalıyor. ‘Yetimlerin malına dokunmayın yoksa size ateş azabı dokunur’(4/10) vb. ayetler müminlerin de cehennemde azaba uğrayabileceklerini göstermektedir.
Azabın şiddeti ise yine Kuran’ın birçok ayetlerinde tasvir edildiğinden o şiddeti sürekli akla getirmek bizim azaba karşı duyarlılığımızı artıracaktır. Elimiz/cildimiz hafif sıcak bir şeye değdiğinde aklımıza hemen cehennemdeki azab gelmelidir. O an yaşadığımız acıyı cehennemde yaşadığımızı tasavvur ederek bu işin ne kadar ciddi bir iş olduğu, şaka olmadığını tekrardan idrak etmiş oluruz.
7. Korku duygusunu hissetmek
 
Korku kalptedir. Kalpte bu duygunun kıpırtılarını hissetmediğimiz müddetçe gerçek anlamda korkudan bahsedemeyiz. Dolayısıyla kalbimize yönelip oradaki bu kıpırtıları harekete geçirmeye, yaşamaya ve tatmaya çabalamalıyız.
 
8. Havf ve reca arasında:
‘Mü’min havf ve reca/ümit arasındadır.’ sözü bu konuya da tıpkı sevgi konusunda olduğu gibi dengeli bir yaklaşım sergilemek için hatırlanmalıdır.  Kişi kendisini değerlendirdiğinde ümit ile korku arasında bulunmalıdır. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek kafirlere has bir sıfat olduğu gibi, Allah’ın azabından kendini güvende hissetmek de aynı şekilde yanlış bir tutumdur.
Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar ve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azabı korkunçtur.(17/57)
“Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.”(12/87)
 
(O müminler) Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından güvende olunamaz.(70/27-28)
Bu son ayetin müminlerin vasıflarını anlatan bir pasajda geçmesi dikkat çekicidir. (Günahkarlar için değil) o vasıflara sahip olan kişiler için deniliyor ‘Rablerinin azabından güvende olunamaz’ diye! Bu da bize İslam’ı yaşamaya çalışan insanların, bunu nasıl bir haleti ruhiye içinde gerçekleştirmeleri gerektiğini göstermektedir.
Sonuç:
Haşyet ve havf birer duygudurlar. Bilgi duygu kanalından geçmezse amele dönüşmez. Allah hakkındaki bilgilerimizi en etkili bir şekilde kainattaki ayetleri tefekkür etmek suretiyle duygu kanallarımızdan geçirebiliriz.
İttika/muttaki olmak için demek ki, haşyet ve havf duygularını güçlendirmemiz gerekiyor. Takva duyguların eğitimi ile kazanılan bir sıfattır.
Bilgi -> Duygu -> Amel
Tefekkür -> Yüceliği idrak/hayranlık duymak -> Derin saygı(haşyet) -> Kulluk/Amel
Uygulama kararları:
1.      Gelecek derse kadar her gün Allah korkusunu canlı hissetmek için özel çaba sarfetmek.
2.      Allah korkusundan uzaklaştıran sebepleri düşünmek.
3.      Samimi bir yalvarış ve yakarış ile Allah’tan gereği gibi korkmayı istemek, dua ile Allah’tan bu konuda yardım dilenmek.


[1] Bununla birlikte Allah’ın sıfatlarından bahseden ayetlerde farklı bir durum sözkonusudur. Burada rahman, rahim, ğafur vb. bağışlayıcılık sıfatları, Allah’ın azabını ifade eden sıfatlardan daha çoktur. Bu da yine konunun nasıl dengelendiğinin bir göstergesidir. Yani insana işin ciddiyetini unutturmayacak, onu laçkalaştırmayacak bir rahmet ve ümit ışığı sunuluyor.
[2] ‘İttika, bir şeyi, onu rahatsız edecek ve ona zarar verecek şeylerden korumaya’,  ‘Takva, insanın kendi canını, korkulan şeylerden sakındırmasıdır’(Rağıb)… ‘‘İtteka fulanun bi keza’(Falan adam şununla korundu) deyimi bir şeyi kendisi için kalkan ve siper yaptı manasına gelir’(Rağıb)
[3] İnsan sevdiğini kırmaktan sevgisinden dolayı sakınır. Sevgisi onu sakındırır. Ayrıca Allah’ın sevgisini kaybetmekten korktuğu için de kişi Allah’ın razı olmayacağı hallerdenve işlerden sakınır. Dolayısıyla sevgi bizim iki yoldan Rabbimize karşı gelmekten sakınmamızı sağlar.
[4] Buradaki ifade alt sınır olarak değil, üst sınır olarak anlaşılmalıdır. Yani gücünüzün yettiği son noktaya kadar, imkanlarınızı sonuna kadar kullanana kadar sakının. ‘Said b. Cübeyr’den rivayet olunmuştur. (Hakka tukatihi) ayeti nazil olduğu zaman bu ayete göre amel etmek müslümanlara zor gelmişti. Çünkü, topukları şişinceye kadar, alınları yara oluncaya kadar namaz kılmaya, başlamışlardı. Bunun üzerine, Allah bu ayeti müslümanlara kolaylık olsun diye indirmiştir.’ (Esbabı Nüzul, Abdulfettah El Kadi, s. 430). Dolayısıyla sahabe son sınırına kadar gücünü kullandıktan sonra Allah bunun üstüne çıkmanıza gerek yok, zaten çıkamazsınız da, bu kadar gayretiniz ideal kulluk anlamında yeterlidir, Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez şeklinde onları teskin etmektedir. Gücünü son sınırına kadar kullanmadan bu ayete çarpık yaklaşıp oradan nefsin hoşuna gidecek anlamlar(üstün çaba göstermeden hemen ‘gücüm ancak bu kadarına yetiyormuş’ şeklinde) çıkarmak bizi yanıltır.
[5] Ne kadar titizlikle yapıyoruz?
[6] Gerçekten yok mu? Büyük günahtan ne anlıyoruz, kriteri nedir?
[7] Ne tür faaliyetler bunlar, köklü ve samimi bir eleştirisini yaptık mı? Ne kadar ‘gece gündüz’ tebliğ ediyoruz?
[8] Bunca seneleri gerçekten dolu dolu mu geçirdik?
[9]Gök gürültüsü O’nu hamd ile, melekler de O’na olan korkularından(velmelâiketu min hîfetihi) tesbih ederler.. O, yıldırımları gönderip bununla dilediğine çarpar; onlar ise Allah hakkında çekişip tartışırlar. O, gücü (ve cezası) pek çetin olandır.(13/13)