Aile Kavgası

Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin’deki 401 yıllık uzun yönetimi boyunca, bazı eşraf aileleri öne çıkmıştı. Bu ailelerden bir kısmı, 1516’nın sonunda başlayan Osmanlı hâkimiyeti sırasında Filistin’de mevcut olduğu gibi, bir kısmı da zaman içinde ortaya çıkarak etkinlik kazanmıştı.

Taha Kılınç 30.01.2021 Yeni Şafak

Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin’deki 401 yıllık uzun yönetimi boyunca, bazı eşraf aileleri öne çıkmıştı. Bu ailelerden bir kısmı, 1516’nın sonunda başlayan Osmanlı hâkimiyeti sırasında Filistin’de mevcut olduğu gibi, bir kısmı da zaman içinde ortaya çıkarak etkinlik kazanmıştı.

Hanım sahabî Nuseybe binti Ka’b’ın soyundan gelen ve 638’de Hz. Ömer tarafından Kudüs’teki Kıyâme Kilisesi’nin anahtarı kendilerine teslim edilen Nuseybeler, Salâhaddîn Eyyûbî 1187’de Kudüs’ü Haçlılardan temizledikten sonra Kıyâme Kilisesi’ni açıp kapatma işinde Nuseybelere yardımcı tayin edilen Cûdeler, Salâhaddîn’in maiyetinde Kudüs’e yerleşen ve ulemâ sınıfına mensup yetiştirmekle ünlenen Fas kökenli Alemîler, meşhur sahabî Hâlid bin Velîd’in soyundan gelen ve Eyyûbîler döneminden itibaren Kudüs’ün ilmî hayatında sürekli başrollerde yer alan, 1900’de Osmanlı İmparatorluğu’nun halka açık ilk özel kütüphanelerinden birini Kudüs’te tesis eden Hâlidîler, 1400’lü yılların sonunda Mısır’dan Filistin’e göç eden Naşâşîbîler, kendilerini Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’e nispet eden ve mensupları 15’inci yüzyıldan itibaren Kudüs’ün ilmî ve siyasî bürokrasisinde üst düzey görevlerde bulunan Hüseynîler, Nablus ve çevresinin ticaretini elinde tutan Arabistan kökenli Tûkânlar, Kanûnî Sultan Süleyman’ın özel fermanıyla Kudüs’te Hz. Dâvûd’un vakıflarını yönetmekle görevlendirilen Decânîler, aslen Yemen kökenli olup Râmallah’a yerleşen, 1800’lerden itibaren de Filistin siyasetinde etkili olan Berğûsîler ve Filistin’in kuzeyinde geniş arazilere sahip olan Abdulhâdîler bu ailelerin başlıcalarıydı.

Bazı kolları bugünkü Suriye, Lübnan, Yemen ve Ürdün’e de yayılan söz konusu Filistinli aileler arasında, elbette rekabet ve hatta zaman zaman düşmanlıklar da görülebiliyordu. Bu noktada, özellikle Hüseynîlerle Naşâşîbîler arasındaki sürtüşme, 1900’lerin başından itibaren Filistin siyaset sahnesinin en belirleyici unsurlarından birine dönüşmüştü.

İngilizler, 1920’de Filistin’de manda idaresini başlattıklarında siyasî ve sosyal yönden boğuşma halinde bir coğrafya buldular. Hız kazanmakta olan Siyonist işgalin meydana getirdiği huzursuzluklara, Filistin’deki iç çekişme ve rekabetler eşlik ediyordu. Ortadoğu’ya yeni bir nizam getirmeye çalışan İngiliz siyaseti, Araplara ve Yahudilere aynı anda verdiği çelişik taahhütlerin gerilimini yaşıyordu. Naşâşîbî ailesi, Filistin’in iç çatışmalarını dengede tutmaya çalışan İngilizlerin yanında yer alırken, Hüseynîler ve onlarla birlikte hareket eden bazı küçük aileler ise, hem İngilizlere hem de Siyonistlere karşı bir duruş sergiliyordu. 1948’e kadar devam eden İngiliz manda idaresi yıllarına, bu çatışmalar damgasını vurmuş, yolun sonunda Yahudiler kendi devletlerini kurarken, kaybeden Filistinliler olmuştu. Filistinli rakip gruplar açısından meseleye bakıldığında, kavganın özü “siyaset pastasından kimin ne kadar pay alacağı” noktasında düğümleniyordu.

Tarih, garip tekerrürlerle dolu:

“Aile kavgası”, 1948’den sonraki yıllardan günümüze, Filistin siyaset sahnesinin en önemli handikapı olmayı sürdürüyor. Eskinin Hüseynî-Naşâşîbî çatışmasının yerini bugün Hamas-Fetih rekabeti alırken, iç gerilim ve düşmanlıktan faydalanan İsrail, Siyonist projeleri hız kesmeden tatbik ediyor. “Şu haklı, bu haksız” türünden polemiklere hiç girmeksizin, problemin temelinde bu ayrışma yatıyor. Buna bir de, kendisini “Filistin davasının hamisi” olarak konumlandıran çeşitli ülkelerin farklı siyaset tarzlarını ve birbirleriyle mücadelelerini eklediğimizde, Filistin’in bugünkü kaotik manzarasının özeti ortaya çıkıyor. “Filistin davası” dendiğinde, herkesin zihnindeki tanım ve önerdiği çare bambaşka. Hal böyle olunca, teorik düzeyde bile olsa, ortak bir noktada buluşulamıyor.

Bu karmaşık denklemde, hak ve adalet adına bir çözüm umudu maalesef görünmüyor. “Ortak düşman”a karşı birleşmek, aslında tek çıkış yolu iken, tarihî tecrübe ve günümüzde yaşanan pratikler, bunun -en azından yakın vadede- mümkün olamayacağını gösteriyor.

ABD’de Joe Biden yönetiminin yeniden tedavüle çıkardığı “iki devletli çözüm” türünden planlar ise, Filistin’deki mezkur bölünmeyi daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Zira tek bir Filistin yok. Batı Şeria, Gazze ve Kudüs, birbirinden kalın çizgilerle ayrılmış durumda. Aralarına kanser hücreleri gibi yayılan Siyonist işgal, bu üç Filistin’in tek parça haline gelmesini imkânsızlaştırıyor. Daha da ironik ve düşündürücü olan ise, Filistin saflarındaki ayrışmanın da eş zamanlı olarak giderek derinleşmesi. Tarih, bunu bütün ayrıntılarıyla yazacaktır.