Ahlâk Vazgeçilemez Rabbanî Kıstasdır

Dünyada hiçbir ferd, aile, cemiyet ve devlet ahlâk hususunda müstağni davranamaz. “Hayat ahlâksız da olabilir” inancıyla hareket eden ferdler, aileler, cemiyet ve devletler, kendi helaklerinin altına imza atanlardır.

Ahlâk, bütün zamanlarda ve zeminlerde fıtri bir ihtiyaçtır. Ahlâktan vazgeçmek, ahlâksız bir hayatta karar kılmak mümkün değildir. Bunun aksini iddia edenler Ahsen-i Takvim mertebesinden Esfel-i Safilin çukuruna düşenlerdir.

Dünyada hiçbir ferd, aile, cemiyet ve devlet ahlâk hususunda müstağni davranamaz. “Hayat ahlâksız da olabilir” inancıyla hareket eden ferdler, aileler, cemiyet ve devletler, kendi helaklerinin altına imza atanlardır. 

Ahlâkı liyakatin ve ehliyetin başı olarak görmeyenlerin gürültüden ve görüntüden öte bir varlıkları olmaz. Tarihin şehadetiyle sabittir ki; “devletler hukuksuzluktan, toplumlar ahlâksızlıktan yıkılmışlardır!” el- Hak olan Allah’ın hükmünün ve hâkimiyetinin geçerli, bağlayıcı olmadığı ve kabul edildiği bir yerde hukuktan bahsetmek, abes ile iştigal etmektir. Hukuk, Arapça bir kelime olup Hak kelimesinin çoğuludur. El-Hak ise Allah’ın ismidir. Allah’ın hükmü ve hâkimiyeti yoksa hukuk da yoktur. Ahlâksız kalmış hukuk delinin elindeki kılıçtan daha tehlikelidir. Hukuksuz kalmış ahlâk ise, “Rabbana hep bana” felsefesiyle Karun’luğun gören gözü, iş yapan elidir. Hukuksuzluk; ahlâksızın zevkidir, eğlence ise amacıdır.

Akaidde, söylemde kâfirlerden, münafıklardan farklı olmanıza rağmen yaşamda kâfirlerden ve münafıklardan hiçbir farkınız kalmamışsa, siz de hukukun ve ahlâkın namusuna tecavüz edenlerden sayılırsınız.

Mensubu olduğu Muhammed Ümmetinin, yaşadığı  ülkesinin esaret altına alınmasına izin vermeyenler, ne pahasına olursa olsun asla ve kat’â ahlâktan taviz vermeyenlerdir. Ahlâk hususunda verilen her taviz esaretimizin bir garantisidir.

Hilafet-i Şer’iyye’nin yokluğunda İslâm dünyasının içine düştüğü dalgınlık, dargınlık, dağınıklık, yenilmişlik, işgal, iğfal, ihlâl, savaş ve zulümlerin sebebi, hayatın bütün karelerinde, kademelerinde dinden kaynaklanan ahlâkın vazgeçilemez kriter haline getirilmemesidir.

Annelerine tecavüz edene baba diyenler, hayatlarında hiçbir ahlâkî kural ve kaide dinlemeyenlerdir. Kur’ân-ı Kerim’in okunmasının ve okutulmasının suç sayıldığı, Ezan-i Muhammedi’nin Arapça okunmasının yasaklandığı, camilerin ahıra dönüştürüldüğü, ahkâm-ı şeri’yeyyenin Avrupaî kanunlar hesabına yürürlükten kaldırıldığı devre ve döneme özlem duyan ideolojik kadroların peşinde koşmak, ehl-i iman için başlı başına bir musibettir. Ahlâkı yanlış yerlerde aramak ahlâksız kalmaya sebeptir.

Kişin asaleti, insanlığı ahlâkı kadardır. Kişi ahlâksız kalmışsa, başlı başına bir canavardır. Bunun için diyoruz ki; ahlâksız kalmışa bu dünya dardır. Ahlâksızdan idareci olmaz, o toplumun sırtında taşınamaz bir bardır.

Müslüman bir ümmeti yıkmak isteyenler askeri istilâdan, işgalden önce o ümmeti ahlâksızlığa müptela ederler. Çünkü Müslüman oldukları halde işlerini ahlâksızlıkla yürütenler, düşmanlarının çizmeleri altında ezilmeyi hak edenlerdir. 

Ahlâkî değerlerini kaybedenler, kendi insanlıklarına yabancılaşanlardır. Ahlâksızların ne kendilerine ve ne de başkalarına zarardan, ziyandan, hüsrandan başka bir faydaları olmaz. Toplumda ahlâkı yok etmek, toplumu ve insanı ahlâktan uzaklaştırmak isteyenlere karşı en az onların istek ve gayretleri kadar onlara karşı ahlâk adına mücadele etmezsek, biz de ahlâksızlardan olmaya mahkûmuz.

Müslümanlara idareci olmanız için imanlı olmanız, ilim sahibi olmanız yetmez bir de ahlâk sahibi olmanız lazımdır. İman şartından sonra ahlâk testinden geçirilmeden bir kişinin Müslümanlara yönetici yapılması, toplum üzerinde etkili ve yetkili kılınması, toplumun ifsadının garanti altına alınması demektir. İçkiden, kumardan, faizden, zinadan, fuhuştan, eşcinsellikten yana olanlar, toplumu ıslah değil ifsad ederler. Bu ifsad edicileri tanımak ve kendilerinden uzaklaşmak gerekir.

“Bunlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz!’ derler.
İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.”
 (Bakara Sûresi/ 11-12)

Yeryüzünün müfsidleri, ahlâksızlıkla iş görenlerdir. Kendi ülkelerini ahlâksızlığa açık hale getirenler; kahramanlardan değil, hainlerden sayılırlar. Ahlâkınız dininizi yalanlıyorsa, din düşmanlarını başka yerde aramayınız, bu durumda siz de dininizin düşmanlarından sayılırsınız. Mekke cahiliyesinin o zorba yönetimi ve kesintisiz zulümleri karşısında bir avuç müminin ne askeri, ne siyasi, ne de ekonomik güçleri vardı. Ancak olanların güç odaklarına karşı dirençlerini ve sabırlarını bileyen ana damar, sahip oldukları ahlaki güçtü… Düşmanları çaresiz bırakan, davetlerini etkili kılan ahlaki donanımlarıydı. İslâm’da ahlâk, Müslüman şahsiyetin kimliğini belirleyen yardımcı unsur değil, bizzat Müslüman kimliğin kendisidir. Ahlâkı rafa kaldıranlarda ne kimlik olur ne de kişilik.

Tarihin şehadetiyle sabittir ki; Müslümanlara kapalı kapıların açıldığı gün, Müslümanlar tarafından ahlâkın vazgeçilemez bir kıstas olarak ayağa kaldırıldığı gündür. Ahlâksız Müslümanlara yarının kapıları kapalıdır. Ahlâkın olmadığı, önemsenmediği bir yerde ikbal ve istikbal olmaz.

Mustafa Çelik/Yeni Akit