Yeni bir dilin inşasında konuşulması gereken şeylerin başında bireyi ve toplumu yeniden yapılandıracak dilin kendi kavramlarına yaslanmasıdır. Bir toplumun geleneklerinin değişmesi o toplumdaki dilin değişmesiyle mümkün olduğunu kavramamız gerekiyor. Örnek verecek olursak; “ahlak” kavramı ile “edeb” kavramı birbirinden farklı kavramlardır fakat ahlak yerine daha çok edeb kavramı kullanılmaktadır. “Edeb” kavramı müslümanların İran fethinden sonra İslam’ın Farisi bir etki altına girdiği zamanlarda toplumda kullanılmaya başlanmıştır. Bu etki öylesine güçlü olmuştur ki bugün Anadolu İslam’ını inşa eden birçok kavram ve akabinde yaşam biçimi kaynağını farisi etkiden almıştır. Tarih ilerledikçe döneme damgasını vuran birçok güçlü devletlerin de aynı yolu takip ettiğini görebiliriz. Adorno’da, kapitalizmin kendi kavramlarını inşa ederek yeni bir kültür yarattığını ve bu kültürü tüm dünyaya dayattığını iddia etmektedir. Bu davranış biçimini “Kültür Endüstrisi” teorisiyle açıklamaktadır. Yaşadığımız dünyayı etüt ettiğimizde Adorno’nun ne kadar haklı olduğunu görebiliriz.
Müslümanlar neden kendi dillerini terk ederler sorusunu cesaretle sormamız gerekiyor. Bu yeni bir vakıa değildir. Özellikle Emeviler döneminden bu güne kadar devam ede gelen bir vakıadır. İnsanı yaratan Allah, insanın eşya ile ve kendisiyle kuracağı ilişkiyi yine kendisinin belirlediği kavramlar dizisine yaslanmasını istiyor. Yukarıda örneğini verdiğimiz ahlak kavramı insanın yaratılışı ile direk ilgili bir kavramla (halaqa) aynı kökten geliyor. Yani birine ahlaklı ol dediğimizde yaratılışında sana yüklenen o pak fıtrata sahip çık demek istiyoruzdur. Kısacası mümin kimliğinde kal diyoruzdur. Bir kişi için az ahlaklı ifadesini kullanmak mümkün değildir. Bir kişi ya ahlaklıdır ya da ahlaksızdır. Ahlak, davranış olarak iyi anlamda fıtratına sahip çıkmış belli bir seviyenin üzerindeki meleke haline gelmiş davranışı tarif etmede kullanılır. Yani ahlaklı olmak ortalamanın üzerinde iyi davranışlara sahip olmak demektir. Onun içindir ki mümin büyük bir ahlak üzeredir. Edeb kelimesi ise insanın yaratılışı ile ilgili direk bir bağlantıya götürmez bizi. Daha çok davranışlarda dışa yansıyan şekli ifade etmede kullanılabilir. Ahlak ise o davranışların kaynağını inşa eden şey için kullanılır. Edeb kelimesini ne cahili Araplar zamanında ne de Kur’an’da bulmak mümkün değildir. Oysa ahlak cahil Araplarda da Kur’an’da da kullanılmaktadır. Maksadımız burada kelimenin etimolojik yapısını incelemek değildir. Maksat meramımızı anlatmak için bu kelimelerden yola çıkarak kendimizi ifade edebilmek. Ahlak kelimesi yaşadığımız yüzyılda ise “Etik” kelimesi ile eşdeğer hale gelmiştir. Ahlaklı olmak mı etik olmak mı sorusu kafamızı meşgul eder hale gelmiştir. Her şeyden önce bu iki kavramın birbirinden farklı iki var olana işaret ettiğini belirtmemiz gerekir. Etik felsefenin tartıştığı bir konudur. Genel olarak etik felsefeciler için bilgi alanını oluştururken ahlak olgusal alanı ilgilendiren bir şeydir. Felsefecilere göre ahlak zamana, zemine göre değişebilen genel olarak yerel nitelikli olan şeydir. Onun içindir ki etik olmak asıldır. Örneğin dürüst olmak bir ahlaki norm olmaktan öte etik bir durumdur. Çünkü bu durumlara ancak meslek etiğinde rastlanabilir. Böylesi bir fikir bile kaynağını kapitalizmden aldığını ve insanın yaratılışı ile olan bağını koparmaya dönük olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum. İzm’ler insanı yaratıcısından kopararak köksüz bir durumda bırakıp bireycileştirmektedir. İslam ise insanı sürekli kendisini yaratanla ilişkilendirerek onu dosdoğru olan yol üzere kılarak ahlaki duruşunu daim eylemektedir.
Görülüyor ki bir kavramın dahi hayatımızdan uzaklaşması ve onun yerine konulan bir kavramın peşinden gitmemiz bizi yeni bir kültürün içerisine ve beraberinde o dilin kuşattığı yeni bir düşünüşe doğru sürüklemektedir. Kavramlara yeniden bir dönüş yaşamak zorundayız. Burada bir şeye de dikkat çekmemiz gerekiyor. Dünya ile iletişim arttıkça birçok kavramla ve düşünceyle tanışıyoruz. Burada karşı çıkmaya çalıştığım şey insanı inşa edecek, yönetecek ve bir amaca sevk edecek düşünceleri içinde barındıran kavramların Kur’an dışından bir kaynaktan alınarak sahiplenilmesidir. Bunun dışında dilin imkanlarından faydalanılarak bir şeyi ifade etmek için kullanılacak kavramları kastetmiyorum.
Modern dünyayı inşa edenler ortaçağ Katolik kilisesinin kullandığı ve aynı zamanda feodal yapının kullandığı bir çok kavramın üstünü çizerek kendilerinin olmasını arzu ettikleri dünyayı tanımlayan kavramlar oluşturmuşlardır. “Modern” kelimesi bunlardan biridir. Orta çağın karanlık bir çağ olarak anılması modern dönemin ideolojik tarih yazmacılığı ve okumacılığı sayesindedir. Antik Yunan’da Platon, Aristo gibi tarihe damgasını vurmuş filozoflarca kötülenen demokrasi modern toplumun inşasında çok büyük bir temel taş görevini üstlenmiştir. Mesela Kur’an’ın “hür” olarak tarif ettiğini modern dünya “özgür” olarak tarif etmektedir. İki kelimenin kökenine inildiğinde de aynı anlamlara gelmediği görülecektir. Hür ifadesi insanların insanlara ya da nesnelere kulluktan azade olup yalnızca Allah’a diledikleri gibi kul olma anlamına gelirken özgürlük kavramı temelde insanın kendini kısıtlayan dogmalardan kurtularak dilediği hayatı en sefih bir şekilde de olsa dahi yaşaması halini ifadelendirmek için kullanılır. Hür ifadesinde yine kişi Allah ile olan bağını daha güçlendirmekte iken özgürlük ifadesinde ise bireyci kimliği ön plana çıkmaktadır. “Karnımda olanı hür olarak sana adadım.” (3/35) diye niyaz eden Meryem’in annesi modern dünyanın kastettiği özgürlüğü anlatmıyordu. Ama maalesef bugün modern dünyanın diline ziyadesiyle alıştık. Gündelik yaşamımızı, ilişkilerimizi ve akabinde düşüncelerimizi inşa eden şeyler bu kelimeler oldu. Hakikat yerine realite, ümmet yerine ulus, iman yerine inanç, salih amel yerine pragmatizm, hasen yerine estetik, isar (kardeşi için kendini feda etme) yerine oportunizm (bencillik) vs. vs. Doğal olarak bu kavramlar bizi Kur’an’ın bize kazandırmaya gayret ettiği o derin anlamdan ve bu anlamlar üzerine inşa edeceği ahlaki ilkelerden uzaklaştırarak daha şekilci ve sığ bir yaşama sürükledi. Üstelik bu yaşam konformist bir hayatı vaat ettiğinden hemen kanıverdik. Yalnızca kendisi için ve çekirdek ailesi için yaşayan kötü insanlar oluverdik. Rekabet, hırs, öfke, kıskançlık, arkadan iş çevirme insanların hayatının bir parçası oldu üstelik kimsenin garipsemediği ve normal karşıladığı bir parça…
Felsefecilerin ifadesiyle Allah zorunlu varlık, insan zorunlu olmayan sorumlu varlıktır. Allah sınırsızdır insan ise sınırlı. Geçici olanın ebedi olana, sınırlı olanın sınırsız olana, sorumlu olanın zorunlu olana hükmetme ihtimali yoktur. Öyleyse insanlar ve özellikle mümin olma iddiasında olanlar yeni bir birey ve toplum inşa edeceklerse mutlak olan Allah’ın kavramlarına yani onun vahyine yaslanmadan, onu temel almadan yeni bir inşa söz konusu olmayacaktır. Kalplerin Allah’ı zikri her yaptığımız işte onun iradesine boyun eğerek ve onun bizlere çizdiği yolda yürüyerek kısacası kendimizi hür olarak ona adamamızla mümkündür.