Endişe çağının insanı kendisini büyük bir boşlukta hissetmektedir. Dünyada etkili bir iş yapabileceğine dair duygularını yitirmiştir. Teslim olmuş ve tüm duyarlılığını yitirmiştir. Ne hissettiğini bilmediği için ne istediğini de bilmemektedir. Duygu yitimi onda derin boşluklar oluşturmuştur. Derin boşlukları oluşan insan kendi bireyselliğini tamamlama cesaretini yitirdiğinden kendini ancak kalabalıklar içinde güvende hissetmektedir. Kalabalıklar içinde olmak herkes gibi yaşamayı ve aykırı olmamayı ona yüklemiştir. Herkes gibi olmak ve uçlarda olmamak ona yalnızlığını yenme duygusu vermiştir. Yani kendi yalnızlığından kalabalıkların içine kaçarak kurtulmaya çalışmaktadır.
Modern insanın kendi yalnızlığını yenme mücadelesi ile inanmış insanın kendi yalnızlığını yenme mücadelesi iki ayrı uçta sürmektedir. Modern insan kalabalıkların içinde bir hiç olmayı yalnızlığın ilacı olarak görmekteyken inanmış insan bilgi ve bilinci geliştikçe giderek kendiyle daha çok baş başa kalmayı tercih etmektedir. Ve yalnızlaşmak onun kaderi haline gelmektedir. İman etmiş kimse kalabalıklardan kendi iç dünyasına doğru kaçar ve bilinç arttıkça yalnızlığı da artar. Çünkü onda dünyayı değiştirecek kelimeler mevcuttur. Toplumun hoşuna gitmeyen, huzuru kaçıran bu kelimelerden herkes olabildiğince kaçmak ister. İşte bundandır ki ihlaslı kullar azdır. Az olmalarına rağmen çok topluluklara galebe çalarlar. Allah’ın bu yasasını bildikleri için yalnızlaşmaktan, bir avuç kalmaktan hiç korkmazlar, endişeye kapılmazlar ve ümitsiz olmazlar.
Modern insan beğenilme duygusuyla yaşar böylece kendi yalnızlığından kurtulabileceğini düşünür. Başkalarının kendisinden ne beklediğini düşünerek yaşar. Kendisi olmaktan olabildiğince uzaktır. Eğer kalabalıklardan sıyrılırsa kendisine nasıl yön vereceği hususunda endişeye kapılır kendisini derin bir boşlukta hissederek sınırlarını kaybeder. Böyle yaşaması gayet doğaldır çünkü insan sürekli endişe bombardımanı altındadır. Her sabah haberleri dinlediğinde, gazetesini okuduğunda, sokakta insanlarla sohbet ettiğinde hep o gergin bakışlar, geleceğe dair umutsuz sözler ve dünyanın sürekli olumsuza doğru gidişini seyretme vs. vardır. Doğaldır ki insan geleceğe dair endişe duymaktadır. Modern insanın kendisini sürekli olarak güvende hissetmemesi bu endişe halini bir hastalık olarak üzerinde taşımasından kaynaklanır. Oysa inanmış bir insanın endişe duyma imkanı yoktur. Korkabilir ama asla endişe duymaz. Çünkü korkunun nesnesi gerçektir endişenin ise nesnesi gerçek değildir. Nesnesi gerçek olmayan endişe halinde ne yapılacağını bilemeyiz. Çünkü endişenin kaynağı vehimlerden ibarettir. Müslüman vehimlere göre değil hakikatlere göre davranış belirler. Onun içindir ki mümin insan, çağın psikosomatik hastalıklarına maruz kalmaz. Endişe halinden ancak öz farkındalıkla kurtulunabilir ne var ki modern insanın en çok kaybettiği şey de kendi öz farkındalığıdır. Mümin insan yaratılışının gayesini bildiği için etrafında ne kadar karmaşa, acı olursa olsun varlık bilincini kaybetmeden, endişeye kapılmadan yoluna devam eder.
Bilinçli olmak insana iki farklı şey katar: Öncelikle insanın kendi kendine karşı sorumluluğu bir anlam kazanır. Hayatta yapmak istediği şeyi bizzat kendisi seçtiği için bunu bir yük olarak algılamaktan kurtulur. Yaptığı şeylerin sorumluluğunu bizzat kendi üstüne alarak yaşar. Ortaya çıkan sonuç her ne olursa olsun kimseyi suçlamadan ve kimseye kırılmadan yoluna devam eder. Özgürlük ile sorumluluk birlikte yürür. İnsan seçer ve başlar hayatı. Eğer birey özgür değilse bir tür otomat halini almıştır. Günümüz dünyasında modern insan otomat hareket etmektedir. Alışkanlıklarını bizzat hayatın kendisi zannetmektedir. Müslüman iddiasında olan insanlar için de durum aynıdır. Namazı alışkanlıktır, orucu alışkanlıktır, zekatı alışkanlıktır, karı-koca ilişkileri alışkanlıktır, insan ilişkileri alışkanlıktır vs… Alışkanlıkta his yoktur çünkü bizzat bilinçle tercih ettiği şeyleri değil de çevrenin ona yüklediği şeyleri yaşamaktadır.
Bilinçli olmanın insana yüklediği ikinci şey ise disiplindir. Disiplinli olmayı biri yahut birileri istediği için değil de bilinçli olarak tercih ettiği şeylere bir disiplin içinde ulaşabileceğini gördüğü için disiplinli hareket etmeyi seçer. Kendisi olmayı becerememiş insan hayata katacağı bir anlamı üzerinde barındırmadığından disipline de ihtiyaç duymayacaktır. Hatta sorumluluktan kaçarak başıboş bir şekilde yaşamayı tercih edecektir.
Modern insan yalnız ve amaçsızdır. Müslüman iddiasında yaşayan insanların büyük bir kısmı da bu modern insan grubundadır. Kendi tercihleri olarak gördükleri din bir önceki kuşaktan devraldıkları yahut etkilendikleri yazarlardan öğrendikleri yahut da ağabeylerinden öğrendiklerinden ibaret bir din anlayışıdır. Üzerine ne bir eleştiri ne de yeni bir tuğla eklemişlerdir. Kırk yıl önce kurdukları cümleleri kırk yıl sonra da kurmakta beis görmezler. Artık inançları alışkanlıklar bütünü haline gelmiştir. Oysa insan her gün yeni bir güne doğar ve her güne yeni bir söz söylemek gerekir. RolloMay’in deyimiyle insan “her gün kalktığında özgürlüğü için yeniden mücadele etmelidir” bu ancak ne istediğini bilen bilinçli insanın savaşımıdır. Ne istediğini bilen bir insan istediği şey için yılmaz bir disiplin ve gayretle çalışır. Hayatındaki tüm alışkanlıklarını, kazanımlarını, ilişkilerini bu değerlere göre belirler ve kimlik tanımlamasını bunun üzerinden yapar. Görünür olma kaygısından uzak olduğu gibi görünen bir kişiliktir o. Ne kınayıcının kınamasından korkar ve ne de toplum dışına itilmekten. Çünkü o ne yalnızdır ne de amaçsız, varlık bilincinin farkında biridir.
Modern insan her şeyin olduğu gibi zamanın da nesnesi haline gelmiştir. Zamanı yapıcı ve verimli kullanamaz. Mesailere ayarlı bir dünyası vardır. Mesai saatleri içinde ölü zaman dilimleri yaşar. Tıpkı hapisteki insanlar gibi dışarı çıkacağı günü/saati sayar. Zaman onun için kalabalıkların içine karışacağı, hazlarını tatmin ederek kendiyle yüzleşmekten uzaklaşacağı bir şeydir. Kendine ait, iç dünyasını geliştirecek ona kendini hatırlatacak coşkuyla geçirdiği bir zaman ya yoktur ya da çok azdır. Kendine dair söyleyebilecek güçlü bir sözü yoktur onun için bir disiplini de yoktur. Saatin kaç olduğu, günlerden ne olduğu ile de ilgilenmez ilgilendiği tek şey kendini kör ettiği dünyaya karşı muazzam içsel çatışmalarını dindirecek bir kaçış anıdır. Coşkuyla hatırlayabileceği anı olarak işte bu zamanlar kalır onda.
Oysa zamanla yapıcı bir ilişki kurmak istiyorsak içinde yaşadığımız zamanla doğru ilişki kurmak zorundayız. Yani şimdiki zamanın kıymetini bilmek zorundayız zira şuan sahip olduğumuz tek şeydir. Geçmiş artık gelmeyecektir ve gelecekte henüz gelmemiştir değerli olan şimdiki andır. Geçmiş ve gelecek ancak şimdiki zamanı destekleyen ve olumlayan bir şey olduğu ölçekte kıymetlidir. Geçmiş şimdiki zamanı aydınlatabildiği, gelecekse onu daha zengin ve yoğun kılabildiği müddetçe vardır. Geleceği garantilemenin yolu şimdiki zamanla cesur ve yapıcı bir şekilde yüzleşmektir. Tövbe ve salih amel şimdiki zamanı değerli kılan geleceği ise kurtaran bir davranış biçimidir. Çünkü gelecek şimdiki zamandan doğar. Şimdiki zaman yelkovanın bir noktadan diğerine geçmesiyle sınırlı değildir. Daima “kritiktir”, açılmaya ve yeni şeylere yol açmaya daima hazırdır.
Yalnız ve amaçsız olmamak için insanın öz farkındalığını artırması gerekmektedir. Özellikle buna Müslüman iddiasını taşıyan bizlerin sahip olması gerekir. Çünkü Allah kullarından ancak öz farkındalığı yüksek olanların kurtuluşa ereceğini söylüyor. İhlaslı kullar neyi niçin yaptığını bilen ve yaptığı şeyleri de kuvvetli bir bilinçle disiplinli bir şekilde yapmaya devam edenlerdir. İhlaslı kullar sloganik sözlerden uzak durarak kendi varlık bilincini geliştiren ve insana merhametle dokunabilen kimselerdir. Ötekileştirmeden ve çağına yabancılaşmadan hakikatin yanında sürekli olarak var olabilmeyi başarmış kimselerdir. Allah, insana tezekkür, tefehhüm, tefakkuk, teakkul, tedebbür, tefekkür ve şuur kavramlarıyla rabbini keşfetmesini ve insan olarak varlık bilincine sahip çıkarak kurtuluşa ermesini istemektedir. Kurtuluşu dilemek ancak kişinin özgür seçimiyle tercih etmesini gerektirir. Özgürce seçtiği şey üzerinde insan lakayt davranamaz eğer davranıyorsa bir seçim yapmamış akıntıya kapılarak sürü olmayı seçmiştir. Bugün dünyada Müslüman olma iddiasında olanların hallerine bakınca özgürce seçilmiş bir din mi yoksa akıntıya teslim olmuş bir sürü mü görmekteyiz? Ben kendimin bir sürü olmaktan kurtulabilmesi ancak kendimi fark etmemle mümkündür. “Onun içindir ki boşuna dememişler kendini tanıyan rabbini bilir.”