Yahudi Evladı Olsaydım

Arif Botan, " Ebeveynlerim, kardeşlerim, yakın çevrem, uzak çevrem vs. Gayrımüslim olsaydı ben ne olurdum? Neye iman eder, neyi redderdim? Kiminle dost olur kime düşman olurdum? Yaşama şeklimi kim belirler, kime kulluk ederdim? " sorularını sorarak 'Yahudi olsaydık ne olurduk? Neye iman eder neyi reddedirdik?' Sorularına kısaca cevaplar aramaya çalışıyor

Ebeveynlerim, kardeşlerim, yakın çevrem, uzak çevrem vs. Gayrımüslim olsaydı ben ne olurdum? Neye iman eder, neyi redderdim? Kiminle dost olur kime düşman olurdum? Yaşama şeklimi kim belirler, kime kulluk ederdim? Vs. Bu ve buna benzer sorular zaman zaman aklımıza geliyor.  Belkide bu sorular, fıtratın hakikati yakalama ya da hakikate şahit olma arzusundan kaynaklanıyor. Yani fıtrat hakikati görmemizi isteyip tatmin olmak istiyor. Bu doğrultuda  tam çözüm üretmeye, cevap bulmaya, empati yapmaya kalkıştığımız esnada  atalarımız yattıkları yerden bize sesleniyor: “Tövbe de”. Bu sesleniş sonucu geleneğin fabrika ayarlarına tekrardan dönmüş olduğumuz gibi tahkiki kabullerimiz de taklidi kabullere mağlup olmuş oluyor.

     Coğrafyamız, çevremiz, rengimiz ve ırkımız kader oluğu gibi ilk düşünce dünyamız, yaşama şeklimiz, kabul ve redlerimizde kaderdir. Dünyanın hiçbir yerinde ergenlik yaşı ve öncesi hiçbir insan o bölgenin düşünce yapısı ve yaşama şeklinden kendini soyutlayamaz. Yani Ermeni olup Hristiyan, Sinhala olup Budist, Eston olup Ateist, İsrailli olup Yahudi olabilirdik. Böyle bir durumda şimdiki kabullerimizin birçoğu olmayacak, bizi biz yapan kabullerimizi reddedecektik. Belkide hiç ihtimal vermediğimiz şeylere iman edecek onlar için bedel ödeyecektik. Böyle bir düzende Yahudi olsaydık ne olurduk? Neye iman eder neyi redddedirdik? Sorularına kısaca cavap aramaya çalıştım. Bizimle olan ortak ve farklı yönlerini tespit edip siz değerli okuyucular ile paylaşmak istedim.
      Evet ben bir yahudi evladı olsaydım :
      Allah sadece bize yani israiloğullarına çalışacaktı(!). Bizim duamıza icabet edecek, hatamızı görmezden gelecek, günahımızı affedecekti. Allah’ın diğer milletler ile beraber olması, onları haklı görmesi, onlara yardım etmesi mümkün değildi. Yalnızca benim ırkım kutsal olacaktı. Benim devletim, benim dilim, benim bayrağımdı üstün olan. Bizim yanlışlar hemen Allah tarfından affedilecek hiç olmamış gibi algılanacaktı. Diğer milletler için durum böyle olmayacaktı, yaptıkları yanlışlar biraz da eklemelerle dünyaya duyurulacak, tarihe mutlaka kaydedilecek, bizim elimizle Allah onları cezalandıracaktı. Onlar hizmetçi biz efendi olmalıydık. Hele Gazzeliler:  Onlar bizim için gaspçı, katil ve teröristlerdi. Allah’ın bize sunduğu vatanı işgal etmişler bin yıldır orayı mesken edinmişlerdi. Hükümetler her seçim dönemi orayı bombalamalıydı. Ki bizde bir karşılığı olsun bizim desteğimizi alsınlar. Pis Arapların, Sahte Resul’e inanan bu insanların derhal bizim topraklarımızı terketmeleri gerekiyordu.  “Yahudiysen övün değilsen itaat et” sözü bizim yaşama şeklimizi belirliyordu. Aslında üstünlüğümüzü kabul etselerdi bir problem kalmayacaktı. Yahudi değillerse bile yahudiye itaat edeceklerdi. Ama onlar böyle yapmayıp eşit olduklarını, o toprakların kendi vatanları olduğunu, bizim işgalci olduğumuzu dillendiriyorlardı. O halde onlara ölüm haktı, çünkü Allah hep bizimle beraberdi.
     İman ettikten sonra günahlar işleyebilecektim. Büyük küçük farketmez. Hatta beşeri hükümleri Allah’ın hükümlerine tercih edebilecektim. Çünkü kısa bir süre ateşte kalıp daha sonra cennete girecektim. Bu bana özel bir durum olacaktı. Bunlar yetmez ise İbrahim peygamber devreye girecek ve bana şefaat edecekti. Çünkü İbrahim peygamber de bir Yahudiydi. Bizi hesap günü herşeye rağmen sahipsiz bırakamazdı. Allah birçok elçi gödermişti ve bunlara iman etmem gerekecekti. Ama bunların en büyüğü benim peygamberim olan Musa peygamberdi. İbrahim’in kurban etmesi gereken oğlu İsmail değil İshak olmalıydı. Çünkü Yakub’un(İsrail) atası İshak’tı. Bana ait olan her şey herzaman en önemli ve en üstün olmalıydı.
     Musa’dan sonra bir elçi gelecek olursa o bizden olmalıydı. Çünkü Allah yeryüzünün iktirdarlığını bize vermişti. Başka milletler bize rehber olamazdı. Müslümanların iddiaları tamamen asılsızdı. Bir Arap, Yahudiye kesinlikle idareci olamazdı. Bir köle, efendisine nasıl emretsin. İsa da Resul olamazdı. Bizi diğer milletler ile bir tutuyordu. Allah katında eşit olduğumuzu söylüyordu. Bize Allah’ın dinini tahrif ettiğimizi söylüyordu. Bu büyük bir iddiaydı, atalarımıza saygısızlıktı. Müslümanları ve Hristiyanları araştırmaya hiç gerek yoktu. Zaten bizim dinimiz en sağlam, en orijinal dindi. Onlar bizden etkilenip dinler uydurmuşlardı.
      Tevrat, Allah tarafından gönderildiğine ve  korunduğuna  iman ettiğim bir kitap olacaktı. Bu kitap benim yaşama şeklimi belirleyecekti. Doğrularımı ve yanlışlarımı bu kitaptan alacaktım. Bununla beraber bu kitap bana göre değildi. Bu kitabı hahamlarımızdan başka hiç kimse anlamayacaktı. Hahamlarımızın bu kitaptan çıkarımlarını Allah’ın murat ettiği çıkarımlar olarak kabul edecektik. Bunun yanında Musa peygambere Tevrat ile birlikte verilen sözlü vahiy olan Talmu’da da iman edecektim. Bu vahiy benim için vardı ve tevratın açıklamasıydı. Tevratta geçen “Öldürmeyeceksin.” emri Talmut’ta bana “Yahudi olmayanların kanını akıtmak Yahovaya kurban takdim etmektir.” şeklinde açıklanacaktı. Yine Tevrat’ta geçen” Çalmayacaksın ve zina etmeyeceksin.” emri Talmut’ta bana “Diğer milletlerin canı, malı ve ırzı Yahudiye helaldir.” diye açıklanacaktı. Talmudu kabul etmeyen bazı Yahudiler vardı ama onları kafir sayacak ve kardeş olarak görmeyecektim.
     Günümüz dünyasında bir yahudi olsaydım kısaca böyle olacaktım. Bir müslüman ile ortak yönlerim ve farklı yönlerim olacaktı ama konulara bakış açım aynı olacaktı. İkimiz de zahmet edip birbirimizi anlamaya çalışmayacaktık. Belki o doğru söylüyordur ihtimali hiç aklımdan ucundan bile geçmeyecekti. Belki onu anladıktan sonra kendi değerlerime olan şahitliğim artacaktı. Kendi degerlerim uğruna daha emin bir şekilde bedel ödeyebilecektim. Ama ne onlar ne de biz farklı dünyları tanımaya hiç yeltenmedik. Onlar atasına biz de atamıza inandık. Çünkü atalarımız bize cennet vaadetmişti ötekilerine ise cehennem. Belkide bu anlayış çok hoşumuza gitmişti.
     Nasıl ki bir Yahudi kendi inanç sistemini sorgulamak zorunda ise – en azından biz öyle yapmasını istiyoruz – bizim de kendi inanç sistemimizi sorgulamamız ve diğer inançlar ile karşılaştırıp yani sözleri dinleyip en güzeline uymamız gerekiyor. Kuran’ın olağanüstü olması, furkan olması, nur olması vs. Ancak bu şekilde ortaya çıkar. “Onlar ki, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.”(Zümer-18) Bu ve buna benzer ayetler bizi sorgulamaya, empati yapmaya, araştırmaya, hakikat arayışı içinde olmaya teşvik ediyor, bunları yaparken tövbe etmeye değil. Kuran’ın en büyük derdi insaları hakikat arayışı içine sokmak, fıtratlarının sesini duyurmak, hakikati hiçbir merciye indirgememek ve bu uğurda mücadele etmeyi teşvik etmektir. O halde” Müslüman doğulmaz müslüman olunur.” diyebiliriz. Aksi takdirde bir Yahudi gibi düşünüp,düşünce dünaymızı İslami motiflerle süsleyip, Müslaman olduğumuzu zannederiz. Yine Müslüman olduğumuzu iddia edip Yahudi gibi yaşarız.