İSLAM TOPLUMU VE DİĞERLERİ

Zamanında farklı coğrafyaya, kültüre ve inanca sahip olan bir ülkenin kralı ölür. Kralın yerine erkek çocuklarından en büyüğü geçer.

Babasının yönetim sistemi, dedelerinden kalma olup değişen şartlara uyum sağlayamadığından, yeni kral babasının koltuğunu devralırken hükmedeceği ülkenin yönetim sisteminde bazı değişiklikler yapmak ister. Bunun için toplumu iyi analiz eden, bulundukları ortamda bir örneklik teşkil eden seçkin insanlar ile bu konu hakkında bir istişare heyeti kurar. İstişare heyeti, yeni yönetim sisteminde krala yardımcı olacaklar ve bu konu hakkında halkı bilgilendireceklerdir.

Yaşantı olarak oldukça kozmopolit olan bu ülkenin yönetim sisteminde değişiklik yapmak riskli olduğu için heyet bu meseleyi ince eleyip sık dokumak zorunda kalır. Ani bir yönetim değişikliği ya da topluma oldukça yabancı olan bir yönetim, altından kalkılamayacak, telafisi zor sonuçlar doğurabilirdi. Bu nedenle kralın başkanlık yaptığı istişare heyeti ilk olarak şöyle bir karar alır: Ülkenin dört tarafında da bulunan ülkelere heyetten birer üye gönderilecek ve o üyeler gittikleri ülkelerin yönetim şekillerini inceleyecektir. Gerekirse uzun yıllar o ülkede kalınacak, ülkenin yönetim şeklinin müspet ve menfi yönleri kayıt altına alınıp krala bir rapor halinde sunulacaktır.

Alınan bu karardan hemen sonra heyette bulunan seçkinler birer birer ülkelerinin doğusunda, batısında, kuzeyinde ve güneyinde bulunan ülkelere gitmeye başlar. Oralarda uzun yıllar kalıp yönetim şekillerini ve bu yönetim şeklinin halkta olan yansımasını incelerler. Meselelere bazen halk bazen de bir idareci gözüyle bakıp uygulanan sistemin getirdiği iyi veya kötü sonuçların analizini yaparlar. Nihayet araştırmaları sona erer, ülkelerine dönerler ve kralın huzuruna çıkmaya hazırlanırlar.

Seçkinler kralın huzurundadır. Söze ilk olarak kral başlar ve şöyle der: Öncelikle gitmiş olduğunuz ülkelerdeki yöneticilerin nelere değer verdiğini ve bu durumun toplum tarafından nasıl karşılandığını merak ediyorum. Çünkü yöneticiler, kendi içinde gücü barındırdığından hükmettiği topluma, değer verdiği herhangi bir şeyi doğru da olsa, yanlış ta olsa güzel gösterebilir. Bununla da yetinmeyip sistemin değerlerinin tarih sahnesinden silinmemesi için bu değerleri sürekli gündemde tutmaya çalışır. İnsanın yaratılıştan gelen bir vasfı da yaşamış olduğu toplumda üstün olabilmek, bunun için de değer görebilmektir. Hiç kimse yaşamış olduğu toplumda dışlanan, hor ve hakir görülen bir birey olmak istemez. Bununla beraber üstünlük, toplumların değer yargılarına göre değişkenlik gösteren bir unsurdur. Yani bir toplum neye değer veriyorsa ve bireyler de o değerlere saygı gösterip sahiplenmişse işte o birey toplum nezdinde üstün ya da kahraman olur. Tecrübeli ve yetenekli her idareci bu durumun farkındadır. Ülkelerini yönetirlerken bu durumu göz ardı edemezler.

Kralın yapmış olduğu kısa bir girişten sonra söz sırası seçkinlere geçer. Sırayla araştırmalarını paylaşmaya başlarlar.

Kuzeyden gelen seçkin: Efendim, geldiğim ülke çeşit çeşit kabilelerin yoğun olduğu ve bundan dolayı da meşhur olan bir ülkeydi. Bu kabilelerin lisanlarından tutun giydikleri elbiselere kadar birbirinden farklıydı. Kısa bir araştırma sonucu ülke insanlarının bu çeşitliliği bir zenginlik olarak görmekten ziyade birbirlerine kin beslemek ve düşman olmak için sebep olarak gördükleri sonucuna vardım. Çünkü toplum, üstünlüğü kabilelerine vermiş herkes kendi ırkıyla övünür durur. Yani üstünlük ırktadır, anlayışı hakim. Bundan dolayı ülkenin yönetimini elinde bulunduran kabile, ne olursa olsun, nasıl yaşarsa yaşasın sorgusuz sualsiz ülkenin her yerinde üstün sayılır, onlara hürmet edilirdi. Yine her defasında o kabilenin kahramanlıklarından bahsedilir, o kabilenin kutsal gördüğü sembolleri, bayramları, dili, ten rengi, inancı, yaşama biçimini bütün kabilelerde kutsal görmek zorunda bırakılır aksi bir durum büyük bir suç sayılırdı. Yönetimin en üst kademelerinde ve ülkenin en zengin şehirlerinde hep bu kabileden olan bireyler vardı. Hatta diğer kabile bireyleri konuşmaya yeni başlayan çocuklarına kendi dillerini öğretmemekle beraber hangi kabileden olduklarını bile söylemezler. Aksi bir durumda çocuklarına değer verilmeyecek, yine çocukları o ülke tarafından dışlanacaktır. Beni en çok şaşırtan şey, kabilelerin bu duruma inanması, inandırılmış olması oldu. Gerçekten de hakim olan kabile, diğer kabileler tarafından her şeyiyle üstün görülüyor; aynı oranda da kendilerini her alanda basit ve işe yaramaz olarak görüyorlardı. Bu durumu benimsemeyip hakim olan kabileye başkaldıran gruplar da vardı. Bunların amacı ülkenin yönetimini ele alıp ülkeye hakim olmaktı. Böylesi bir durumda üstün olan ve değer gören kabile kendileri olacak, ezilmişlik psikolojisinden kurtulacaklardı. Bu durum yıllarca sürmüş ve yıllarca süreceğe benziyordu.

Sonuç olarak kabile savaşlarının bolca yaşandığı ve güven, huzur, kardeşlik ortamından ziyade kinin, nefretin ve düşmanlığın merkezde olduğu bir ülkeden geliyorum.

Güneyden gelen seçkin: Geldiğim ülkede değer verilen şey ve buna bağlı olarak insanların yaşamını şekillendiren unsur, sahip olunan mal varlığıydı. Malın varsa varsın yoksa yoksun anlayışı ciddi bir şekilde hakim olmuş, bireyler mal uğruna inançlarını, kültürlerini, kişiliklerini tamamen bir kenara bırakmışlardı. Üstünlük parada olduğu için parası olan olmayanı eziyor aksi durumda üstünlüklerinin, saygınlıklarının gideceğinden korkuyorlardı. Malı olmayanlar ise değer görmek, üstün olabilmek için meşru olmayan her türlü yola başvuruyorlardı. Faizin, hırsızlığın, rüşvetin, gaspın bolca olduğu bir ülkeydi. Yani yönetim paraya dayanıyordu. Malı olan yönetici, olmayan ise köle oluyordu. Bunun için olsa gerek yönetim bu sistemin ayakta kalması için her şeyi yapıyordu. Faiz, sürekli gündemde tutulur ve faizsiz yaşamın imkansız olduğu fikri halka pompalanıyordu.

Sonuç olarak insanlar arasında huzur, güven ve kardeşlik ortamından ziyade kinin, nefretin ve düşmanlığın bol olduğu bir ülkeden geliyorum.

Batıdan gelen seçkin: Geldiğim ülke yöneticilerini belki de hiç görmedim. Bu yöneticiler kendilerini hükmettikleri halktan sürekli gizlerler. Buna rağmen halk, bu insanları tanımadığı gibi yasama, yürütme ve yargıyı kendilerinin seçtiği vekillerin şekillendirdiğini sanır. Asıl yöneticiler halka öyle oyun oynarlar ki oyunu görüp te şaşırmamak elde olmaz. Seçilen vekiller asıl yöneticilerin belirlemiş olduğu sınır dışında hiçbir şey yapamazlar. Sistemin kırmızı çizgilerine dokunmak bir yana eleştirmek bile büyük bir suçtur. Eleştiri halktan gelirse mevcut sahte iktidara görev veriliyor ve halk dize getirilmeye çalışılıyordu. Eleştiri iktidardan gelirse, asıl yöneticiler devreye giriyor ve devletin bütün imkanları devreye sokulup sahte iktidara karşı halk kışkırtılıyordu. Sonuçta mevcut iktidar devriliyor, halk devrim yaptığını sanıyor ama sistem hiçbir şekilde değişmiyordu.

Bu ülkede üstünlük en çok oyalayanlardaydı. Biraz eğitim almış, biraz konuşabilen her kimse muhatap olduğu topluma karşı oyalama yarışına giriyordu. Yani çarelerin değil de çenelerin tükenmediği bir yönetim anlayışının hakim olduğu bir ülkeydi. Kısaca zulmü adalet, zalimi adil gören kandırılmış ve kandırılmaya devam edilen bir topluluktu.

Sonuç olarak toplumda huzur, güven ve kardeşlik ortamından bahsetmek bir yana yalanın, aldatmacanın yoğun olduğu bir ülkeden geliyorum.

Doğudan gelen seçkin: Adı İslam, halkı Müslüman olan bir ülkeden geliyorum. Hakkın hak edene, hak ettiği ölçüde verildiği, üstünlüğün iyilikte onların deyimiyle takvada olduğu bir ülkeydi. Değer yargıları iyi davranış ve güzel ahlak olduğu için insanlar iyilikte yarışır durumdaydı. En büyük düşmanları olan Şeytan’ın tuzaklarına düşmemek için yaradana bolca ibadet eden bir topluluktu. Yanlışların hemen hemen piyasada hiç olmadığı, olursa da gizli yapıldığı ve ifşa edilmediği bir ülkeydi. Çünkü kötü davranış kınanmak, ayıplanmak ve alçalmak için büyük bir sebepti. Yaratıcıya karşı aciz, insanoğlu dışında yaratılana karşı kendilerini üstün görürlerdi. Onlar için kabile, mal, mevki, makam vs.. Yaratılan her şey kendilerine hizmet etmek için yaratılmış bu sebeple onlara düşkünlük hizmetçiye hizmet etmek gibi görülür ve bu durum hoş karşılanmazdı. Yönetim sistemi Tanrı tarafından gönderildiğine inanılan bir kitaptı ve o kitapta Tanrı’nın emir ve yasakları yazıyordu. Yöneticiler de halk gibi o kitaba uyuyor, bu anlamda belki de halktan daha hassaslardı. Yine yöneticiler tarafından Tanrı ve kitabı sürekli gündemde tutuluyor, dünya ve diğer dünya mutluluğunun buralarda aranması gerektiği anlatılmaya çalışılıyordu.
Sonuç olarak huzurun, güvenin ve kardeşliğin revaçta olduğu; kinin, nefretin ve düşmanlığın hiç bahse konu olmadığı bir ülkeden geliyorum.

Kral, İslam ülkesi hakkında söylenenlerden çok etkilenir ve oradan gelen seçkinin tavsiyesine uyup orayı ziyaret eder. Görmüş olduğu manzara karşısında daha da çok etkilenip İslam’ı seçmeye karar verir. Daha sonra yeni yönetim sistemi İslam olacak şekilde dizayn edilir.
Bize de bu saatten sonra krala Müslüman, toplumuna İslam toplumu demek düşer. Vesselam.