1989 yılına kadar Hicri takvime göre Rabi’ul Evvel ayının on ikisi Peygamber’in doğum günü “mübarek mevlid” gecesi olarak biliniyordu. Ancak bu gecenin ne mübarekliği, ne fazileti ve ne de kutlanması hakkında gerek Peygamberin, gerekse sahabenin hayatında böyle bir şeyin varlığına rastlanılmamıştır.
Mevlid kutlamalarının ilk defa Fatımı’lerce sarayda sadece devlet erkânı tarafından kutlanıldığını biliyoruz. Daha sonraları Osmanlılarda ilk mevlid merasiminin 1589 yılında III. Murat döneminde icra edildiği de bilinmektedir.
Ne olduda her yıl hicri takvime göre on gün erkene gelen bu gece 1989 yılından itibaren Nisan ayının 20-27’sine sabitlendi.
Kutlu doğum haftasının ortaya ilk defa çıkışını o yıllarda Diyanet vakfı yayın kurulu üyesi olan şimdilerde Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne şöyle anlatıyor:
1989 yılında, doktora tezimi yazmakla meşgul olduğum zamanlardı.
“”Kutlu Doğum Haftası”, işe başlar başlamaz bu kurulun aldığı bir kararla ortaya çıktı. Teklif Süleyman Hayri Bey’den gelmiş, “Kutlu Doğum” ismini de rahmetli Ayvaz Bey bulmuştu. Kararlaştırdığımız projenin temel esprisi, Peygamberimizin doğumunu, camilerin dışına taşan, modern hayatın içine giren etkinliklerle kutlamaktı. Konferanslar, sergiler, yarışmalar, tasavvuf musikisi konserleri ilk akla gelenlerdi. Bir havai fişek gösterisi bile düşünmüş, çok pahalıya mal olduğunu öğrenince vazgeçmiştik. Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti bu projeyi hemen kabul etti.(1)
Peygamberimizin doğumunun yıl dönümü kutlamaları, camilerin dışına, modern hayatın tam merkezine, konferanslar, yarışmalar, müzik konserleri ve daha nice etkinlikler eşliğinde kutlamanın sırrı neydi acaba? Neden böyle hayırlı bir iş(!) Peygamberden yaklaşık Bin Beşyüz yıl sonraları akla gelebilmiş? Bu soruları uzatmak mümkündür.
Özellikle doksanlı yılların siyasi ve dini havasını hissedenler birtakım ip uçlarınıda yakalayabilirler.
Dini hükümlerin iptal edildiği, yok sayıldığı, yasaklandığı zamanlarda genelde manevi merasimler yoğun ilgi görmüştür. Aslında eşyanın tabiatına aykırı olan yeni bir kavramı ortaya koymak için her zaman tarihle bağlantı kurulmuştur. Bu yolda mümkün oranda yeni gelenekler, yeni ritüeller/merasimler, etkinlikler hatta bid’atlar geliştirilip yaygınlaştırıldıkça bir şekilde dinin özü bastırılmak istenmiştir. Hiçbir peygamberin kendi doğumunu kutlamadığı gerçeğini hatırlarsak, mevcut olan “mevlid” ya da “kutlu doğum” gibi ritüellerin sonradan ihdas edildiğini görmemek için hiçbir neden yoktur. Bu yeni kavramların özüne bakıldığında genelde harici kültürün etkilerini görebiliyoruz.
O halde şu soruyu sormak mümkündür. Kutlu Doğum, hangi harici kültürden esinlenilerek ortaya çıkarılmıştır?
Ünlü vaiz’in ya Allah bismillah deyip kolları sıvadığı doksanlı yıllar… Hani bir tabir vardır Anadolu’da;
“Yığın yığman yok ama harman yeri göstermen çok” diye. Ancak dünyanın vaizi olmaya aday olan bu adam, hem harman yeri gösteriyor hemde gücünün son kertesine kadar deste toplayıp yığın yığıyor o yıllarda. Akıl yürütüyor.
Kutlu doğumla ilgili âcizane fikri ise şöyle imiş.
“Ahrette mihmendar ve şefaatçi olacak olan Peygambere karşı bir kısım sorumluluklarımız vardır ve bu mevzuda lâkayd kalmamız da mümkün değildir. Ama, ne gariptir ki, bizler asırlardan beri bu ışık insan ve O’nun nurlu mesajına karşı hep lâkayd kalmışızdır.. lâkayd kalmak bir yana çok defa saygısız davranmışızdır…
dar bir dairede ve belli ölçüler içinde, merasim türünden bir mevlid, birkaç paket şeker ve birkaç şişe güllâpla.. Bazen de birkaç ses sanatkârı ve birkaç İlâhîci ile velâdeti tes’îd etmeye, O’nunla irtibatımızı ortaya koymaya çalışmışızdır; ama bunlar kat’iyyen O’nun büyüklüğüyle orantılı olmamıştır; orantılı olmak şöyle dursun, O’ nun kapıkullarına gösterilen saygı ve ihtiram seviyesine bile ulaşılamamıştır. Hele Hz. Mesih’in doğum günü veya şöyle-böyle O’nunla alâkalı gösterilen noel, paskalya ve daha başka yortu ve karnavallar seviyesinde bir neş’e ve cûşişin yaşanması kat’iyyen söz konusu olmamıştır…
Hz. Isa ile alâkalı günler, halkı Hıristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede adetâ neş’e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; haftalarca, hatta aylarca her mahfilde sözler, muhavereler hep o istikâmette cereyan eder.. her tarafa O’nun adına tebrikler, hediyeler yağar..
hediye ve tebrik teatisi, o günlerde postanelerin biricik işi hâline gelir. Telefonlar, sürekli O’nun namına zil çalar, ahizeler O’nun nâmına konar-kalkar.. dört bir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar., evler bir arı kovanı gibi, O’na ait duygularla uğuldar, mâbedler O’na ait neşîdelerle inler., ve her gece, adetâ şehrâyinler gibi büyüleyici ve baş döndürücü olarak geçer.”(2)
Hırıstıyanların İsa’yı aşırı övüp onu rab edinmelerinin temel esprisi burada yatsa gerek. Şimdi aynı hataya bizi sevk ve teşvik etmenin telkinleri yerine; “Hırıstıyanların, Meryemoğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede sizde haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisi deyin” diye buyuran Peygamber’in bu hadisi sanırım yukarıdaki vaiz efendinin telkin ve teşviklerin önünü tıkamaktadır.
Eğer illede kutlu bir doğum aranılıyorsa bu, Muhammed (s) değil olsa olsa İsa (s)’nın doğumu olmalı değil mi?
1.(Zaman, Kutlu Doğum ve 28 Şubat, 19 Nisan 2012.)
2.(Sızıntı, kutlu doğum,ekim,1991