DUYGU-AMEL İLİŞKİSİ

Başarılı bir İslami pratik için duyguların gücü maalesef yeterince fark edilmiyor. Bu yazıda insandaki duyguların onun amel dünyasını ne kadar etkilediği ve aralarında ne kadar sıkı bir bağın olduğunu göstermeye çalışacağız. Bilgi ile amelin arasında nefis nasıl bir engel olarak duruyorsa, başarılı bir pratik için bilgi ile amelin arasında da bir fırsat olarak duygu duruyor. Bilgi duyguyu tetikleyebildiği oranda amele geçer.
İnsan robot olmadığından kendisine yüklenen bilgi hemen pratiğe geçmiyor. Bir robotu bilgi ile programladığınız zaman o bilgiler anında uygulanır. İnsanda ise durum bu kadar basit değil. Ona takvanın yanı sıra fücur da ilham edildiğinden doğruları hayata aktarabilmesi gerçekleştireceği iradi mücadeleye bağlı.
Bu mücadelede duygular insana ihtiyacı olduğu gücü sağlıyorlar. Bu nedenle bu duyguların iyi işletilmesi gerekiyor.
Kuran nasıl kendi bütünlüğü içinde doğru anlaşılırsa, insan da kendi bütünlüğü içinde değerlendirilerek doğru anlaşılabilir ve bu doğru anlamaya dayalı olarak doğru istikamete yönlendirilebilir. İnsanı tek taraflı ele alan ve değerlendirenler onunla bir yere varamazlar. İnsanı doğru yöne sevk etmekte başarılı olmak istiyorsak, onu bütün yönleriyle ele almamız gerekir. Nitekim Kur’an da insanı bir bütün olarak ele alıyor. Onu sadece rasyonel bir varlık olarak ele almıyor, sadece aklına hitap etmiyor. Kur’an tefekkür, tedebbür, tezekkür, taakkul vb. akli eylemlerin yanı sıra duygu fillerine de sürekli vurgu yapar. Bir kuş tek kanatlı uçamayacağı gibi insan da tek kanatlı başarılı bir amel gerçekleştiremez.
Tetiklenmeyi bekleyen duygularımız
Kur’an insanların duygularına hitap ederken konuyu çok yönlü ele alıyor.[1] Sadece tek duyguyu güçlendirerek değil, değişik kollardan insanın bütün duygu dünyasını çepeçevre kuşatarak onu mobilize etmeye çalışıyor.
Yeri geliyor kalbe sıcak bir dokunuşla muhatabını bir davranışa motive ederken, yeri geliyor Allah’ın celal sıfatı hatırlatılarak gevşekliğe düşmesine, ciddiyetsizleşmesine engel oluyor.
Nasıl ki kaslarımızı güçlendirmek için spor yapıyorsak, duygularımızı güçlendirmek için de bir şeyler yapmak zorundayız. Temennilerle duygularımızı güçlendiremeyiz. Temrinler (alıştırmalar) ile duygular güçlendirilebilir. Tefekkür temrinleri ile duygu dünyamızı yeniden inşa edebiliriz.
Kur’an’da Allah’ı anlatan sıfatları insan duyguları ile bağlantıları açısından iki ana gurupta toplayabiliriz. Bunlar Celal ve İkram sıfatlarıdır (55/78). Celal sıfatları Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü, kahhar ve azab edici oluşunu, İkram sıfatları ise O’nun merhametini, iyiliğini, şefkatini anlatıyorlar.
Bu sıfatlar Kur’an’da özellikle şu dört duyguyu tetikliyorlar:
Allah’ın ikram sıfatını anlatmak için nimetlerle ilgili verilen bilgiler şükür ve sevgi duygusunu, günahlar ve bunların cezası bilgisi korku duygusunu, Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü anlatan bilgiler de haşyet duygusunu harekete geçiriyorlar. Bu dört duygu Kur’an’da merkezi bir yere sahiptirler, çünkü insanı en çok bu duygular üzerinden gayrete getirmek mümkün. Bizim yapmamız gereken şey ise bu bilgileri aldıktan sonra bu bilgilerin hedefindeki duygularımızın hareketlenip hareketlenmediğini tespit ve kontrol etmektir. Bizde bu bilgiler nasıl bir etki yapıyor, hiç etki bırakıyor mu gerçekten, bunların üzerinde durmamız ve çalışmamız gerekiyor. Hakkıyla amel etmenin yolu buradan geçiyor. Şimdi bu duyguları biraz daha yakından ele alalım:
1.      Haşyet (saygı):
Allah’ın celal sıfatları hem haşyet hem de havf (korku) duygusuna hitap ederler. İnsan O’nun büyüklüğünü kavradığı/müşahede ettiği ve kendi küçüklüğünün bu büyüklüğün karşısındaki konumunu gördüğü ölçüde O’na olan saygısı artar. Bu kavrayış ancak ufuklardaki ve nefislerimizdeki işaretleri tefekkür etmekle gerçekleşir. (41/53)
Kur’an’da Allah’ın azametini/büyüklüğünü[2] anlatan ayetlerin arasında en çarpıcı olanlarından birkaç örnek:
·         Allah, gökleri ve yeri dağılmasınlar diye tutmaktadır.[3] (Fatır, 41)
·         Ağaçlar kalem olsa denizler de mürekkep olsa Allah’ın kelimeleri yine tükenmezdi.(Lokman, 27)
·         Bir yaprak bile O’nun ilmi olmadan dalından düşmez.(Enam, 59)
·         Biz bu Kuran’ı bir dağa indirmiş olsaydık, dağın Allah’tan haşyet duyarak ezildiğini ve parçalandığını görürdün. Biz bu örnekleri, kendi durumları üzerinde düşünsünler diye insanların önünde beyan ediyoruz. (Haşr, 21)
Bu ayetlerde verilen örnekler üzerinde tefekkür edildiğinde (aklımızda canlandırıp bu resimlerin üzerinde düşündüğümüzde) bu bilgiler insanda gerçekten ‘derin bir saygı’ duygusu oluşturmaktadır.
2.      Havf (korku):
İnsanın fıtratında acıdan kaçınma özelliği vardır. Normal olan hiç kimse acı çekmeye talip olmaz. Bu sebeple insanı yola getirmede cezanın önemli bir fonksiyonu vardır. İlahi/beşeri ceza yasaları da sonuçta bu ihtiyaçtan doğmuştur. Cezalandırılma korkusu insanı yapmayı aklından geçirdiği birçok işten alıkoyar. En ağır cezayı ise Allah veriyor. Dolayısıyla bu korku duygusu ne kadar güçlü olursa o nispette günahlardan sakınırız. Kur’an’da geçmiş kavimlerin helak edildiklerinin sürekli hatırlatılması, cehennem tasvirleri hep bu duyguyu işliyorlar. Hedef bu duygu sayesinde insanları belli tavır ve tutumlara yöneltmektir.
Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa, artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir. (Naziat, 40-41)
 
 
3.      Şükür:
Kur’an belki en çok bu duygu üzerinden insanları harekete sevk ediyor. Nitekim bir özdeyişte de şöyle ifade edilir: Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı var. Nimetlerle ilgili verilen yüzlerce örnek işte bu sebepten dolayı veriliyor. Rahman suresinin bir bütün olarak içeriği ve orada defaatle tekrar edilen ‘Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız’ ayeti bu konuda en çarpıcı vurgulardan birisidir. Veya şu ayet insanı en çok etkileyen ayetlerdendir:
“Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır. Güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür..”  (İbrahim, 32-34)
 
Yine Kureyş suresinde de Kureyşlilere Allah’ın nimetleri hatırlatılıp onların şükür duygusu harekete geçirilmeye çalışılıyor. Şükür duygusunu aktive eden bir insan gereken diğer icraatlere kollarını sıvar ve harekete geçer. O yüzden i’laf (Mekkelilerin Arabistan’da yaptıkları ticari güvenlik anlaşmaları) ve bunun sonucu olarak Mekkelilerin fakirlikten zenginliğe ve korkudan güvenliğe kavuşmaları hatırlatıldıktan sonra ‘Şu halde Kâbe’nin Rabbine kulluk edin’ deniliyor. Burada da şükür duygusu ile kulluk eylemi arasında bir sebep-sonuç ilişkisinin kurulduğunu görüyoruz.
Şükür duygusu insanı aynı zamanda gönüllü ibadetlere de sevk eder. Peygamberimize neden bu kadar namaz kıldığı sorulduğunda ‘Şükreden bir kul olmayayım mı?’ cevabını vermişti. Demek ki, kulluk için tek motivasyon azaptan kurtulmak değil, onca iyiliğe şükretmek de insanı kulluğa sevk edebiliyor.
İbadetlerini yetersiz ve zayıf gören kişi şükür duygusu üzerinde daha çok çalışmalı ki, eksikliklerini giderme konusunda ek bir motivasyona sahip olsun. Çünkü ibadetlerini bir şekilde ifa ettiğinden dolayı azaba uğrama ihtimalini Allah’ın merhametine güvenerek düşük gördüğünden onu bu konuda azab korkusu artık motive edici olmaktan çıkabiliyor, çıkmaması gerektiği halde. Dolayısıyla burada kulluk kalitesini (takva) artırması için ek motive edici düşüncelere ihtiyaç var. Bunlar da ancak şükür ve sevgi duyguları olabilir.
4.      Sevgi:
Sevgi, bir varlığın başka bir varlığa karşı duyduğu en güçlü alakayı ve bağı ifade eden duygu olduğundan, mümin-Allah ilişkisinde de en önemli duygu sevgi duygusudur. Sevgi duygusu piramidin zirvesinde olan duygudur. Bu duyguyu güçlendirmek hakiki müminlerin en önemli gayelerindendir. Sevgi duygusu insanın fıtratında şöyle işler: İnsan kendisini seveni sever/İnsan kendisine iyilik yapanı sever. Allah insanı sevdiğinden ve ona sayısız iyilikler yaptığından dolayı bu duygu en çok O’na karşı gösterilmesi gereken bir duygudur. Dolayısıyla Kur’an bu sevgi duygusunu insanda güçlendirmek için Allah’ın sonsuz iyiliklerini defaatle hatırlatıyor.
“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara, 165)
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”  (Al-i İmran, 31)
Duygudan devlete
Duygular fıtri olgulardır. Allah’ın yarattığı ve insana verdiği hiçbir şey abes değildir. Duyguları da bize Rabbimiz verdiğine göre onlarla bir gaye ve hikmeti hedeflemiştir. Biz burada fıtrata uygun işlevleri ne ise o doğrultuda ele alınmaları, atıl bırakılmamaları gerektiğini ifade etmeye çalışıyoruz. Duyguların bu hikmete uygun işlevlerini yerine getirmeleri insana hayat serüveninde yardımcı olur.
Duygulara yönelme duygusallaşmak anlamına gelmez. İnsanları galeyana getirmek, duygu sömürüsü yapmak, duyguları araçsallaştırmak anlamına da gelmemektedir. Sonuçta nasıl aklı da kötüye kullanmak[4] mümkünse elbette duyguları da suistimal etmek mümkündür. Burada bizi her türlü suistimale karşı koruyacak olan Kur’ani bilinçtir. Duygularımız aklın önüne geçirilmeme şartıyla en güçlü şekilde değerlendirilmeliler.
Dini yeryüzüne hakim kılmak isteyen kadrolar önce kendi duygu dünyalarına dini hakim kılmalılar. Ondan sonra toplumsal değişime soyunmalılar. Tek kişiden devlete giden yolda Hz. Peygamber (a.) insanların duygu yönlerini ihmal ederek hareket etmemiştir. İnsanlara sadece siyasi bilinç aşılamak yeterli gelmemektedir. Elbette bunsuz da olmaz. Din siyaseti de içine alan ve fakat onu aşan çok daha kapsayıcı bir hayat nizamıdır. Dolayısıyla dini yine kendi bütünlüğü içinde ele alıp onu herhangi bir boyutuna indirgemeden kendi bütünlüğünde ve Kur’an ve Sünnetteki çerçeve içinde yaşamamız gerekiyor. Dinin bütün boyutlarına dinin sahibinin verdiği değer kadar değer vermeliyiz.
Hz. Peygamberin yetiştirdiği kadrolarda namaz kıldırırken ağlayan insanlar olduğu gibi, üstlendiği yönetim sorumluluğunu vicdanının derinliklerinde duyarak hareket ettiğinden dolayı kaybolan bir koyundan kendini mesul hissedecek kadar vazife şuuruna sahip insanlar da vardı. Çok açıktır ki, bu vasıflar salt bilgi ile oluşan nitelikler değildir. Öyle değil midir ki, aynı Kur’an bizim de elimizde, on yıllardır biz de Kur’an’ı manasından talim etmemize rağmen örnek bir topluluk ve hareket meydana getiremedik.
Nitekim yaşadığımız sorunlar sadece yanlış fikirlerden kaynaklanmıyor. Örneğin adaletten sapmalar akılla yanlış sonuçlara ulaşılmasından, yani düşünsel bir hata sonucu oluşmuyor, vicdan, insaf ve Allah korkusu gibi duyguların/hasletlerin körelmesinden/zayıflığından kaynaklanıyor. Bu duyguların zayıflaması oranında pragmatik düşünceler hareketlerimizi yönlendirmede ağırlık kazanmaya başlıyor. Merhamet ve insaf duygularını güçlendirmemiş fertlerden oluşan hareketlerin İslami anlamda başarılı olmaları düşünülemez.
Buradan eğitim programlarımız için de sonuçlar çıkıyor. Çalışmalarımızda sadece fikri, ilmi ve siyasi konular üzerinde durmamalıyız. Duyguların eğitimini de dengeli bir şekilde programlarımızın içine almalıyız.


[1] Örnek olarak Kur‘an insanda gıybet konusunda bir duyarlılık oluşturmak için ondaki iğrenme duygusunu harekete geçiriyor: ‘Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat, 12)
[2] Allah’ın azametini gösteren deliller sayısızdır. Bir örnek: İnsanın ana rahmindeki oluşumu başladıktan tam üç hafta sonra beyni de oluşmaya başlar, o andan itibaren beyinde her dakikada 250 000 beyin hücresi yaratılır. Bu da Allah’ın yaratmadaki azametini, müdebbirliğini, seriliğini, kudretini gözler önüne seren çarpıcı bir örnektir. Şimdi bu bilgiyi kalpteki hitap ettiği duygu ile birleştirmek gerekir. Bu birleştirme ayrı bir fiil ve eylemdir. Bunun için ayrı bir irade ve gayret gerekir.
[3] Bu ayeti daha iyi anlayabilmek için maddenin yapısını göz önünde bulundurmak lazım. Madde atomlardan oluşuyor ve atomların çekirdeğindeki protonlar artı (+) yüklü olduklarından birbirlerini itmeleri gerekirken Allah’ın kudreti onları çekirdekte bir arada tutuyor. Yine atom çekirdeği etrafında çok hızlı dönen elektronları da hem döndüren ve onları yörüngede tutan yine Allah’ın kudretidir. Eğer bu kudret olmasa atom oluşmaz ve dolayısıyla madde de kainatta bulunmazdı, her atomun parçaları etrafa dağılırlardı. Milyarlarca yıldız ve gezegenlerin her biri sayısız atomlardan müteşekkil olduğundan tek tek bu atomları ‘dağılmasınlar diye bir arada tutan’ Allah’a sonsuz hamd ve övgüler olsun.
[4] Rasyonalizm ve pragmatizm aklın kötüye kullanılmasına birer örnektir. Demek ki, sadece duygular suistimal edilmiyorlar. Bugün yöntem konusunda başımıza bela olan pragmatizm düşüncesi aklın kötüye ve yanlış kullanılmasına bir örnektir. Bu durum aklı devre dışı bırakmayı gerektirmediği gibi, duyguların suistimal edilmeleri de duyguları ihmal etmemizi gerektirmemeli.