Ürkütücü bir geceydi. Yıldızlar çoktu gökyüzünde ama ışıkları zayıftı. Karanlık yolda telaş içinde koşturuyordum. Yol, kayalık bir tepenin tam dibinde ilerliyordu. Yolun bir tarafını kocaman kayalar kapatıyordu. Diğer yanında ise söğüt ağaçları sıra sıra dizilmişlerdi. Dar bir koridor gibiydi yol. Bir an önce oradan kurtulmak istiyordum.
Nihayet yolun sonu görünmüştü. Yol, az ilerde birden genişliyordu. Daha ilerisi henüz görünmüyordu ama bir ışık kaynağından vuran aydınlık belli oluyordu. Bu bana umut vermişti. Bir köy olabilirdi az ileride. Yolda yakıtı biten aracıma bir miktar yakıt bulabilirdim. Böylece kabusa dönen gecem sona erebilirdi. Yakıt bulamasam bile, geceyi geçirecek güvenli bir yer olabilirdi orada. Işık aydınlık, aydınlık huzur, huzur emniyet demekti.
Korku dolu adımlarım, koridor gibi olan yolda son bir çabayla ileri atıldılar. Ve yol bitti. Ağaçların ve kayaların kıskacından kurtulmuştum sonunda. Küçük bir düzlüğe gelmiştim. Karşılaştığım manzara karşısında ağzım açık kaldı. Solumda kayalardan oluşan büyük bir tepe, sağımda dere, dereden sonra başlayan yine bir tepe vardı. Tam karşımda büyük, ulu bir pür ağacı… Ağacın etrafında isimsiz mezar taşları… Mezarlık, evet burası bir mezarlıktı. Kırk civarında mezar vardı. Mezar taşlarının bir kısmı yosun tutmuş, bir kısmı da yan yatmıştı. Mezarların bitiminden itibaren büyük bir ova başlıyordu. Sonsuz gibi duran ovayı yüksek dağlar çevirmişti. Ve dağların arkasından doğan dolunay, sarı bir ışıkla her yeri aydınlatıyordu. Ay o kadar yakın gibi görünüyordu ki taş atsam vuracak gibiydim. Ayın altında ufkumu açan dümdüz ova. İçinde bulunduğum küçük vadi, korkudan ziyade huzur yayan mezarlık, insana ana kucağı gibi huzur veren ulu pür ağacı, kısa ve temiz otlar; gelinlik kızın taranmış saçları gibi… Geride bıraktığım karanlık ürkütücü dar yol… Zorluktan sonra bir kolaylığa gark olmuştum adeta. Adımlarım kalakalmıştı orada. Gözlerim bir pür ağacında, bir mezarlarda idi. Ne yanlarına yaklaştım ne de oradan uzaklaştım. Canlı gibi duran dolunay, ulu pür ağacı, mezarlar ve huzur…
O an her şeyi unuttum. Arabamı, köyü, insanları… Tarihi düşündüm; bugün 1 Temmuz gecesi olmalıydı. “Seneye aynı tarihte yine gelmeliyim buraya” dedim. Mutlaka gelmeliydim. Hatta, hatta hiç ayrılmamalıydım. Aşık olmuştum. Kapıldığım hisler tarifsizdi. Her yerde huzur vardı. Dünya, meşakkat, kaygı ve zulüm yoktu orada. Bilgelik, sessizlik, huzur vardı.
Düşünmeden, gizli bir iradeye teslim gibi; yavaşça yere uzandım. Uzandığım yerde mezar taşı yoktu. Üstümde toprakta yoktu. Ama pür ağacının ışıklı gölgesi üzerimi yavaşça örttü. Sıkıca sarındım ona. Bilgelik ve huzur içime kadar işledi. Yavaşça, korkusuzca toprağa dönüştüm, toprak oldum.
Artık ben yoktum. Güzel bir manzara vardı.