وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ
﴿٣٦﴾
“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.”(Zuhruf, 36).
Ya Rahman Ya da Şeytan
Zuhruf suresinin 36. ayeti, hayatın temel bir yasasına dikkat çekmektedir: İnsan Rahman olan Allah’ı zikretmeli, O’nu her daim anmalı, Allah’ı anmaktan gafil kalmamalıdır. Allah’ı anmak, dilden gönüle, gönülden hayata, hayattan ahirete akmayan, sadece dil ile Allah adını terennüm etmek olmayıp, Allah’ın büyüklüğünü hatırından çıkarmayarak, O’na layık bir kul olmaya azmetmektir. İnsan, ölmüş veya yaşayan yakınlarını, onların iyi hususiyetlerini öne çıkartarak anar. Saygın bir baba ya da sevilen bir bebek anlatıla anlatıla bitirilemez. Büyüklerin bu şekilde anılmasına, ‘hayırla yâd etmek’ denir. Kişinin babasını anması, babasının faziletlerini ve kendisi üzerindeki hakkını teslim etmesi demektir. Baba bir beşerdir ve gerçekçi bir anış (zikir), babanın bazı günahlarını da dahil etmeyi gerektirir.
Allah ise sadece ve mutlak surette hayırla anılır. Allah’ın herhangi bir noksanı bulunmadığı için, O’nu anmaya herhangi bir eksiklik karıştırılamaz. Ayette Allah ismi değil de, Rahmân’ın kullanılmasındaki hikmeti tedebbür etmek gerekir. Allah’ın rahmân sıfatı öne çıkartılarak, anmanın (zikir) özü de belirlenmiş olmaktadır. Allah Rahman’dır yani sonsuzca merhametlidir. Hayat bir boyutuyla tümden Allah’ın merhamet sıfatının tecellisidir. Allah’ı Rahmân olarak zikreden müminin kalbi rıfk ile dolar, aklına sadece merhamet gelir. Hayata, eşyaya ve olaylara merhamet nazarıyla bakar. Taş kesilmiş toprağı suyun yumuşatması gibi, Rahmân ismi de taşlar gibi kaskatı kesilmiş, hatta taştan da katı kalpleri (Bakara, 74) yumuşatır, insanı kendine getirir. Merhamet, insanın en büyük yitiğidir. İnsanın yüreğini merhametle dolduramadığımız sürece, hayatın hiçbir sorununa derde deva bir çözüm bulamayız.
İnsan Rahmân Allah’ı anmaktan yüz çevirirse, bu boşluğu şeytan doldurmaktadır. Yukarıdaki ayette “şeytanı musallat ederiz” diye tercüme ettiğimiz ‘nugayyıd’ kelimesini Rağıb el-İsfahanî, yumurta kabuğunun yumurtayı sarıp sarmalaması gibi, şeytan da onu sarıp sarmalar, koruma altına alır şeklinde açıklamaktadır. Kelimeye sözlükte ‘binayı yıkmak’ anlamı verilmektedir. Enkaz kelimesi aynı kökten türemiştir. Dolayısıyla ayeti, Rahman’ın zikretmekten yüz çeviren kimsenin başına “şeytanı yıkarız” mealinde anlamak da mümkündür.
‘Karîn’ kelimesi ise dost ve eş demektir. Birbirine bağlı iki deveye ‘karîn’ denmektedir. Rahmânı zikretmekten yüz çevirdiği için şeytan kendisine musallat kılınan insan, şeytanla, birbirine bağlanmış iki deve misali dost/yoldaş olmuştur.
Bir sonraki ayette (Zuhruf 37) konu şöyle sürdürülmektedir: Musallat edilen şeytanlar, musallat oldukları kişileri doğru yoldan engellerler ama o kişiler kendilerini hala hidayet üzere sanırlar. İşte insan için asıl öldürücü zehir budur: Kişinin cehlinin ve küfrünün farkına varamaması. En sonunda (oyun bitip) ahirette Allah’ın huzuruna varıldığında, şeytanla aynı iple birbirine bağlanmış olan kimse, şeytanla kendisi arasında iki doğu arası kadar mesafe olmasını temenni edecekse de (Zuhruf, 38), bu pişmanlığı hiçbir fayda sağlamayacaktır. (Zuhruf, 39).
Aslolan, fayda vermeyen son pişmanlıktan önce bu dünyada iken pişman olmak ve tevbe etmektir. Kişi, unuttuğu / yüz çevirdiği Rahmân Allah’ı yeniden hatırlamalı, yeniden iman etmeli ve gerçekçi bir sadakatle Rabbini anmalıdır. Allah’ı her işine karıştırmalı, Allah’tan razı olmalı ki Allah da O’ndan razı olsun. Kişi Allah’ı zikretmeli ki Allah da onu zikretsin. (Bakara, 152). İnsanın, her şeyini kendisine borçlu olduğu Rabbini anmaması, affı mümkün olmayan bir nankörlüktür.