Müslümanlar olarak bugün çok etkili iki bid’atla karşı karşıya bulunduğumuzu düşünüyorum. Bu iki bid’at, Kur’ani-Nebevi istikamet ve mücadele çizgisini gölgelemekte, Müslümanları yollarından alıkoymakta, insanımızın, gençlerimizin İslami coşkularını ve enerjilerini heba etmektedir.
Bunlar, demokratikleşme ve şiddet körlüğü bid’atlarıdır. Her ikisi de apaçık bid’atlar olarak karşımızda durmaktadırlar. Zira ikisinin de İslami açıdan bir meşruiyetleri olmadığı gibi İslam’ın ölçü ve öğretileriyle taban tabana zıt yaklaşımlardır.
Demokratikleşme bid’atı; İslam’ın cahiliye olarak tanımladığı şirke, küfre dayalı her türlü bâtıl oluşum ve işleyişten akidevi olarak ayrışıp beri olmayı ve cahiliyeyle hiçbir şekilde ilkesel bir uzlaşmaya yanaşmamayı gerektiren Kur’ani-Nebevi istikamet öğretisi yerine, cahili sistemlerin yönetilmesine/işletilmesine namzet olmayı, ilkesel olarak kökten reddi gereken cahiliyeye İslam aşısı yapmaya çalışmayı ifade eden bir yaklaşımı ve bu yaklaşımın destekçisi olmayı ifade etmektedir.
Şiddet körlüğü olarak tanımladığımız ve bugün İslam coğrafyasını kasıp kavuran bid’at ise; İslam’ın savaş ve savaş hukuku konusundaki onca sınırlayıcı emrine ve çizdiği kırmızı çizgilere rağmen, cihad adı altında ölçü tanımayan bir şiddeti kutsayan, ibadethaneler, çarşı-pazarlar, metro durakları, alışveriş merkezleri gibi daha çok sivillerin bulunduğu mahalleri hedef alacak kadar ölçüsüzleşen bir ölüm ideolojisini ifade etmektedir.
Ölçüsüz şiddeti bir mücadele ekseni haline getirdiği görülen gruplar tarafından, İslam coğrafyasında veya Batı ülkelerinde çeşitli sivil hedeflere (ibadethaneler, çarşı-pazarlar, metro durakları, alışveriş ve iş merkezleri gibi) yönelik olarak, işgalci emperyalist güçler ve yerli işbirlikçilerinin işgal ve katliam politikalarına tepki olarak son yıllarda sıkça gerçekleştirilmekte olan saldırılar, bu gruplarca ya söz konusu hedeflerin sivilliği tartışma konusu yapılarak veya işgalcilerin İslam coğrafyasında işlediği suçlar gerekçe gösterilerek savunulmaktadır. Böyle olunca da, şiddet körlüğü bid’atı giderek yerleşik hal almakta, özellikle genç kesimlerin zihninde meşruiyet kazanabilmektedir.
ABD’nin New York şehrinde 11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kulelere yönelik olarak gerçekleştirilen ve halen de muamma olma özelliğini sürdüren saldırılar, İngiltere’nin başkenti Londra’da metro istasyonunu hedef alan saldırı, Tanzanya’nın başkenti Darusselam’da ABD Büyükelçiliği’nin bulunduğu bölgeyi hedef alan saldırılar, İstanbul’da bir İngiliz bankasını hedef alan saldırı gibi hadiseler, bu saldırılarda ölenlerin büyük çoğunluğu işinde-gücünde siviller olmasına rağmen bu gruplarca yukarıda ifade ettiğimiz türden gerekçelerle savunulabildi.
Oysa ne ikiz kulelerin Amerikan finans kapitalizminin merkezi olması orada çalışan ve söz konusu saldırıda hayatını kaybeden insanların çoğunun işinde gücünde insanlar olduğu gerçeğini değiştirir, ne İngiltere’nin İslam coğrafyasında işlediği ve işlemekte olduğu insanlık suçları, Londra metrosunda evine veya işine gitmek üzere bekleyen insanların öldürülmesini meşru kılar, ne ABD’nin Büyük Şeytanlığı ve insanlığa karşı işlediği ve işlemekte olduğu devasa suçlar, sırf orada ABD büyükelçiliği var diye Darusselam’da yolunda yürüyen insanların hedef olacağı bir saldırıyı haklı kılar.
Son olarak Kenya’da bir alışveriş merkezine yönelik olarak, bu alışveriş merkezi bir siyonist işgalciye ait olduğu ve Somali işgalcisi Kenya’nın devlet ricali ve Batılı diplomatların uğrak yeri olduğu gerekçesiyle, Eş-Şebab örgütü tarafından gerçekleştirilen ve çoğu sivil 60’tan fazla kişinin öldüğü saldırı sonrası bu tür bir savunuya şahit olduk.
Somali’de Batılı güçler ve onların bölgesel müttefikleri Etiyopya ve Kenya işgaline karşı mücadele eden Eş-Şebab örgütü sözcüsü Abdulaziz Muscab, Kenya’daki saldırıyla ilgili El-Cezire muhabirinin Saldırı Westgate alışveriş merkezinin içerisi müşterilerle dolu iken gerçekleşti. Şebab neden sivillerle dolu bir yere saldırıyor?” sorusuna cevabenKenya’nın Somali’deki katliamlarını öne sürüyor ve şöyle diyor:
“Saldırdığımız yer Westgate alışveriş merkezi. Dünyanın pek çok yerinden turistlerin alışveriş için ziyaret ettiği, diplomatların bir araya geldiği bir yer. Kenya’nın karar verici isimlerinin dinlenmek, eğlenmek için seçtikleri bir mekan. Westgate Yahudi ve Amerikan dükkanlarının bulunduğu bir yer aynı zamanda. Bu yüzden orayı seçtik. Sivillerin ölümüne gelince, önce Kenya hükümetinden masum Somalili sivilleri mülteci kamplarında neden bombaladığının hesabı sorulmalı. Neden Gedo ve Cubba bölgelerinde masum insanları bombaladılar? Bizden önce onlara bu sorular sorulmalı.”
[1]
Şimdi bu durumda şunu sormak gerekiyor: Bir Müslümanın amel ve eylemlerinin kâfirlerden farklı olması gerekmez mi? Onların Somalili sivilleri katletmesi, kalkıp birilerinin İslam adına Kenya’da sivillerin de bulunduğu bir mekanı bombalamasını caiz kılar mı? Biz isterdik ki, Somali’de işgal ve yağmaya direnmek gibi kıymetli bir gayeye sahip olan Eş-Şebab örgütü, şiddet körlüğü bid’atına sapmak yerine, işgale karşı mücadelesini Kur’ani-Nebevi ölçüler içerisinde, sabır ve sebat üzere yürütsün.
Rabbimizin bizim için en güzel örneklik olarak nitelendirdiği Peygamberlerin (s) mücadele sünnetinde hiçbir şekilde yeri olmayan demokratikleşme (cahili sistemler karşısındaki akidevi duruşu terk edip, onların yönetimine katılarak veya katılanlara destek olarak cahiliyenin yönetimine ortak olma tercihi) ve şiddet körlüğü bid’atları, bugün ne yazık ki Müslümanlar arasında taraftar bulabilmekte ve etkili olabilmektedir.
Evet, günümüzde Müslümanları Kur’ani-Nebevi istikamet ve mücadele çizgisinden alıkoyan iki büyük bid’atla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu meselelerin farkında olan Müslümanlar olarak, demokratikleşme ve şiddet körlüğü olarak karşımıza çıkan bu iki bid’at karşısında sesimizi yükseltmek ve bu bid’atlara meyleden Müslümanlara karşı emri bil maruf, nehyi anil münker sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. Hem ümmetin yeniden inşası umudumuz için, hem de uhrevi saadetimiz için bu elzemdir.
[1] Eş-Şebab sözcüsü Muscab’la El-Cezire’nin yaptığı söyleşinin çevirisi, Haksöz Haber sitesinde yayınlandı.