40’lı yıllardan günümüze dek geçen zaman içinde devlet başkanlarından sadece ikisi aynı zamanda demokrasi adına partilerinin genel başkanlığını da deruhte etmekteydiler. Gerçi İnönü, “Milli şef” diye anılıyorduysa da, aslında yine partisinin genel başkanı sayılıyordu. Bu süre zarfında halkın, özellikte gıda maddeleriyle ilgili şikâyetlerinde de benzerlik bulunuyordu…
İtibari ölçüye göre, bundan bir asır evvelinin 1900’ler Türkiye’sinde halk sebze ve meyve fiyatlarındaki yükseklikten şikâyetçiydi. O asrın Senihi Yürüten isimli bir vatandaşı, taksi şoförlüğünden Meclis’e seçilmiş mebus idi. Cumhur Başkanlığı ile birlikte partisinin de Genel Başkanı İnönü’ye karşı halk ağzıyla ve muhalefet edercesine hiç korkup çekinmeden hayat pahalılığından yakınır…
20. asırdan 21. asrın başlangıç yıllarına doğru gelişip, modernleşerek tekâmül eden günümüzün Türkiyelisi de, aynı dertten muzdarip. Bu dönemin Devlet Başkanları da, halkın ızdırabından ötürü rahatsız. Bir şeyler yapılmasını istiyor ve düşünüyor…
•
40’lı yılların yaygın ıstırabına sebep kabzımal kazığıdır. Bunda üretici ile satıcı arasındaki iş adamlarının büyük rolü var. Bunlar, üretim alanlarından gelen malı ucuzlatmamak için köylünün binbir cefa ile zor zahmet üretebildiklerini denize dökmekten hiç perva etmiyorlar. Bunun neticesinde üretim bölgelerinde çok ucuz olan sebze zerzevat, tüketim bölgelerinde çok pahalıya satılıyor. Ticaret Bakanı Cemil Sait Barlas’ın, devletin ulaştırma araçlarındaki yetersizliğinden ötürü, üretilen pek çok malın toprağında çürümeye terk edildiğine yönelik açıklamaları üzerine, Başbakan Şemsettin Günaltay, bundan sonraki uygulamada kabzımalların durumlarına dikkat edileceği vaadiyle konunun üzerine perde çekiliyor…
40’lı yıllarda, kabzımal kazığının bir kaç kelimelik vaat törpüsüyle rafa kaldırılmasına karşılık, 21. asrın bugünkü erken 10’lu yıllarında yeniden zuhur eden benzer problemlere karşı bu kez, Devlet Başkanınınsergilediği tavır ise, çok farklı oluyor…
Devlet Başkanları, her ne kadar kendi şahsi mutfakları için sebze zerzevat pazarlarında alış veriş amacıyla dolaştığını pek gören olmamışsa da, kendisini kabzımal kazığı yemişlerin yerine koyunca, meselenin vahametini kavramakta gecikmiyor. Yardımcılarını konu üzerine eğilmeleri için vazifelendirmesinin ardından, acilen tarla ile halkın mutfağı arasında etkili bir ulaşım ağı kuruyor…
Tanzim satışları denilen bir acil yardım hattı…
Fena da olmadı yani. Buna sizler “devletin manavlığı olmaz” diyerek devletçiliğin yeni sağcılıkta yerinin bulunmadığını ileri sürebilirsiniz. Oysa solculuğun tam orta göbeğini teşkil eder bu gibi işler…
Seçimlerde saat on ikiye beş kala Devlet Başkanları Tayyip Erdoğan’ın sosyal politika kararlarını, ölçebilecek bir solmatik cihazını da şimdiye dek hiç gören duyan olmamıştır memleketimizde…
Müslümanlar her daim sağda oturup kalmak isterler. Oysa Müslümanlığın kendine özgü bir rengi vardır. Ne sağa benzer ne sola…
Sıfatını solculukla yaldızlatan CHP ise, sağcılığın tam orta göbeğinde…
Alışılmadık ne hoş çapraşıklık, değil mi?
Ecevit de CHP’nin sağcılığından utanarak ortanın soluna kaydırıvermişti kendisini amma, kabineye Kemal Derviş’i getirince, yanılgısından sıhhatini kaybetti…
•
Bir zamanlar İstanbul Meyve Sebze Hali iki ayrı noktada, Eminönü’nde idi. Geçen asrın 30’lu ve 40’lı yıllarında Galata Köprüsünün Eminönü ayağında olup, hemen deniz kıyısında ve Yemiş İskelesininbulunduğu alanda idi. 60 ve 70’li yıllarda ise biraz daha ileriye, Unkapanı’na doğru kaydırılmıştı…
Kıyı beldelerinden mavna ve motorlarla getirilen zerzevat burada indirilir ve malın fazla geldiği günlerdeyse, pazara dökülecek tarım ürünleri, kabzımala fazla kazanç sağlatması için denize dökülürdü.
Benim görerek şahidi olmuşluğum pek çoktur. Haliç’in suları boylu boyunca mor rengine bürünürdü…
•
Noterler kanalıyla birilerine vekalet verilirken, kişinin kendisine sorarlar; “Ahsu-Kabz da dahil mi?” diye. Kabz’ın anlamı, almaktır. Çatır çatır, bastıra kopara, zorla almaktır…
Sebze-meyve hallerindeki köylü ile şehirli arasında mal komisyonculuğu yapan kişilere de kabzımaldeniliyor.
Mal kabzedici…
Bakalım, arkadaşımın oğlu Berat Albayrak, onların canlarını kabzedebilecek mi?…
Tabii ki, hepsinin de değil…
•
Şok mağazaları kimindir bilmem. Tanzim satışlarından üç-beş gün evvelinde soğan-patates iki liraydı. Tanzim’in haftasında baktım ki, bakkal ve manavlık, ikiz kardeşlerin gözlerini doyurmamış. Tuhafiye ve oto parçacılığına da el atan bizim yeşil kapitalistlerin mağazalarında, hâlâ beş-altı liralık etiketleriyle yoksul Müslüman müşterilerine göz kırpıyordu…
Ne kadar ayıp. Günahını-sevabını Allah bilir amma, ayıplamak da, parasını kaptıran halkın doğal hakkı olmalıydı…
Akit / Atilla Özdür