Malum olduğu üzere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile başlayan yeni anayasa tartışmaları Türkiye’nin gündemini meşgul etmektedir. Mevcut anayasa 1982 Anayasası olarak kayıtlardadır. Bu anayasa 39 yıldır birçok kez değişikliğe uğratılmış bir anayasadır. Devletler elbette ihtiyaçlara binaen anayasada yer alan maddeleri değiştirme selahiyetlerine sahip olmalıdırlar. Çünkü değiştirdikleri şey ilahi bir vahiy değildir. İnsanın anlık ihtiyacına cevap verebilmesi için hazırlanmış metinlerdir. Asıl düğüm de burada kopmaktadır. Gerçekten bu ülkede hazırlanmış anayasalar bu ülkede yaşayan yediden yetmişe tüm halkın ihtiyaçlarına göre mi hazırlanmıştır yoksa kapitalist düzeni ayakta tutacak bürokrat ve sermaye sahiplerinin çıkarlarını maksimize edebilmek için mi?
Kapitalist düzen insanları yalnızca ekonomik anlamda sömüren bir düzen değildir. İnsanı zihnen de sömüren bir düzendir. Yani insanı sömürülmeye müsait bir zihni duruma taşıma düzenidir de. İşte yapılan anayasalar da bu sistemin inşasında başat rol oynarlar. Altusher’in deyimiyle devletin ideolojik bir aygıtı olarak insanları yasal şiddetle “normalleştirme” çabası güder. Tanzimattan bu güne yapılan reformlardan tutun da anayasalara kadar hepsi çıkar odaklarının daha çok semizleşmesi halkın ise daha bir baskı altına alınıp daha fazla fakirleşmesini sağlamıştır. Doğal olarak bu yeni anayasa tartışmaları da gündem saptırmaca yanı olduğu gibi aynı zamanda da oligarkların kendi yerlerini sağlama alma çabasından başka bir şey olmayacaktır.
Anayasalarla insanların günah işleme özgürlüğü garanti altına alınırken insanların inançlarını yaşayabilmeleri ellerinden alınmaktadır. Elbette biz müslümanlar olarak küfür içerikli anayasaların olduğu ülkelerde inançların özgürlüğünü beklemiyoruz lakin mevcut anayasaların en temelde dillendirdiği her alanda özgürlük aforizması adeta sistem inşa edicilerce helvadan bir put olarak acıkıldığında yenildiğini de görmekteyiz. Bu ülkede kadınların teşhirci bir giyimle sokaklarda dolaşmaları özgürlük iken inançları gereği bunları en nezaketli biçimde uyaranlar ise suçlu pozisyonundadırlar. LGBT üyeleri yaptıkları pislikleri alenen yaparlarken bunlara karşı çıkanlar cinsel özgürlüğe müdahale etmekten suçludurlar. Kitabına uydurarak ormanları katledip kendilerine rant alanı oluşturan yöneticilere ve sermaye sahiplerine karşı eylem yapmak anayasal bir suç iken onların rant için doğayı tahrip etmesi özgürlüktür. Soma’da 301 madenci ölürken patronların hiç bir tazminat ödemeden elini kolunu sallayarak işlerine devam etmeleri mevcut anayasa gereği mümkünken haklarını arayan madenciler karga tulumba gözaltına alınmaları da yine bu “özgürlükçü anayasanın” bir eseridir. Bakanlık, başbakanlık koltuğuna oturanların geçmişten bugüne kendi aile, akraba ve eş dostuna devletin tüm imkanlarını haksız bir şekilde açmaları mevcut anayasalarca suç teşkil etmezken bunlara itiraz edenlerin şiddetle cezalandırılması yine aynı anayasalarca mümkündür. İnsanlar inandığı düşüncelerini gazete, dergi yahut da kitapta yazdıklarında tutuklanmaları mümkünken mesela Susurluk gibi tarihe malolmuş bir kazada devleti yönetenlerce suçluların aynı araçta olmaları mevcut anayasalarca gayet sıradan bir olaydır.
Kısacası ne geçmişteki anayasalar ne bundan sonraki anayasalar bu halka bir fayda sağlamayacaktır. Çünkü sistem temelden bozuktur. Sistemin temelden düzeltilmesi gerekmektedir. İslam bir sistemi yeniden silbaştan kuran, kurabilecek güce sahip bir düzendir. Bu düzen yeryüzünde yaşayan yediden yetmişe herkesin hakkını teslim etme gayretinde olan bir sistemdir. Çıkar sahiplerini semizleştiren bir sistem olmayıp hakkaniyeti esas alan bir sistemin adıdır. Sadece insanı değil doğayı, hayvanları kısacası ekolojik dengeyi de gözeten bir sistemin adıdır. Gayri İslami hiç bir unsur bu sistemin kendi egemenlik alanlarında bulunmasından hoşlanmaz. Çünkü bu sistem, 301 madencinin ölümüne sebep olanları hiç bir şey yokmuş gibi ortalıkta dolaştırmaz, ormanları yokedip rant aracına dönüştürmeye müsaade etmez. Cinsel sapkınlığı, alkolizmi, uyuşturucuyu, teşhirciliği, liyakatsızlığı yokederek hem emanet/ehliyet ilkesini, hem aileyi, hem genç nesli, hem de toplumdaki adalete olan inancı korur. Böylesi bir düzen azınlığın haklarını değil herkesin hakkını korur. Eğer anayasa tartışmalarında varsa bir babayiğit buyursun Allah’ın insanlar için murad ettiği bu sistemi bu ülkede nasıl ve ne şekilde inşa edebileceğini tartışsın.