بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemek Allah katında büyük bir nefretle karşılanır. (62/2-3).
Yapmayacağınız Şeyleri Niçin Söylersiniz?
Saff suresi, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini, Allah’ın aziz ve hakîm olduğunu bildiren ilk ayetinden sonra hemen bu önemli ahlaki ilkeyi vaz etmektedir. Bu son derece önemli ilke, İslam’ın sadece nazariyeden ibaret bir din olmayıp, bizzat hayatın kendisi olduğunu bir kere daha anlatmaktadır.
İslam’ın hiçbir ilkesi yoktur ki hayatta bir karşılığı olmasın. Bu bakımdan Kur’an’da herhangi bir ifade biçimiyle zikredilmiş bulunan hiçbir ilkeyi küçük / tali, ikinci derecede öneme haiz gibi ayrıma tabi tutmak mümkün değildir. Bizim tali zannettiğimiz bir husus bir de bakarız ki Allah katında son derece âlî bir öneme sahiptir. Buradan bakınca Allah Teala’nın sivri sineği örnek vermesindeki hikmeti kavramak daha kolay olmaktadır. Sivri sinek örneği müminin imanını, kafirin küfrünü artırabilmektedir. (Bakara, 26).
Sağlam bir İslam toplumu kurmanın yolu hiç şüphesiz özü-sözü bir, söylemiyle eylemi uyumlu, ağzından çıkanı uzuvlarının desteklediği yani yaşam tarzıyla görüşlerinin bir bütünlük arzettiği, birbirine kenetlenmiş tuğlalar misali kişiliği son derece gelişmiş fertlerin yetişmesinden geçmektedir. İslam toplumu, adı üzerinde, mensuplarının ahlakı, yaşam biçimi İslam olan toplumdur. Ahlakı İslam olan toplum hiç tartışmasız, Müslümanca yaşayan toplumdur. Müslüman fertlerin en başta gelen özelliklerinden biri haliyle yalan söylememek, verdiği sözde durmak, duramayacağı sözü vermemek, zorlayıcı sebepler nedeniyle sözünde duramadığında ise yine dürüst davranarak özür dilemek, gerekçelerini açıkça ortaya koymak, insanlardan bir şey gizlememektir. Burada daha önemli bir şey daha varsa o da, sözünü tutamaması nedeniyle, ilgili kişiler zarara uğramışsa, bunu kesin olarak tazmin etmektir.
Müminler olarak hem günlük hayatta sıradan, nispeten basit işlerimizde hem de İslam davasıyla alakalı büyük hedeflerimizde bu ayeti, ağzımıza vurulan gem gibi düşünmeliyiz. Bir mümin, bir insanla bir iş hususunda sözleşince, o sözünün gereğini yerine getirmesi nasıl bir zorunluluksa, İslam davasıyla alakalı daha büyük işlere dair verdiği sözleri mutlaka tutması, taahhütlerini yerine getirmesi de zorunluluktur. Burada belki en büyük sorun, söz verirken kolayca ve önü-sonu düşünülmeden acele davranılması, sıra verilen sözün gereğinin yapılmasına gelince zorluklar karşısında, aynı ‘kolaylıkla’ vazgeçilmesidir. İşte Allah’ın da adeta tel’in ettiği husus budur. Bunun çaresi, söz verirken acele etmemek, iyice düşünmek ve bilhassa istişare ile kesin bir karara varmaktır.
Bilindiği üzere Rasulullah (sav) sözünde durmamayı münafıklık alameti saymıştır. Müminlerin alameti ise ahidlerine bağlılıkları, yalan söylememeleri, içleriyle dışlarının aynı olması gibi erdemlerdir. Müminler her şeyleriyle birbirlerine tam güvenebilmelidirler. İslam’ın son tebliğcisi olarak Muhammed (sav)’in İslam’ın yeryüzünde egemen kılınmasındaki mutlak başarısını aynı zamanda bu gibi ahlaki erdemlerde aramak gerekir. Rasulullah bu anlamıyla müminler için tam bir örnektir. Onun etrafında kenetlenmiş ilk Kur’an nesli de dürüstlükleri, sözlerine bağlılıkları, yalan, abartı, yapmacıklık, gösteriş, başkalarına şirin görünmeye çalışmak gibi ahlaki zaafları terk etmeleri nedeniyle tarihteki o eşsiz işlevlerini ifa etmişlerdir.
Yukarıdaki ayet, insanın yapmayacağı şeyi söylemesinin Allah katında nefretle karşılanan yani hiç sevilmeyen bir tutum olduğunu belirtmektedir. Müminler olarak Allah’ın buğzunu değil, sevgisini ve rızasını kazanmak bize bağlıdır: Yapacaklarımızı söylemek, söylediklerimizi yapmakla.