Yabancı, bayram namazını herkesle birlikte kılmış sonra da belediyenin belirlediği kurban kesim alanına gelmişti. Her taraftan kurbanlık hayvanların inlemeleri, böğürtüleri duyuluyordu. Hayvanların huysuz hareketlerinden; kuyruk sallayıp kulak dikmelerinden endişeli oldukları belli oluyordu. Binlerce insan yüzlerce kurbanlık hayvanın etrafını sarmış; kimisi kurbanlarını tekbirler eşliğinde kesmiş, kimisi de kasap sırasını beklemekteydi.
Her kurbanın etrafında bir kalabalık vardı. Bunların bazısında dört beş kişi, bazısında ise on beş yirmi kişi vardı. Bunların her biri de gayretle çalışıyordu. Kimisi deriyi sarıyor, kimisi elinde bıçak kasaplık yapıyor, kimi genç olanlarda kendilerine göre daha tecrübeli olanlara asistanlık yapıyorlardı. Bazen dini meseleler, bazen memleket meseleleri bazen de kurbanın maliyetinin, etin piyasa fiyatlarına göre yüksek oluşu konuşuluyordu. Tüm bunlar barış, huzur, sevgi ve kardeşlik ortamında yapılıyordu. Çünkü dini bir görevi toplu halde yapmanın vermiş olduğu huzuru, başka bir şey veremezdi. Bugün ümmetin bayramıydı, kurban bayramıydı.
İşte bu yoğun gündem ve gayretin tam ortasında yabancı adam kendine bir yer buldu. Etrafını kolaçan edip yere çöktü. Sağ elini beline atıp sağlam bir bıçak çıkardı. Sol elindeki dürbünün gözleri kıbleye gelecek şekilde yatırdı. Başladı tekbir getirmeye. Gözlerini kapatmış halde tekbir getiriyordu. Tekbiri bitince sessiz duaya başladı.
Bütün bunlar olurken etrafta kim varsa dikkat kesilmiş genç adamı izliyorlardı. Şok olmuşlardı. Genç adam kurban kesiyordu ama önündeki ne bir koyun koç, ne de yiğit bir tosundu. Sadece siyah renkli güzel bir dürbündü. Ne yapmaya çalıştığını kimse anlamadı. Kaçığın teki miydi? Yoksa kurban ibadetini protesto eden bir eylemci mi? Millet kızsa mı gülse mi bilemedi?
Merakını yenemeyen birisi yaklaştı. Elinde kan izleri vardı. Sosyal sorumluluğun gereği olarak bu soruyu sorma hakkı vardı;
-Siz ne yapıyorsunuz?
-Bana mı dediniz?
-Evet, size diyorum. Ne yapıyorsunuz acaba bir elinizde bıçak bir elinizde dürbün?
-Kurban kesiyorum kardeşim, kurban. Allah kabul eder inş.
-…
Bu samimi cevaba ne diyeceğini bilemedi sosyal sorumluluk sahibi kişi. Durdu, düşündü. Onun bu halinden yabancı adam durumu anladı ve kısa bir cevap vermek zorunda olduğunu hissetti. Kurban kesme işlemine ara verip muhatabının yüzüne bakarak konuşmaya başladı;
-Efendim, ben yakın bir zamanda ülkenize geldim ve Müslüman oldum. Aslen yabancıyım memleketinize. Her neyse, ayıp ve utanılacak bazı insani hastalıkları taşıdığımı fark ettim. Allah ile aramı açan bu hastalıkları tedavi etmenin yolunu araştırdığımda; beni arındıracak, doğruda sağlam ve iradeli kılacak şeyin kurban olduğunu gördüm. Çok sevdiğim halde işte bu yüzden dürbünümü kurban etmeye karar verdim. Zira ben onunla insanların mahremini izler, ayıp ve günahlarını merak ederdim. Bugüne kadar yaptıklarımdan pişman olmama rağmen, dürbünümden vazgeçmek bana çok zor geldi. Yine de Allah için bunu yapmaya karar verdim. Umarım Rabbim kurbanımı kabul eder; her tür hastalıklardan beni korur, temiz ve pak eyler.
Cevabı bittiğinde önüne dönerek kurban kesimine devam etti. Bıçak dürbünün sert plakası üzerinde gelip giderken ilginç ses çıkarıyordu. Kesmekte zorlanıyordu belli ki. Ama yabancı bileğinin gücüyle zorluyor, zorladıkça kızarıyordu. Yorulan bedeninden akan ter damlaları ile gözlerinden damlayan gözyaşı damlaları birbirine karışıyordu. Dürbünü İsmail olmuştu onun için.
Yabancı adamı sorgulayan sorgucu donmuş kalmıştı. Ne diyeceğini ne yapacağını bilemiyordu. Yaptığı ilk hareket ellerini yukarı kaldırıp altına üstüne bakmak oldu. Elleri kan içindeydi. Kestiği bir kurban vardı ama kurban ettiği bir şey olmadığını işte o an anladı.”