Esselamü aleyküm ,
Muhterem Kardeşlerim;
Konumun İsmini Hz. Muhammed’i tanımak ve anlamak olarak seçtim. Çünkü tanımadığımız bir kimseyi doğru anlayamaz, doğru anlayamadığımız bir kimseyi de doğru anlatamayız. İçinde bulunduğumuz hafta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kutlu doğum haftası olarak kutlanmaktadır. Güncel olması sebebiyle de bu konuyu seçtim. Yurdumuzun dört bir yanında konuşmacılar, naat okuyanlar, ilahi okuyanlar kırk hadis okuyanlar Onu anlatıp Onu anıyorlar. Programları karşılaştırdığımız da içerik olarak büyük çoğunluğunun aynı olduğunu görüyoruz. Abartılı naatlar, şirk kokan ilahiler, adeta Süpermen olarak tanıtılan bir insan, Peygamber sevdalısı milyonlarca müslüman… Bir araya gelen insanların peygamber sevgisinden bir şüphem yoktur. Bu konuda samimi olduklarına inanıyorum fakat Hangi Muhammed’i seviyorlar acaba! Kur’an’ın anlattığı bir insan olan Muhammed’i mi yoksa adeta yarı ilah haline getirilmiş bir insanı mı? Bu insanlara Peygamber yanlış tanıtıldığı için onu yanlış anlıyor ve yanlış anlatıyorlar. Yoksa peygamber sevdalısı bir toplumda yalanın, hilenin, suç işlemenin, Kur’an’ın hükümlerine hor bakmanın bu kadar yaygın olması mümkün müdür?
İnşallah size elimden geldiği kadar Kur’an’ın Bize anlattığı Muhammed’i tanıtmaya çalışacağım. Bir kısım bilgilerimizi tazeleyecek dağarcığımıza yeni bilgiler ekleyeceğiz. Bu konuda Allah Yardımcımız olsun.
CAHİLİYE DEVRİ
Cahiliye devri, insanların Allah’ı tam anlamıyla tanımadıkları için, tevhitten habersiz oldukları için verilen isimdir. Yoksa bu insanlar bilgiden, ilimden uzak oldukları için bu isim verilmemiştir. Bu dönem özellikle edebiyatın şiir okumanın ileri olduğu bir dönemdir.
Bugünün Müslümanı kendini cahiliye döneminden çok uzak görüyor. Zaman olarak öyle fakat yaşantı olarak öyle mi? Acaba cahiliye insanı bu günün insanından çok mu farklı idi. Bu günün Müslümanları haccediyor, cahiliye insanı da her yıl haccediyordu, hatta Mekke’ye gelenlere su dağıtıyor yemek veriyorlardı. Bu günün Müslümanı namaz kılıyor, cahiliye insanı da namaz kılıyordu çünkü ben maun süresinde geçen “vay o namaz kılanların haline” ibaresinin bu günün insanlarını da kapsamakla birlikte Mekki bir süre olduğu için muhatap olarak o günün Mekke’sinde namaz kılan müşrikleri muhatap aldığını düşünüyorum. Ayet indiği zaman Mekke’de namazında şuursuz olan ve gösteriş yapan Müslüman olduğunu düşünmüyorum. Bu günün Müslümanı para biriktiriyor, o günün cahil müşriki de para biriktiriyordu. Bu günün Müslümanı da haksızlık karşısında ses çıkarmıyor güce boyun eğiyor, o günün müşriki de aynı idi. Bugünkü Müslümanlar da Allah’a inanıyor sıkıştıklarında türbelere koşuyor şeyhlerinden evliyalardan gavslardan medet umuyor, o günün müşrikleri de Allah’a inanıyor, sıkıştıklarında sunaklara koşuyorlar, ilahlarından yardım istiyorlardı. Müşriklerden bir kısmı kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyordu, bu günün Müslümanları da hala kız çocuklarını horluyor, manevi olarak onları diri diri toprağa gömüyorlar. Sağlıklı bir karşılaştırma yaptığımızda aslında günümüz Müslümanlarının cahiliye müşriklerinden çok da farklı olmadıklarını görüyoruz.
DOĞUM TARİHİ
Peygamber efendimizin doğum tarihi ile ilgili farklı görüşler vardır. Genelde o dönemde yaşayan insanların doğum tarihlerini sağlıklı bir şekilde tespit etmek zordur. Ölüm tarihlerinden hareketle doğum tarihleri tespit edilmektedir. Peygamber efendimiz kesin olarak 632 yılı haziran ayında vefat etmiştir. Vefat ettiğinde 63 yaşında olduğuna göre doğum tarihinin 569 olması gerekir. Bazıları iki yıl farkının ay takvimi uygulamasından kaynaklandığını iddia ederler halbuki o dönemde nesi uygulaması vardı ve bu uygulama veda haccına kadar devam etmiştir. Bu uygulamanın esası şudur, üç yılda bir artık ay ilave edlip ay takvimi güneş takvimine eşitleniyordu. Bundan dolayı peygamberimizin yaşı 365 gün hesabına göre yapılmıştır. Tarihçi Ahmet feleki paşa peygamberimizin doğumunu 20 nisan 571, Ahmet Cevdet paşa 570, Muhammed Hamidullah ise 569 olarak belirtir. Ya peygamber efendimiz 63 yaşında öldü söyleminden vazgeçilmeli veya siyer kitaplarında bu durum 569 olarak düzeltilmelidir.
DOĞUMU
Hakkında “lev lake lema halaktül eflak “(Keşfül Hafa 2/232) ifadesi kullanılan bir şahıs dünyaya gelirken elbette ki normal bir insan gibi dünyaya gelemezdi o gece olağanüstü bazı şeylerin olması gerekti. Müslümanlar belki bugün olsa bunu havai fişeklerle kutlarlardı. Ama Allah seçkin kulunu dünyaya getirirken bazı işaretler de vermeliydi. Mesela Mecusilerin bin yıllık sönmeyen ateşi sönmeli, Save gölü kurumalı, İran Kisrası’nın sarayının burçları yıkılmalı idi. Tabi şu unutuluyordu yazı milattan önce 4000 yılında bulunmuş, böyle önemli olaylar olduğu zaman mutlaka birileri tarafından kayda geçmesi gerekirdi. Fakat hiçbir literatürde böyle kayıtları görmüyoruz. Kur’an da zaten böyle haberlerden bahsetmiyor.
NESEBİ
Diğer bir konu da peygamberimizin nesebi meselesi, peygamber efendimizin nesebi Hz. İbrahim’e kadar ulaştırılma gayretine girilmiştir. Peygamberimizle Hz. İbrahim arasında yaklaşık 2500 yıllık bir süre vardır. Peygamberimizin soyu Adnan’a kadar ulaşabilmektedir. Adnan ile Hz. İbrahim arasında yaklaşık 1500 yıldan fazla bir süre vardır. Bu sürenin nesep olarak tespit edilmesi çok zordur. Hz.İbrahim peygamberimizin kan bağı yoluyla atası olabilirde olmayabilir de. Böyle olması peygamber efendimizin değerinden bir şey eksiltmez.
ÇOCUKLUĞU
Tabii peygamber efendimizin çocukluğu diğer çocuklar gibi olamazdı. Onu bulutlar gölgeleyecek, geçtikleri yerlerde ağaçlar eğilip selam verecek, kalbi ameliyat edilerek korkudan arındırılıp vahye hazırlanacaktı. Müslümanların düştüğü en zavallı durumlardan biri de Bahira adında bir rahip aracılığıyla peygamberimizin peygamberliğinin haber verilmesidir. Acaba rahip Bahira’nın gördüğü şeyi Ebu Talip ve Mekkeliler göremediler mi, Şam’daki Yahudiler peygamberimizi tanıyıp zarar vereceklerdi de Mekke’de yaşayan sayısı az da Yahudiler niçin tanımamışlar. Bu yaptığımız hareketle Rahip Bahira ve Şam’lı Yahudileri hangi konuma getirdiğimizin farkında mıyız acaba!
GENÇLİĞİ
Peygamber efendimizin gençlik döneminde amcası Zübeyir’le yemene ticaret için gittiğini, haksızlıklarla mücadele için hılfulfudul topluluğuna katıldığını ki sonradan “Bugün böyle bir topluluk kurulsa yine katılırım” demiştir. Ficar savaşları’na katıldığını görmekteyiz. Haram aylarda yapıldığı için günah savaşları ifadesi kullanılmıştır. Burada da yine koruma refleksi devreye giriyor yine peygamberimiz bu savaşa katılmıştır ama sadece amcalarına ok vermiştir demişler. Günah savaşlarında savaşmayı genç Muhammed’e yakıştıramamışlardır. Ok vermenin ne farkı varsa, verdiği oklardan bir kısmı mutlaka hedefine ulaşmıştır herhalde.
25 yaşında daha önce iki evlilik yapmış olan Zengin bir kadın olan Hatice ile evlenmiştir. Hatice’nin yaşının 40 olduğu ifade edilmekte ben bu yaşı pek sağlıklı görmüyorum. Peygamberimizin 6 çocuğundan hariç iki çocuğunun daha olduğu ifade edilmekte böyle olunca Hatice peygamberimizden sekiz çocuk doğurmuş oluyor. Fatıma 615 li yıllarda doğduğuna göre Hatice’nin Fatıma’yı dünyaya getirdiğinde altmışlı yaşlarda olması gerekir. Bu imkansız değil ama çok zor bir durumdur. 35 yaşlarında peygamber efendimizin Kabe hakemliği yapmıştır.
PEYGAMBERLİK DÖNEMİ
MEKKE
Peygamber efendimize 40 yaşında risâlet verilmiştir. Nur dağında Hira mağarasında iken Cebrail gelmiş ve ilk vahyi Alak suresini ilk beş ayetini getirmiştir. Cebrâil’in “Oku “ ifadesine ben okuma bilmem karşılığını vermiştir. Peygamber efendimizin ümmiliği yani okuma yazma bilmemesi başlı başına bir konudur. Ben bu konuya girmeyeceğim Peygamberimiz evine dönüyor vahyin ağırlığının etkisiyle titriyor beni ört diyor. Bir müddet dinleniyor. Kalkınca durumu eşine anlatıyor. Hatice Onu teselli edip amcasının oğlu Varaka b.Nevfel’e götürüyor. Varaka da Allah’ın kendisini peygamber seçtiğini haber veriyor. Bunu bütün siyer kitaplarında okuduk ama hiç sorgulamadık. Allah Cebrail’i elçisine gönderecek ona hiçbir bilgi vermeyecek, peygamberlik bilgisini Mekke halkından birisi haber verecek bu olacak bir durum değildir. Bir müddet vahiy kesiliyor sonra Müddessir süresinin ilk ayetleri nazil oluyor, daha sonra peygamber efendimizin önce yakınlarını uyarması isteniyor sonra açık davet emrediliyor. Safa tepesinde açık daveti başlatıyor.
Önceleri bu işi pek umursamayan Mekke halkı Müslümanların sayısın artmasıyla birlikte endişeye kapılıp Tevhit diniyle mücadele bayrağı açıyorlar. Önce kölelere ve güçsüz Müslümanlara işkence yapılıyor. Peygamber efendimiz kabile olarak güçlü olduğu için ona bir şey yapamıyor amcası Ebu talip aracılığıyla davasından vazgeçmesi veya söylemini yumuşatması karşılığında Mekke yöneticiliği teklif ediyorlar. Peygamberimiz “Güneşi sağ elime ayı da sol elime koysanız ben bu davamdan yine vazgeçmem.” Karşılığını veriyor. Burası çok önemlidir. Peygamberimiz istese Mekke yöneticisi olur şimdilik onların dediği gibi davranayım gücü elime geçirince gerekeni yaparım anlayışına girmemiştir. Çünkü bu durum tevhidi anlayışa ters bir durumdur. Bu gün ufak tefek tavizler verirsen bunun arakası mutlaka gelecektir. Peygamber efendimiz Tevhidi siyasetin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Aynı yoldan giden imamı azam Ebu Hanife de kendisine gelen kadılık teklifini aynı gerekçe ile reddetmiştir.
TAİF SEFERİ
Peygamber efendimiz Mekke’de en önemli iki destekçisi olan Amcası Ebu Talip’le eşi Hatice’yi kaybedince çok büyük üzüntü içine düştü. Gerçi Amcası Ebu Leheb Ebu Talib’in vefatından sonta kısa bir süre yeğenini desteklemiş hatta ona küfreden birisini tokatlamış, fakat bu durum uzun sürmemiş eski düşmanlığına dönmüştür. Peygamberimiz Mekke’de artık yapılacak bir şey kalmadığını davetin kilitlenme sürecine girdiğini görüyordu. Bu nedenle yeni bir yer arayışına girdi belki burayı bir İslam merkezi haline getirebilirdi. Bu nedenle Taif’e gitti. Orada bir ay kaldı fakat beklediği karşılığı bulamadı Kabile reisleriyle görüştü. Onlar peygamberimizin teklifini kabul etmedikleri gibi aşağılayıp horladılar. Kureyşe karşı düşmanlık etmekten korkuyorlardı. Çocukları ve köleleri kışkırtarak peygamberimizi taşlatıp kan revan içinde bırakılar. Dönüşte Mekke yakınlarındaki bir dağda üç gün kaldılar. Peygamberimiz Zeydi gizlice Mekke’ye gönderip kendisini himaye edecek ve Mekke’ye girmesini sağlayacak birisini aradı. En sonunda Mut2im B. Adiyy bunu kabul etti. Peygamberimiz evine gitmek yerine doğruca Kabe’ye gidip eşrafın gözü önünde tavaf etti, iki rekat namaz kıldı ve uzunca dua etti.Bu arada Mut’im b. Adiyy Mekke halkına yaklaşarak Muhammed’i himayesine aldığını himaye hukukuna karşı gelenlerle savaşmaya hazır olduğunu bildirdi.Mut’im b.Adiyy hicretten kısa bir süre önce öldü. (Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti, cilt 1, sayfa 511-548 Celaleddin Vatandaş)
İSRA VE MİRAÇ OLAYI
“ Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” “İsra/ 1”
Zamanı konusunda ihtilaf vardır hatta Buhari Miraç olayının peygamberlikten önce olduğunu bile belirtmektedir. (siyeri farklı okumak sh 160) fakat genel kanaat Hüzün yılından sonra olduğudur.
Mescidi aksa denilince bugün Kudüs’teki Süleyman mabedi akla gelir halbuki bu olay gerçekleştiği zaman buraya Mescidi Aksa değil Beyti Makdis ifadesi kullanılıyordu. Mescidi Aksa en uzak mescit demektir. Kudüs’te o sırada ibadet edilen böyle bir mescit yoktu. Kudüs fethedildiği zaman bile Hz. Ömer ve diğer Müslümanlar Mescidi Aksa Kur’an’da geçiyor , neresi acaba deyip araştırma ihtiyacı duymamıştır. Burada şu anda Mescidi aksa olarak ifade edilen cami Kudüs’ün fethinden 50 yıl sonra Abdülmelik b.Mervan tarafından siyasi amaçla yaptırılmıştır. Bununla siyasi rakip olarak gördükleri Abdullah b.Zübeyire karşı Müslümanların ziyaret için Kabe’ye gitmelerini engellemek amacıyla burada bir mescit yaptırılıp Müslümanların bir müddet burada tavaf yapması sağlanmıştır. Bu konuda Müslümanları teşvik etmek için hadisler uydurulmuştur.(Siyeri farklı okumak sh/166)
Burada bahsedlen Mescidi Aksa’nın Mekke yakınlarında bulunan Cirâne de bulunan mescit olduğu ifade edilmektedir. Müslümanlar yasaklı yıllarda gizlice ibadet edebilmek için dağ başlarına vadilere gidiyorlardı. Peygamber efendimizin bu mescitte ihrama girdiği ifade edilir.Burada etrafı mübarek kılınan yerin de Mekke olduğu ortaya çıkmaktadır. .(Siyeri farklı okumak sh/171-172)
Mirac olayı ise peygamber efendimizin göğe yükselip Allah’la buluşması ve bir takım emirler alması olayıdır. Bu konuda meşhur bir miraç hadis vardır. Bu hadiste peygamberimiz Musa Peygamberin uyarısıyla Allah’la pazarlık ederek namazı elli vakitten beş vakte indiriyor. Bu hadis İslam alemi için yüz karası, skandal bir hadistir. Allah yarattığı kulun neye güç yetirip yetirmeyeceğini bilmiyor kuluyla pazarlığa giriyor. Bu olacak bir iş değildir.
İlk Siyer kaynakları Miraç olayını rüya sırasında olan bir şey veya uykudayken gerçekleşen bir olay olarak değerlendirirler. İsra süresinde “sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur’an’da lanetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik.”(İsra/60) ayette bahsedilen olayın Miraç olayı olduğunu belirtirler. (.(Siyeri farklı okumak sh/174) Bu konu uzun ve karmaşık bir konu olduğu için ben ayrıntılarına girmiyorum.
HİCRETİ
Hicret sırasın da peygamber efendimiz yerine Ali’yi bırakmış ve yanındaki emanetleri de Ona teslim etmiştir. Rivayetlerde kendisini öldürmek için evini kuşatan müşriklerin arasından üzerlerine toprak saçarak onlar görmeden uzaklaştığı, “ attığın zaman sen atmadın Allah attı”(Enfal/17) ayetinin bu duruma işaret ettiği ifade edilir. Eğer peygamber efendimizin böyle bir özelliği varsa niçin sevr mağarasına saklanma ihtiyacı hissetmiş, bu mağarada niçin bir güvercin ve örümcek tarafından korunmuştur. Kendisine yaklaşanların gözüne de toprak atar görünmemeyi sağlayabilirdi. Sevr mağarasında peygamber efendimizi görmek için bir yılanın Ebu Bekir’in ayağını sokması ve peygamberimizin tükürüğü ile onu iyileştirmesi de tamamen uydurma bir haberdir.
İLK CUMA NAMAZI
Peygambere efendimiz fırsatını ilk bulduğu zaman İslam siyasetinin bir göstergesi olan Cuma namazını hicret sırasında Beni Ranuna yurdunda kıldırmıştır
MEDİNE SÖZLEŞMESİ
Medine sözleşmesinin gerçekliği konusunda bazı müelliflerin şüpheleri bulunmaktadır. Doğrusu bu vesikadan kaynakların bir kısmında bahsedilmemektedir. Belazuri ve Taberi bir cümle olarak konuya değinmektedir. İbni Hişam ise kardeşlik antlaşması çerçevesinde konuya temas eder. Bunlar da bir sözleşmenin olduğunun göstergeleridir. Medine sözleşmesinin 16. Maddesinden itibaren Yahudilerle ilgili hükümler bulunmaktadır. Yahudilerle ilgili maddelerin bedir savaşından sonra ilave edildiği görüşleri vardır. İlk etapta Yahudilerin Medine’de peygamberimizi nihai lider olarak kabul etmeleri tarihsel bağlamda mümkün değildir. Fakat Yahudiler sıkıntıya düştükten sonra bu anlaşmaya yanaşmış olabilir. Çağdaş müelliflerden bazıları bu sözleşmenin dünya tarihinde ilk yazılı anayasa olması gibi abartılı değerlendirmeleri vardır. (Siyeri farklı okumak sh/226-227-228)
MESCİDİ NEBEVİ
Peygamber efendimiz Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk işlerden biri bir mescit yaptırmak olmuştur. Mescidin yapımında bizzat kendisi de çalışmıştır. Bu mescide Mescidi Nebevi (Peygamber Mescidi) ismi verilmiştir. Burada ibadet ediliyor, çok önemli kararalar alınıyor, meclis olarak kullanılıyor, yardımlar dağıtılıyor, elçiler ağırlanıyor ve eğitim yapılıyordu. Bu duruma bakarak bugünün mescitlerinin de böyle olması gerektiği ifade edilmektedir. Bu günün mescitleri fonksiyonunu yitirmiş, vakitten vakite açılan süslü yapılar haline gelmiştir. Fakat bütün faaliyetleri mescitte yapalım anlayışı da doğru değildir. O günün Medine’sinde imkanlar olmadığı için bir çok faaliyet Mescitte yapılmıştır. İmkânlar genişleyince bu faaliyetler farklı mekanlara taşınmıştır.
HENDEK SAVAŞINDA VERİLEN YEMEK
Müslümanlar hendek kazarken üç gün aç kaldıkları çok sıkıntı çektikleri ifade edilir. Burada iki zıt rivayet vardır. Birinde aç olduğunu belirtip karnına taş bağlayan sahabeye peygamberimiz kendi karnını açıp iki taş bağladığını ifade etmiştir Diğer rivayette de peygamberimizi davet eden Cabir’in evine peygamberimizin bin kişi getirdiği ancak on kişiyi doyuracak yemekle bin kişinin doyduğu rivayet edilir. Eğer peygamber efendimiz on kişiyi doyuracak yemekle bin kişiyi doyurabiliyorsa niçin Müslümanlar açlık çekmişler ve karınlarına taş bağlamışlardır.
MESCİDİ DIRAR
Ebu Amir’in adamı olan münafıklar Kuba mescidi yakınlarında inşa etteikleri binaya mescit özelliği kazandırmak için sahte bir gerekçe planladılar. ”İhtiyarlarımız, hastalarımız yağışlı ve soğuk günlerde Kuba mescidine gidemiyorlar Bu nedenle bu yeni mescidi inşa ettik” dediler. Yakın bölgede ikamet eden Müslümanlar bu binanın ibadete açılmasıyla namazlarını burada kılmaya başladılar. Mescidi meşrulaştırmak için de peygamberimize davette bulundular. Mescide gelip namaz kıldırmasını istediler. Allah’ın Resülü daveti kabul etti , Tebük Seferi dönüşünde geleceğini söyledi. Sefer dönüşünde münafıklar peygamberimizin huzuruna çıkıp davetlerini hatırlattılar. Peygamber efendimiz bu isteklerini yerine getireceği sırada Tevbe süresinin 107 ve 108. Ayetleri nazil olarok münafıkların oyunlarını ve planlarını bozdu,bu ayetlerde dırar mescidinin yapılış amacı ortaya konarak peygamber efendimizi kesinlikle orada namaz kılmaması isteniyordu. Peygamber efendimiz de bu isteğe uyup oraya gitmedi ve bu fesat yuvasını yıktırdı.
“ (Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka birşey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.”(Tevbe/107-108) (Hz.Muhammed’in Hayatı veİslam Daveti, cilt 2, sh 522, Celaleddin Vatandaş)
VEDA HUTBESİ
Peygamber efendimizin tek haccı olan Veda Haccı sırasında Arafat’ta verdiği hutbe genelde veda hutbesi olarak aktarılır. Ancak peygamberimizin Arafatt’ta bu şekilde bir hutbe verdiği ilk kaynaklarda net olarak teyit edilmemektedir. Ebu Zehra bu hutbenin Arafat’ta değil Mina’da verildiği konusunu dile getirir. Metinler arasında da birlik yoktur. Peygamberimizin hac sırasında değişik mekanlardaki konuşmaları birleştirilip böyle bir metin oluşturulmuştur. Bu uzun hutbeyi dinleyenlerin sayısı olarak da 120 bin gibi abartılı bir rakam ifade edilir. (Siyeri farklı okumak sh/404) Bu kadar çok kişinin dinlediği bir hutbe metnin de mutlaka birlik olması gerekirdi.
ÖLÜMÜ
Rivayetlerde peygamber efendimizin 8 haziran (12 rebiülevvel) pazartesi öldüğü ve Çarşamba günü defnedildiği ifade edilmektedir. Peygamberimiz. Vefat ettikten sonra Müslümanlar Beni Sakife gölgeliğinde toplanıp iki gün halifelik konusunu tartışmışlardır. Peygamber efendimizin na’şıyla sadece Ali ilgilenmiştir. Bu arada sıcak iklimden dolayı peygamber efendimizin na’şında her insanda olabilecek bozulmalar başlamış karnında şişme meydana gelmiştir. Peygamber efendimizin cenazesini Ali yıkamış müslümanlar da peyder pey gelerek cenaze namazını kılmışlardır. Bu arada peygamber efendimizin gömüleceği yer tartışılmış. Bulunduğu yere gömülmesi kararlaştırılmıştır. Bu arada Ebubekir’den “peygamberler vefat ettikleri yere gömülürler “ şeklinde bu konuya destek olması için mevzu bir hadis rivayet edilmiştir.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN PEYGAMBER OLMADAN ÖNCEKİ DURUMU
Bir çok kaynakta peygamberimizin peygamberlikten önceki hayatı da kutsallaştırılmaya çalışılır. Onun Allah tarafından korunduğu, günah işlemesine izin verilmediği, atalarını dininden uzak olduğu hatta namaz kıldığını ibadet ettiğini söyleyenler bile vardır. Duha süresinin 7. Ayetinde “Seni dalalette bulup doğru yolu göstermedi mi?” buyrulmaktadır. Bu ayette açıkça peygamberlikten önceki hayatını dalalet olarak nitelemektedir. Dalalet kelimesini bazı mealciler sapkınlık olarak tercüme etmiş bazıları da şaşkınlık olarak anlam vermiştir. Her iki anlamda da doğru yol üzerinde olmadığı sabittir. Korumacı anlayış peygamberimize yakışan davranışları ve yakışmayan davranışları kendileri belirlemekte bu konuda Kur’an ayetleri bile onlar için ölçü olmamaktadır.
SALAVAT
“Allah ve melekleri, Peygamber’e salat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” Ahzab/56
Bu ayette geçen salat kelimesini meallerin büyük bir kısmı salavat olarak çevirmiş, Allah ve Melekleri peygambere salavat ederler şeklinde ifade edilmiştir. Burada peygamber efendimize bir paye çıkarılmaya çalışılmıştır. Peygamberimiz o kadar yüce bir insandır ki Ona Allah ve melekler bile salavat getirir denmektedir. Oysaki aynı sürenin 43. Ayetinde “O ki sizi karanlıklardan ışığa çıkarmak için melekleri ile birlikte size salat eder. O, inananlara karşı Rahimdir.” Burada da aynı ifade Müslümanlar için de kullanılıyor. Yani Allah ve meleklerinin inananlara salat ettiği ifade ediyor. Maalesef bunu görmezden gelen mealciler ikisine farklı anlam vermektedir. Oysaki her iki ayette de salat desteklemek anlamına gelmektedir.
ALEMLERE RAHMET PEYGAMBER
Enbiya süresinin 107. Ayetinde “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” ayeti yer almaktadır. Bu ayetten de yine peygamber efendimize bir ayrıcalık çıkartılıp alemlerden kastın tüm hayvan ,bitki, cin, gezegen, yıldız hepsini kapsadığı (18 bin alem) iddia edilmektedir. Oysaki alem kelimesi Kur’an’da insan anlamında kullanılmaktadır. Bakara süresinin 47. Ayetinde israiloğulları için “Ey İsrailoğulları! Sizin üzerinize en’am ettiğim o nimetimi hatırlayın. Ve muhakkak ki Ben, sizi âlemlere üstün kıldım.” Buyrulmaktadır. Burada âlemin kelimesi insanlar anlamına gelmektedir. Ayrıca bütün peygamberler insanlara için bir rahmettir. Onların kurtuluşuna bir vesiledir.
ŞEFAAT
Burada “Kur’an’a Göre Şefaat” kitabının yazarı Mehmet Durmuş hocamın şubat 2011 tarihinde Kur’an Nesli Kültür Merkezi’nde verdiği bir konferanstan özet alıntı aktarıyorum.
Kur’an’da cennete ve cehenneme gideceklerin vasıfları çok açık şekilde belirtilmiştir. “Kim cennete nasıl gider, kim cehennemi nasıl hak eder, bu Kur’an’da açıkça bildirilmiştir. Cehennemi hak eden bir insanı kim Allah’ın cezasından kurtarabilir? Allah’ın dininde, Muhammed (a. s.)’ın bize öğrettiği dinde böyle bir şey yoktur. Bu kadar merhametli bir Rabbin adaletini de hesaba kattığımızda, hiç kimsenin şefaatine gerek kalmaksızın, kulları arasında en uygun hükmü vereceğinden kuşku duyamayız” .
Kur’an’da 24 ayette şefaat konusunu geçmektedir, bu ayetleri üç gruba ayırılabiliriz:
“Bunlardan birincisi; ‘Allah’ın izni’ vurgusunun yer aldığı ayetler, ikincisi; kâfirlerin şefaat inancını reddeden ayetler, üçüncüsü de; şefaati kesin olarak reddeden ayetler. İlk bölüm ayetler maalesef Kur’an bütünlüğünden koparılarak bâtıl şefaat inancına delil gibi sunulmaya çalışılmıştır. Oysa bu ayetler şefaatin imkânsızlığını farklı birer şekilde ifade eden ayetlerdir. Bakara 48, 123, 254. ayetlerde, En’am 51. ayette ve benzeri ayetlerde şefaat kesin olarak reddedildiği, hesap günü hiçbir şefaatin olmayacağı açıkça ifade edildiği halde, bâtıl anlayışlar İslam inancına farklı yollardan sokulmaya çalışılmıştır.”
Şefaat konusunun doğrudan akide meselesidir. “Yüce Allah kendi uluhiyetine, rububiyyetine, malik oluşuna hiçbir şekilde ortak koşulmasına razı olmadığı halde, şefaat inancıyla bu akideye zarar verilmektedir. Akidemizi bütün kirlerden temizlememiz öncelikli sorumluluktur” .
Şefaatte gerek olup olmadığı sorusu da önemlidir:
“Sevap belli günah belli, haram belli helal belli. Hiçbir kapalılık yok. Cennete gideceklerin vasıfları, cehenneme kimlerin gideceği Kur’an’da Rabbimiz tarafından açıkça belirtilmiş. Dinin sınırları belli. Buna tâbi olanlar cennete gidecek, sınırları ihlalde ısrarcı olanlar cezayı hak edecek. Cennet ve cehennem, Yüce Allah’ın, insanları hak ettikleri karşılıkla karşı karşıya bırakmasıdır. Şefaat inancı tamamen bir şirk inancıdır, hiçbir peygamberin böyle bir öğretisi yoktur.” (Mehmet Durmuş ,Kur’an Nesli Kültür Merkezi’nde Konferans , 2.2.2011)
Mehmet Hocamın bu görüşlerine ilaveten şunu ekleyim şefaat anlayışı ümmet ile peygamber arasındaki ilişkiyi adeta menfaat ve çıkar ilişkisine dönüştürmüştür. Müslümanlar bu ayrıcalığı, imtiyazı, kayırmacılığı elde etmek için Peygamber motifini dinde birinci sıraya yükseltmişlerdir, çünkü ahirette haşa Allah’ın elinden kendilerini ancak peygamber kurtaracaktır. Bundan dolayı da Hazreti kelimesini kullanmadan ismini ağızlarına almazlar, kullanmadan söyleyenleri de bir kısmı küfürle itham edebilirler.
AYRICALIKLI İNSAN
Bütün siyer kitaplarında peygamber efendimizin ayrıcalıklı olarak yaratıldığı, Ona Allah tarafından birçok ayrıcalıklar tanındığı ifade edilir. Acaba durum gerçekten öyle mi? bir bakalım. Peygamberimiz, yetim olarak dünyaya gelmiş, baba sevgisini hiç tatmamış, başka çocuklar babalarının elinden tutup sokaklarda gezerken hep onlara imrenmiş, 6 yaşında annesini kaybedip öksüz kalmış, annesine doyamamış, çocuklarının biri hariç altısını kendi elleriyle toprağa vermiş, günlerce aç kaldığı olmuş, en fazla destekçisi olan eşini kaybetmiş, müşrikler tarafından horlanmış, alay edilmiş, ölüm tehlikesi atlatmış… Acaba saydıklarımdan kaç tanesi bir insanın başına gelmiştir. Bütün bunları yaşamak ayrıcalık mıdır? Biraz insaflı olmak lazımdır. Belki peygamberimizin en büyük ayrıcalığı peygamber olarak seçilmesidir.
ÖRNEK İNSAN ÜSVE-İ HASENE
Ahzab suresinin 21.ayetinde “Andolsun ki Rasûlullah,sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir” buyrulmaktadır.
Kuran bize peygamberimizi rol model olarak göstermektedir. Çünkü o içimizden biridir. Hepimiz onda kendimizden bir şeyler bulmaktayız. Bir baba, büyükbaba, eş, öğretmen, yönetici, komutan, komşu, akraba ve arkadaş bütün bu özellikleriyle o bir insan. Onun için örnek alınabilir, yaptıkları taklit edilebilir yolundan gidilebilir. Kehf süresinin 110. ayetinde: “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlah’ınızın, sadece bir İlah olduğu vahiy olunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın” buyrulmakta, Furkan süresi 7.ayette: “Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! …” buyrulmaktadır. Ayetlerde de ifade edildiği gibi peygamber efendimiz, içimizden biri bazen ibadet eden, bazen etmeyen, yemek yiyen, uyuyan, yorulan dinlenen bir insandır.
Siyer kitapları peygamberimize olağanüstü özellikler yükledikçe Onu rol model olmaktan, örnek alınabilir olmaktan uzaklaştırmışlardır. Değişik kaynaklarda peygamber efendimizin yaşadığı yüz otuz bin olağanüstü olaydan bahsetmektedir. Bunu 63 yıla böldüğümüzde gün başına beş altı olağanüstü olay düşmektedir.(Celalettin Vatandaş) Bir eliyle ayı ikiye bölen, parmaklarından su akıtan, bir kap yemekle bin kişiyi doyuran her sıkıştığında kolaya kaçıp Allah’tan yardım isteyen bir peygamberi ümmetinin taklit etmesi örnek alması mümkün müdür? Onu hayatın içinden çıkarıp adeta göklere yükseltmişler erişilmez hale getirmişlerdir.
NUR-İ MUHAMMEDÎ FİKRİ (Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru, Prof. Dr. Bünyamin Erul)
Hz. Peygamber’in, Allah’ın nurundan yaratıldığı fikrini işleyen Nur-i Muhammedî veya Hakikat-i Muhammediyye nazariyesi ilk defa Sehl b. Abdillah et-Tusteri’ye (ö. 283) atfedilmiş, onun izinden gidenler tarafından da geliştirildiği belirtilmiştir. [10] Bu tasavvurun kaynağını ise çeşitli araştırmacılar, Hıristiyan ve Yahudi tesiri, Yunan Felsefesi, Yeni Eflatuncu, Gnostik-Manikeist fikirler vb. farklı yabancı kültürlerin etkisine bağlamaktadırlar. Ancak onlar bu anlayışın Hicrî 3. asırda ortaya çıktığı ve daha sonra özellikle mutasavvıflar arasında kabul gördüğü hususunda birleşmektedirler. (Yıldırım Ahmet, age. s. 114-121.)
Cabir b. Abdillah’dan gelen bir rivayete göre o, bir gün Hz. Peygamber’e, Allah’ın ilk önce yarattığı şeyin ne olduğunu sormuş, Rasûlullah (sav) da şu cevabı vermiştir: “Ey Cabir! Allah, her şeyden önce kendi nurundan senin peygamberinin nurunu yarattı. Sonra bu nuru, kudretiyle dilediği gibi devretti. O vakit henüz levh, kalem, cennet, cehennem, melek, sema, arz, güneş, ay, cin ve insan dahi yoktu…” (Leknevi, el-Asaru’l-Merfua, s. 42-3,)
“Allah beni nurundan yarattı, Ebu Bekr’i de benim nurumdan yarattı…”( İbn Arrak, age, I. 337)
DİĞER PEYGAMBERLERLE MUKAYESE VE ONLARDAN ÜSTÜN GÖRME-GÖSTERME DÜŞÜNCESİ (Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru, Prof. Dr. Bünyamin Erul)
Hz. Peygamber, hakkında uydurulan bazı rivayetlerde ise çeşitli açılardan diğer peygamberlerle mukayese edilmiştir. Başta bazı mucizeler olmak üzere önceki peygamberlere verilmiş olan bazı özelliklerin benzerinin hatta daha da üstününün O’na da verildiği ispatlanmaya çalışılmıştır. [16] Bu mukayesede ele alınan konulara bakılırsa Hz. Peygamber, adeta önceki bazı peygamberlerle müsabakaya sokulmuş ve sonuç itibariyle O’nun her bir maddede diğerlerinden daha efdâl olduğu vurgulanmıştır. Kutsi hadis formundaki şu uydurma rivayetler bunun en güzel örneğini teşkil eder:
“Ben İbrahim’i dost edinmişsem daha önce seni sevgili edindim. Musa ile yerde konuşmuşsam seninle gökte benim yanımdayken konuştum ki sema yerden daha hayırlıdır. İsa’yı Ruhu’l-Kudüs’ten yaratmışsam senin ismini mahlûkatı yaratmazdan iki bin sene evvel yarattım… Peygamber olarak ilk önce Âdem’i seçmişsem seni de peygamberlerin sonuncusu yaptım. 124 bin peygamber yarattım, senden daha mükerrem kimseyi yaratmadım. Benim nezdimde senden daha üstün kim olacak?!…”
“Habibim, ben Yusuf’un güzelliğini Kürsü’nün nurundan giydirdim. Senin yüzünün güzelliğini ise Arş’ın nurundan giydirdim. Ey Muhammed! Senden daha güzel bir mahlûk görmedim.”( İbnu’l-Cevzi, Mevduat, I. 288-291.)
“Benim Allah ile öyle bir zamanım vardır ki hiçbir mukarreb meleğe, gönderilmiş hiçbir peygambere izin verilmez.” (Aliyyu’l-Kari, age, s. 291-2, no: 392)
Peygamber yarıştırma işi Hristiyan ve Yahudilerden geçen bir hastalıktır. Halbuki Kur’an’da böyle bir ayırım görmüyoruz buna gerek de yoktur. Bakara suresi 285. Ayette :
“Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve varış Sana’dır .” dediler.”
Ayette peygamberler arasında hiçbir ayırım olmadığı ifade edilmektedir. Bakara süresi 253.ayette “İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah, onlardan kimiyle konuştu, kiminin de derecelerle yükseltti. Ve Biz, Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler verdik. Ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik (doğruladık). ….” Burada belirtilen üstünlük Allah katındaki değer ve yakınlık değildir, Allah tarafından bir kısım peygamberlere verilen lütuflardır.
Bu lütuflar elbette verilen peygamberler için bir değer ifade ama Allah katında diğer peygamberlerden üstün olduğunu göstermez.
Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki şiirler ve ilahiler hamaset dolu ifadelerle doldurulmuştur. Bir ilahide “ Mahşerde nebiler bile senden medet ister” ifadesiyle diğer peygamberleri konum olarak küçültülmüşlerdir. Ayrıca nebiler kime karşı kimden yardım isyeyeceklerdir?
PEYGAMBER VE GÜL (Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru, Prof. Dr. Bünyamin Erul)
Öteden beri, Hz. Peygamber’e sevgi ve aşk ile dolu gönüller, o Sevgili Rasûl (sav)’den söz ederken şiirlerinde, naatlerine, kasidelerinde, hatta bazı sanatçılar hilyelerinde veya resimlerinde onu genellikle kırmızı gül ile ifade ve temsil etmişlerdir. [30] Nitekim yıllardır kutlanmakta olan Kutlu Doğum programlarının amblemi de Rasûl-i Ekrem (sav)’i sembolize eden kırmızı güldür. Bunlar sadece Rasûl sevgisiyle yanıp tutuşan gönlün sesi midir yoksa aynı aşkla kaleme sarılan edebî zevk ve estetiğin neticesi midir bilinmez. Fakat bilinen bir gerçek varsa o da bu konuda uydurulan bazı rivayetlerin mevcudiyeti ve de etkisidir.
“Kırmızı gül, Hz. Peygamber’in terinden yaratılmıştır.” (Sağani, age, s. 12. 55; Aliyyu’l-Kari, age, s. 151, no: 103.)
“Kırmızı gülü koklayıp da bana salavat getirmeyen bana cefa etmiştir.” (Sağani, age, s. 12. 54.) “İsra gecesi semaya çıkarıldığımda, yeryüzüne benim terim düştü ve gül ondan yetişti. Benim kokumu koklamak isteyen, gülü koklasın.” (Aliyyu’l-Kari, age, s. 361, no: 571.)
Hatta, kırmızı gülün kendisinden yaratıldığı mübarek terin, şişeye doldurulup parfüm olarak kullanıldığına dair uydurma rivayetlere de sahibiz.
“Bir adam gelip ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Kızımı evlendirdim ve bana yardım etmeni istiyorum’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Yanımda bir şey yok, yarın bana gel ve beraberinde ağzı geniş bir şişe ve bir ağaç dalı getir’ dedi. Ertesi gün adam geldi. Hz. Peygamber’in dirseklerinden ter akmaya başladı ve şişe doldu. Sonra Hz. Peygamber: ‘Bunu al ve ailene emret, koku sürmek istediğinde ağaç dalını daldırsın ve onunla sürünsün’ buyurdu. Ravî der ki ‘O kız bu kokudan sürdüğü zaman Medine halkı güzel bir koku kokladı ve o ev, ‘güzel kokulananların evi’ diye isimlendirildi.( İbnu’l-Cevzi, age. I. 292; Suyuti, age, I. 247. )
Gül ve Peygamber ilişkisi yukardaki uydurma hadislere dayanmaktadır. Bu motif Müslümanlarca adeta peygamberimizin genetiğine işletilmiş, şiirlerde, ilahilerde, edebiyatta etle tırnak gibi ayrılmaz bir obje olmuştur. Gül kötü bir motif değildir ama buradaki amaç başkadır. Peygamberi pasif, sesini çıkarmayan, bir yüzüne tokat atana diğer yüzünü uzatan bir kişilik haline getirmeye çalışıyorlar. Bu anlayış din düşmanları tarafından hep kullanılmak istenmiş, siz de gül peygamberin ümmeti olarak sesinizi çıkarmayın, silahı elinize almayın başınıza gelene sabredin, deniyor. Kendi aralarında da peygamberimizi zalim, acımasız bir kişilik olarak tanıtıyorlar. Saf Müslümanlar da güya peygambere iyilik yaptıklarını zannediyorlar.
PEYGAMBER VE GAYB
Hud suresinin 31. Ayetinde : “Size, Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden olurum.” buyrulmaktadır. Burada açıkça peygamber efendimizin gaybı bilmediği ifade edilmektedir. Gayb duyu organlarıyla algılanamayan anlamında bir ifadedir. İki türlüdür, mutlak gayb: Sadece Allah tarafından bilinen başka hiçbir varlığın bilmediği gayb. Kıyametin kopuş vakti gibi. Diğeri ise izafi gayb’dır. Kişinin bilgi sahasında olmayan fakat başkalarının bildiği gaybtır. Bir kişi tarafından gizlenen bir şey bize gayb olduğu halde gizleyene gayb değildir. Allah insana beş duyu vermiştir, bu beş duyunun gaybı bilme özelliği yoktur. Peygamberler de böyledir. Gelecek insan için gayb’dır. İnsan gelecekle ilgili sadece tahminde bulunabilir fakat kesin olarak bilemez. Peygamber efendimizin ağzından bu güne kadar uzananan olaylarla ilgili bir çok hadis uydurulmuştur. Olaylar bir şekilde bu sözlerle ilişkilendirilmeye çalışılıp, görüyor musunuz peygamberimiz bu olayı 1400 sene önce haber vermiş diyerek orada bir paye çıkarılmaya çalışılmaktadır. Eğer peygamberimiz geleceği bilse idi, Taif şehrine gitmezdi, amcası Hamza’yı Uhut savaşına götürmezdi, torunlarına öldürülecekleri yeri ve zamanı söyler uyarırdı, Mescidi Dırara gitmek istemezdi.
İstanbul’un fethiyle ilgili hadisi ki bu zayıf bir hadistir, sahih bir bir hadis olsa bile gelecekten haber verme değil gelecekle ilgili bir tahmin yapma olarak düşünüyorum. Mesela Amerika Birleşik Devletleri bir gün mutlaka yıkılacaktır (inşallah) diye bir tahminde bulunsak bu da çıksa ki inşallah öyle olacaktır. Bu geleceği bilmek anlamına gelmez. Eğer peygamberimiz geleceği bilme özelliği olsa herhalde ümmetinin bu günkü düştüğü zavallı durumu haber verir, dini kökten değiştiren hurafeler sokan kişiler hakkında isim vererek bizi uyarırdı herhalde.
SONUÇ
Konumu Mehmet Durmuş Hocamın “Muhammed’i Özlemek” başlıklı yazısından bir alıntı ile bitiriyorum.
“…..Onun siyasi basiretini, askeri şecaatini, insan sevgisini, sabrını, azmini, üslubunu, en güzel şekilde mücadele etmesini, eşlerine hürmetini, çocuklarını sevmesini çok ama çok özlüyorum.
Ey Muhammed! Sana salat ve selam olsun. Rabbi’nin rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Bak senden şefaat dilemiyorum. Çünkü Rabbani terbiyede böyle bir akidenin olmadığını biliyorum. Ne Rabbin böyle bir umut vadetmişti; ne de sen böyle bir haber getirmiştin… Her fani gibi sen de Allah’ın hükmüne tabi oldun. Senin gittiğin yolda bulunmak bizim için en büyük şeref olacaktır. Senin yaptığın gibi izzetin tamamını Rabbimizin katında aramak en önemli bahtiyarlık olacaktır… Ve senin bıraktığın Kitap rehberimizdir ey Muhammed…”
Beni sabırla dinlediğiniz için Allah hepinizden razı olsun Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.