İslam kuşkusuz Adem’le başlayıp kıyamete kadar devam edecek hak dinin kendisidir. İslam’dan başka bir din arayanların onun yerine ikame ettikleri hiç bir din Allah katında kabul olmayacaktır. İnsanlık uzun bir süredir tanrı mefhumunu tartışmaya açmıştır. İlk çağ diye kabul edilen çağdan bu yana tanrı var mıdır yok mudur yahut bir tanrı tanımlanacak olsa ne olurdu diye kafa yorulmuş. Bu kafa yormanın neticesinde pozitivist ve materyalist düşüncenin dışında kalan tüm ideolojiler bir tanrı olduğu fikrinde anlaşmışlardır. Fakat aynı tanrı inancını paylaşmamışlardır. Beşeri dinlerin tanrısı, yeryüzündeki hükümranlığı, temsilcisi olarak gördüğü krallara ve yöneticilere terketmiştir. Emekliye ayrılmış bir tanrı formatındadır. İslam’ın İlâh’ı ise, yaratmaya her daim devam etmekte ve tüm yaratılmışları sevk ve idare etmede etkin bir Allah’tır.
İçinde yaşadığımız çağda insanlar Allah’ın dinine göre yönetilmediğinden beşeri dinlerin belirlediği yaşam formuna göre şekillenmektedir. Haliyle bu durum zihinlerde bir kırılmaya yol açmaktadır. Beşeri dinler kamusal ve özel alan gibi bir ayrım oluşturarak Allah’ı kamusal alana müdahil kılmamaktadırlar. Çünkü beşeri dinlerin tanrıları kendilerini temsilen atadıkları devlet başkanları eliyle hükmünü galip getirmektedir. Çağlara göre beşeri dinler değişkenlik arzedebilir. Bazen monarşi olur, bazen oligarşi, bazen demokrasi, bazen sosyalizm bazen de hümanizm. Bu dinlerin oluşturduğu zihinsel yapı giderek toplumu Allah’ın dininden uzaklaştıracak araçları etkinleştirerek hakikatin önüne bir perde çeker. İnsanlar bu düşünce bulanıklığından dolayı hakikate ulaşmakta zorlanırlar. Verilmek istenen mesaj çok açıktır: artık tanrı ölmüştür… öyleyse ölen tanrının buruklarının yerine yeni bir şeyler koymak gerekir ve öyle bir şey konulmalıdır ki insana her türlü haram çekici gelebilsin. Günümüzde bu dinin adı demokrasidir.
Demokrasi dini, hayata dair en doğru şeyi söyleyen bir din formatına bürünmüştür. Artık insanlığın elinde hakikat adına tartışılan ne kadar şey varsa bunu demokrasi dininin ölçülerine göre değerlendirip doğru ve yanlış olduğuna kanaat getirilmektedir. İslam, yeni düzende tamamen kapı dışarı edilmiş durumdadır. İslam düşmanlarının bunu yapmış olmalarını elbette anlayabiliriz. Çünkü İslam, zulmün ve sömürünün karşısında dik durmaya devam ettiği sürece zalimlerin korkulu rüyası olarak varlığını koruyacaktır. Zalimlerin düzenini bozacak ve onların karşısında tevhidi ve adaleti hatırlatacak bir topluluğu her daim diri tutacaktır. Ne var ki sorun burada başlamaktadır. Günümüzde kendini İslam’a nispet edenler, yahut geçmişleriyle “İslamcı” çizgide yer alanlar bugün kemalizme, demokrasiye, laikliğe övgüler dizmekle meşguldürler. Bu anlam kargaşası ve kafa karışıklığı nereden gelmektedir? Özelikle son zamanlarda İslam’ı değersizleştirme ve toplumun dışına atma yarışı hız kazanmıştır. Açık açık İslam’ın sadece bir ahlaki ilkeler bütünü olarak kabul edilebileceği ama toplumu dizayn eden bir yaşam biçimi olarak kabul edilemeyeceği vurgulanmaktadır. Hem de bil-fiil eski İslamcılar tarafından. İslam onlara göre tarihin tozlu sayfalarında yerini alması gereken bir dindir ve artık yeni değerler (ilahlar) demokrasi, laiklik ve hümanizmdir.
İslam, özellikle Hz. Ömer’den sonra gerek fetihlerle gelen bir takım sorunlarla, gerek İslami devletin yöneticilerinin zaaflarıyla, yahut yöneticilerin kasıtlı küfretmeleriyle, veyahut da putperest toplumların istilalarıyla aslından uzaklaştırılmış ve dünyevileştirilmiştir. Tüm bu tarihsel gelişmeleri sebepler üzerinden okuyarak, yeniden toparlanma ve hakikati inşa etme derdinde olmayıp, kolaycılıkla, sonuç üzerinden okuyarak mevcut akışa teslim olunmuştur. Çünkü mevcut akışa kendini bırakmak, hele ki geçmişine söverek bunu yapmak mevcut ilahların gözünde yeni payeler getirmiştir bu şahıslara. Oysa çok değerli olanı çok değersiz olana terketmişlerdir. Bunun bilgi eksikliğinden kaynaklandığı düşünülemez. Olsa olsa ancak güce teslimiyet ve itibar kazanma duygusudur. Eski İslamcılar maalesef egolarına yenik düşmüşler ve hakikati terketmişlerdir. Samiri örneğinde olduğu gibi azıcık elçinin izinden, azıcık da kendi nefislerinden katarak böğüren bir din icat etmişlerdir. Bu anlattıkları dinin, zulmedenlere koltuk deynekçiliği yapmaktan başka bir işe yaramadığını kendileri de bilmektedir. İslam’ı şirkle bulayarak yeni bir yaşam formatı oluşturma derdindedirler. Elbette bu çıkmaz sokaktır ve bir sonuç üretmeyecektir. Bu Daryush Shayegan’ın tabiriyle, ‘arabayı öküzün önüne koymak’tan başka bir şey değildir.
Bilinmelidir ki İslam dini sonuç üzerinden okunarak değerlendirilebilecek bir din değildir. Çünkü İslam’ı temsil ettiği düşünülen insanların zaafları, nefislerinden kaynaklanan hatalardır, İslam’dan kaynaklanan değil. İslam’ın safını terkederek, kendilerine ‘karşı mahalle’den yer ayırmak için göz kırpanlar da bilmelidirler ki, onlar İslam’a bir şeref katmamışlardır ki gittiklerinde İslam’dan bir şeref eksik olsun. Aksine İslam onlara şeref kattığı için onlar kendi şereflerinden yoksun kalacaklardır. Geçmişte de nice güçlü kavimler aynı hatalara düşmüştür ve Allah onlara da “nereye bu gidiş” diye sormuştur. Bu soruya vereceğimiz cevap ya bizi Rahman’a yaklaştıracak ya da ondan bizi uzaklaştıracaktır. Dileğimiz odur ki müslümanların, hiç bir partinin, düşüncenin, konforun, devlet adamının, hizbin, kurum ve kuruluşun kulları olmadan, yalnızca Allah’a kul olarak O’nun emir ve yasaklarına göre hayatını şekillendirmeleridir. Çünkü bütün izzet ve şeref yalnızca Allah’a aittir.
Venhar
Allah razı olsun. Çok yerinde ve önemli tespitler.