Her şeyi anladık.
Her şeyi yorumladık, analiz ettik ve hallettik. Her şeyi yani, kendimiz dışındaki her şeyi. Dış dünyaya nizamat verdik. Siyasetin incesini ipe, yoğununu çöpe dizdik. Seçimler yaptık, hükümetler kurduk. Ekonomiye, eğitime, bürokrasiye, aileye, sağlık işlerine gerekli acil müdahaleleri yaptık.
Lakin bir şey kaldı, onunla pek ilgilenmedik: Kendimiz. Kendimizle fazla barışmadık. Aynada kendimize bakarak ya yapmayacaklarını söyleme ya da söylediklerini yap diye kulağımızı bükmedik. Halimizle uyuşmayan kâlimizden dolayı yüzümüzün kızardığını seyretmedik. Rasulullaha hamledilen ağır yükü kendi sırtımızda hissetmedik. En yakınımızdan başlayıp, sürekli genişleyen halkalar halinde tasavvur edeceğimiz, yeryüzündeki bütün müminleri küre çapında bir aile olarak yüreğimize, damarlarımızda deveran eden alyuvarlarımıza misafir etmedik.
Yeryüzünde en büyük ve tek büyük davanın Allah’ın adının yüce olması davası olduğunu kendi nefsimize benimsetemedik. Ailemizde İslam’ı hâkim kılamadık. Nefsimize bile söz geçiremedik. En yakın akrabalarımızdan başlayarak, İslam’ın dalga dalga yayılması için çaba sarf etmedik. Yeryüzüne hükmeden sulta sahiplerine Kafirun suresindeki keskinlik, Berâe suresindeki ayrışma, Ashabı Kehf’deki itizal ayarında surat asmadık. Surat asmamızı ilmel, aynel, hakkal yakîn bir kesin inançlılığa dönüştürmedik.
İslam’ın, toplumumuzun yegâne hak dini olması için çaba ve çalışmalarımızı ‘kültürel etkinlik’ ötesine taşıyarak, hayatımızı, ibadetlerimizi bütünüyle bu yüce davaya vakfetmedik.
Dünyanın hırsız ve arsız taşeronlarının Müslümanları da yutacak şekilde ürettikleri gündemlere kolayca teslim olduk.
Korona virüs salgını sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı propagandasıyla oluşturulmak istenen ‘normalleşme’ senaryolarını amatörce eleştirinin dışında hemen hiçbir sahici önlemimiz bulunmamaktadır. Bizler salgın günlerinin toplumun azgın kesimlerinde bir uyanış ve kendine gelme hususunda hiçbir etki yapmadığından yakınırken, aynı günlerin Müslümanların dağınıklığı, bölük-pörçüklüğü, birbirlerine karşı, ‘ke enlem yekun’ davranmalarına da hiçbir tesir yapmadığını görmek istemiyoruz.
Hasılı vüsulsüzlüğümüzün sebeb ü hikmetini iyice kavramak istiyorsak, atmamız gereken çok adım bulunmaktadır. Bütün bunları canımızın sıkılması için değil, kendimize ait, hatırlatılması gereken kusurlarımız olduğu kanaatiyle, Allah için dikkatlere sunmak istedik. Hep birlikte Allah’a olan teslimiyetimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.