Bu kitap Süleymaniye Vakfı Yayınları tarafından 2013 yılında yayınlanmıştır. 238 sayfadan oluşan küçük hacimli bir kitaptır. Allame Ali bin Sultan el Karii diye şöhret bulan Aliyul Kari’nin bu kitabına Abdullah Ali Rıza bir mukaddime yazmıştır. Bu kitap, Allame Aliyul Kari’nin Vahdet ül Vücut nazariyesi ile ilgili olarak kaleme aldığı reddiyesidir. Ali Rıza kitabın mukaddimesinde diyor ki: “Saldırıya uğrayan alanlardan biride İslam inancıdır, İslam akidesidir. Bundan dolayı Vahdet-i Vücut görüşü sakat bir inançtır. Her şeyden münezzeh olan Allah’ın kimilerince “şu varlık aleminde var olan her şey bizzat Allah’tır” tarzındaki sakat görüşüne inanma bulanıklığıdır. Bu Batinilerden olan Karmatilerin sakat görüşünün ta kendisidir. Onların bu yönde ki liderleri ise Muhyiddin Arabi’dir Kendisi Şeyhi Ekber diye adlandırılmaktadır. Arabi’nin kendisinden sonra bıraktığı kitapları Füsus, Fütuhat vb. eserlerdir.”
Harun Ünal tercüme ettiği bu esere şöyle bir başlangıç yapmıştır; “Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamı, kulların en hayırlısı Muhammed (as.)’ın yoludur. İslerin en kötü ise sonradan uydurulandır. Yani bidattir, o da sapıklıktır. Yazar Aliyül Karii İran Horasının Herat şehrinde doğmuştur. Sonradan Mekke’ye yerleşmiştir. Hanefi mezhebindendir. Kur’an kıratı ve fıkıh üzerine alimidir. Mekke’de Miladi 1605 yılında ölmüştür. Yazar daha çok yaptığı araştırmalarıyla tanınır. İfadeleri gayet kolay ve anlaşılırdır. Hakkı çekinmeden söylemekte gayet cesurdur. Ali El Karii tasavvufu araştırmış bu alanda kitap yazmıştır. Yazdığı kitaplar da Vahdet-i Vücut konusunda ki ilgili kitapları ya da işi şeytani keşfe dayananları, rahmeti, hidayeti terk edenleri konu edinen eserleridir.”
Ali el Kari, eşyanın hakikati, tevhit, Allah’ın varlığını tanımak, vahit ve ehat isimleri, bilinmesi gereken gerçek, kulun sorumlu olduğu ilk şey, hulul ve ittihat, akıl ve nakle göre kesin olan şey, yüce Allah’ın eşi ve benzeri yoktur, bir başka açıdan kalp rahatsızlıklarının belirtileri, bir diğer husus, itiraz iki yönlüdür, mutlak vücut adı altında bu başlıklarla kitabını yazmıştır. Kitabın giriş bölümünde Ali el Kari der ki: “Bazı cahil tasavvuf erbabı müride tevhidi telkin ederken söyle inanmalarını söyler: ‘Tüm eşya batın, yani iç yüzleri bakımından Allah ile birleşiktirler. Ancak zahir, dış yüzleri bakımındansa ona yani Allah’ a ve ondan başkasına da aykırıdırlar.’ Ali el Kari bu söze diyor ki : ‘Görünürde fesada giden bir sözdür. Vahdet i vücut görüşüdür. İttihada varan bir ifadedir. Nitekim dinden dönenlerin ifadesidir. Yani ilhat ehlinin sözüdür.’ Ali el Kari itirazına devam ederek şöyle diyor: ‘Allah varken onunla birlikte başka hiç bir şey yoktu. Sadece o vardı’ anlayışınr ‘Allah her şeyi yaratandır’ diyerek cevap veriyor(Rad/16 – Zümer/62). Dolayısıyla her şeyin yaratanı odur. Sonradan var olan her şeyin batın yönünden kadim ve mucit olan yani yaratan varlıkta müttehit olması muhaldir. Kaldı ki böyle bir görüş bir tek ilah inancına, tevhid inancına sahip olanın görüşüne de aykırıdır. Çünkü ikilik aslında kesin olarak vahdete aykırıdır. Zira yüce Allah şöyle buyuruyor: İki ilah edinmeyin(16/51)”
Tevhit bölümünde ise Hz Ali’ye atfen ‘Allah, senin hatırına gelebilen, ya da hayalinde yansıttığın veya her hangi bir durumda düşündüğün tüm şeylerin ötesindedir. Çünkü o, hiç bir hayalin ve tasavvurun içinde olmaz, ona benzer bir şey yoktur, o işitendir, görendir.’ sözünü aktararak Allah’ın hiç bir varlığa benzemediğini söylemiştir. Allah’ın varlığını tanımak başlığında ise ehl-i İslam’ın görüşünün yüce Allah’ı tanımanın herkes için farz olduğunu söylemiştir. Tasavvufçulara göre Allah’ı tanıma ve bilmenin yolu riyazete (nefsini kırmaya) çekilmektir. Bir başka görüşe göre ise asli yaratılışını koruyan, bu noktada değişikliğe uğramayan akıl ile yüce Allah’ı tanımak ve bilmek mümkündür. Başka bir görüşe göre ise Allah’ı ancak yine Allah ile tanımak mümkündür. Yoksa başkası ile tanımak mümkün olmaz. İşte bu görüş sofilerin görüşüne daha çok benzeyen ve onlarınkine daha yakın olan görüştür. İşte bundan dolayıdır ki sofiler şöyle derler: Hiç bir kimse yüce Allah’ı gereği gibi bilemez, tanıyamaz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: ‘ size ilimden pek az şey verilmiştir(.17/85) Yine Allah şöyle buyuruyor: ‘onlar ise bilgice onu kavrayamazlar(20/110)
Allah’ın vahit ve ahat isimleri bölümünde ise şunları söylemiştir: Bu ikisi arasında ki fark ehat ismi zat adına kullanılabilir bir isimdir. Vahit ise sıfatlarda kullanılır olmasıdır. Zühri’nin anlattığına göre Allah’tan başka hiç bir şey ‘ehadiyet’ ismiyle tavsif edilemez, nitelenemez (Kur’an’ın ihlas suresinde işaret etiği gibi). Nitekim sofiler: Tefrikasız cemiyet (cem) zındıklıktır. Cemiyetsiz tefrika ise küfürdür, fasıklıktır demişlerdir. Yine bunlar der ki, murid olan kimse, henüz muridlik makamında iken tevhit kelimesini söylerken batınında (içinde) öncelikle şunu söylemelidir ‘ la mabude illallah’ (Allahtan başka hiç bir mabud yoktur). İşte bu şeriattır. Daha sonra ki merhalede ise’ la mevcuda illallah’ (görünürde Allah’tan başka mevcut yoktur) bu da hakikattır. Bilindiği gibi sapık ve azgın insanların sözünden İbni Arabi’ye olan nispeti ortaya çıkar. Bu söz küfürdür. ‘ Eşyayı ortaya koyan varlığı takdis ederim ki o bizzat eşyanın kendisidir’ bu söz Konya’da Celalettin Rumi’nin türbesinde gözlerimle görmüşümdür’ diyor. Bu ifadeden anlaşıldığı gibi sahih din erbabınca bu söz küfürdür. Yine Hallac-ı Mansur, ‘Enel hak’ (ben Allah’ım) diyerek imtihan edilmiştir. Hallacın asıl adı Hasan bin Mansur’dur. Zındıklık ve Hululiye gibi şeylerle imtihan olmuştur. İlahlık iddiasına kalkışmıştır. Zehebi der ki: onun kalbini en iyi Allah bilir fakat söylediğinden Allah’a sığınırız. Söylediği küfürdür. İmam Fahreddin Razi der ki mücessem olan yani kendi varlığını üstün gören bir kimse hiç bir zaman Allah’ ibadette kulluk edemez. Çünkü o kendi vehminde şekillendirdiği surete tapar. Allah bu gibi şeylerden münezzehtir. O gökte de yerde de ilahtır. /43/84). Sayfa 49 da imam gazali şöyle diyor: Ömrümün önemli bölümünü el basit, el vahit ve el veciz gibi kitapları yazmakla geçirdim. Müminlerin dini konularda elde ettikleri marifet hazzının yakin manasını cahil sofiler katında bulamazsın. Çünkü bu adamların temel dayanakları hem hakka hem batıla dayalı olmasıdır. Kulun sorumlu olduğu ilk şey tevhid ilmini bilip öğrenmesidir. Bu ise iman, tasdik, ikrar ve amelden ibarettir. Ancak bununda tahkik esasına dayalı olması gerekir. Tahkik olayı da ya gerçek anlamda olabilir veya hükmi manada gerçekleşebilir. Allame Ali B. Ebul İzz Tahavi’nin akaidi üzerine yazdığı şerhinde gerekeni zikretmiştir. İlk bakışta bozukluğu, fesadı ortada olan görüş hulul ve ihtihat görüşünde sahip olmaya kadar götürdü. Bu tür inanç içinde olanlar ya Allah başka varlıklara hulul eder görüşüne ya da Vahdet-i vücut görüşüne saplanıp kaldılar. Oysa böyle bir sonuca varmak itikat, inanç noktasından Hıristiyanların küfrünün üstünde bir görüşe varmaktır. Hıristiyanlar böyle bir inancı, hulul ve ittihat inancını, kainata değil sadece İsa’ya verdiler. Oysa sofiler tüm olarak kainata şamil kıldılar. Yine hulul ve itihad düşüncesini savunanlar helal ve haram diye bir şey ayırmazlar. Su ile şarap arasında fark yoktur. Zina ile nikah arasında da fark yoktur. Hepsi mubahtır. Ebul İz sanki Arabi’ye nispet olunan ve Fusus adlı kitabında yer alan şu ifadelere işaret ediyor gibidir: ‘Kim ilahlık iddiasına kalkışırsa, iddiasında doğrudur. ‘Arabi, alemin kadim olduğunu savunuyor. Şayet herhangi bir kimse Arabi’nin Futuhati Mekkiye kitabına göz atarsa bunları görür. Yine Arabi Füsusunda açıkça belirttiğine göre riyazete çekilen insan kelamla erince, riyazet yoluyla kemal noktasına gelir. Artık insanın insanlık yönü lahuti yani ilahlık yönüyle karışır. Yani onu Allah ile birleştirir. İste bu görüş Hıristiyanların görüşünün aynısıdır. Çünkü Hıristiyanlarda şöyle diyor ‘Allah’ın kelimesi tıpkı, suyun oğula karışıp dönüşmesi gibi İsa ile karışmış, iç içe girmiştir. Böylece Hz. İsa’nın insanlık yönü Allah’ın lahuti yönü ile karışmıştır.’ Allah bu gibi şeylerden münezzehtir. Hatta Hz. İsa Allah’ın oğludur dediler. Bu konuda Şeyh Şerafettin İbni Muri şöyle diyor: Bu söz batini anlamda söylenmiş bir ifadedir. Bunu ancak ilham sahibi kimseler anlar. Yani her şey Allah’tır. Yani yaratan bizzat yaratılanın kendisidir. İbn-i Arabi kitabında putlara tapmayı emrettiği gibi dinler arasında ordan oraya geçmeyi de emretmektedir. Şöyle diyor: ‘Sakın ola ki tek bir inanca çakılı kalmayasın. Aksi takdirde birçok hayırları ve ödülleri kaçırırsın. Nefsini, kendini inançlar içinde bir heyyula olarak kabul et.’ Allame Şeyh Ceziri bu tip adamların kitaplarının okunmamasını, bunlara bakılmamasını tavsiye ediyor. Bunların okunmasının ve bakılmasının haram olduğunu söylüyor. Çünkü hem Rab’dır ve hem kul’dur türünden bir söz nasıl tevil olabilir. Yine ‘Allah’ı gereğince bilenler ancak muattıla ve mücessime görüşünde olanlardır’ türünden sözlerin hiç tevili olabilir mi? Oysa ki yüce Allah Kur ‘an da şöyle buyurmuştur: ‘ Ona benzer hiç bir şey yoktur.(42/11)’ İşte ayetin bu yönü muattıla görüşüne, ‘O işitendir, görendir.’ (Sura 11) ayetinin bu bölümü de mücessimeye karsı bir delildir. ‘ Yine bu adamın: Tapınılan hiç bir kul yoktur ki, o ancak Allah’tır’ tarzında ki görüşüne gelince, yüce Allah’ın şu ayeti ile ret olmaktadır: Rabbim ancak kendisine tapmanızı emretti. (İsra/23)’ Ceziri’nin yukarda ki görüşünü belirttikten sonra Ali el kari olarak ben diyorum ki bu adamdan nakil edilen şey şu ifadeleri destekler durumdadır. Ceziri demişti ki: ‘ Bu tür bir saçmalıkta bulunan bir kimsenin kafirliğini kabul etmeyen bir kimsenin kendisi kafirdir. Dolayısı ile bu kimse hakkında bu adamın zındık ve her şeyi mubah sayan biri olarak kabul ediyor. Hulul görüşüne sahipleniyor. Böylece vahdet-i vücut olayına bağlı kalıyor. İste bu türden karasızlıklar, akıl karıştırılması, neticede küfre götüren yollardır. Şeyhimiz Abdül Aziz b. Abdülselam’a Muhiddin Arabi hakkında bir soru sorulmuş o da cevap olarak’ o fena ve kötü bir şeyhtir. Aşırı bir yalancıdır. Alemin kadim olduğuna inanır ve her kadınla beraber olmayı mubah saymıştır. El Cezire diyor ki eğer Muhiddin Arabi gerçekten bu sözü söylemişse, gerçekten kitaplarında bu ifadeler yer almışsa şeriata aykırı olan tertemiz şeriata muhalif bulunan bu ifadeler bulunuyorsa bunları da aynı zamanda aklında taşıyor ve bunun zahirine inanarak ölmüşse bu durumda bu adam Yahudilerden Hıristiyanlardan da daha necis ve murdardır. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar bu gibi bir şeyi söylemiş olsalar da, onlar her kadını helal saymıyorlar. Oysa bu adam yani İbn-i Arabi, Fütühat adlı kitabında söylemiş oldugu söz bütün kadınların helal olduğudur. Bu söz tevili caiz olmayan bir sözdür. Hulül ve ittihada gelince, hulül ve ittihat meselesi insana ilhada ve dinsizliğe götüren bir konudur. Mecusilik’ten yani ateşperestlikten, puta tapıcılıktan, karanlık ve aydınlık ilahı diye iki ilaha inanan Maniheizm’den daha kötüdür. Maniheistlere göre alem, zulmet ve nurdan meydana gelmiştir. Bunlar, nurun yani aydınlığın zulmetten, karanlıktan daha hayırlı olduğu da ittifak içindedirler. Çünkü nur ilahı övgüye değer bir ilahtır. Zulmet ise kötü ve şerdir. Ancak bu görüşü savunanlar, zulmetin kadim ya da hadis olduğunda ihtilafa düşmüşlerdir, ikisi arasında bir benzerlik ve denklik bulamamışlardır. İttifaka girmemişlerdir. Yüce Allah bunların bu görüşlerini ret ve cevap mahiyetinde şöyle buyuruyor: ‘ İki ilah tutmayın (Nahıl/51) Yine rabbimiz şöyle buyurmuştur ‘ hamdolsun o Allah’a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlığı ve aydınlığı var etti.( Enam/1)
Gerçeklerden uzak duran ve doğrudan sapanlar, ancak kitap ve sahih sünneti tahrif etmiş olurlar. Müçtehit imamların sözlerine aykırı olacak şekilde kitap ve sünneti tevil etmek, yorumlamaksa bu da gerçeği iptaldir. Nasları asıl manasının dışında bir manada ele almak ve yerlerini değiştirmekse büyük yanlıştır. Böyle bir yolu deneyen bunu bulabilir. Ancak bu gibi yola başvuran kimse de hem dünyayı hem de dini ifsat etmiş ve bozmuş olur. Nitekim gerek Yahudiler olsun gerek Hıristiyanlar olsun hepsi de Tevrat ve İncilin naslarını, hükümlerini değiştirmede böyle bir yola başvurmuşlardır. Dolayısıyla nice bozuk ve yanlış tevillerle din aleyhinde cinayetler islediler. Dindarlara karsı bu türden nice cinayetlere katıldılar.
VAHDET-İ VUCUD RİSALESİ
Ali el Kari
Tahkik: Ali Rıza b Abdullah b Ali Rıza
Kitabı Tercüme Eden: Harun Ünal
Süleymaniye Vakfı Yayınları
Hazırlayan: Mehmet EMMİ