وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً
﴿٧٢﴾
Kim bu dünyada hakikatlere karşı kör olarak yaşamış ise, işte o ahirette de kör olacaktır. Hem de doğru yolu sapıtmış bir halde! (17/72)
Doğuştan Müslüman olduğunu, kulaklarına okunan ezanla bu etiketi elde ettiklerini söyleyip, idrak etmedikleri halde defalarca tekrarladıkları “Müslümanım” ifadesiyle kendilerini cennetin varislerinden zehabına kapılanların, İslam’ı kendilerine has, kendileri için yaratılmış bir din olduğunu görenler, aslında hakikate karşı kör olanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kendilerinde bulunan hakikatsizliğe, İslam’ı, bir kılıf olarak kullanıp, tüm helal lezzetlerin kaynağını gasp edip başkalarına haram sayanlar, namazları ile hakkı ikame ettikten(!) sonra, yaptıkları zulme karşı susmayı, boyun eğmeyi ve itaati yaygınlaştırırlar. Allah’ın haram saydıkları tüm yollara hızlı bir yolculuk yaparak bu yolculuklarına bazan cübbe giyerek, bazan sarık takarak, bazanda ya Allah! diyerek meşruiyyet kazandırırlar.
Kör/âmâ kelimesi burada elbette gerçek manasından ziyade duyarsız, ilgisiz, başına buyruk anlamında kullanılmaktadır. İnsan iki yoldan birini tercih etmekte hürdür. Ya hak tarafında, ya da batıl tarafındadır. İkisi arası da batıl olarak belirtilmiştir.
İnsanın dünyada seçtiği yol ve amele göre hem bu dünyada hem ahirette karşılığını alacak olması Allah’ın vaadidir. Kim Allah’ın murad ettiği hakikatlere sırtını döner, veya üstünü örter, veya kendi emellerine İslamı’ı alet ederse o, ahirette kendisi dikkate alınmayacak, sırt döndüğü hakikate karşı Allah’ta orada sırt dönecek, “âyetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun” denecektir. (Taha, 126)