Bir yanlış gördüğünüz zaman ne yaparsınız? Olması gereken, tebliğ metotlarına uygun bir şekilde davranarak o yanlışı düzeltmek için kişi veya kişileri uyarmaktır. Tebliğ metotlarına uyan bir kişi karşı tarafın kalbini kırmadan ve incitmeden nasıl uyaracağını çok iyi bilir. Müslüman bir kişi de bu uyarıdan memnun olur ve kendine çeki düzen vermeye çalışır. Çünkü bilir ki kardeşi onun kötülüğü için değil iyiliği için konuşuyor.
Maalesef yukarıda anlattığımız gibi birbirimizi uyaramıyoruz artık. Birini uyarmaya, “Bak şöyle yaparsan daha iyi ve faydalı olur”, “Şu davranışın veya içinde bulunduğun bu hâl doğru değil” demeye korkar olduk. Zira bu uyarıların hemen ardından, “Kimse bana karışamaz”, “Herkes kendinden mesul”, “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Canım ne isterse onu yaparım sana mı soracağım” gibi bazı kırıcı söylem ve üsluplarla karşılaşıyoruz.
Dört bir yandan “enesi” yüceltilen insanoğlu için bu durum çok şaşırtıcı değil aslında. Televizyon ekranlarından, reklâmlardan, kişisel gelişim eğitimlerinden sürekli “sen biriciksin”,“en özel sensin” gibi güya özsaygımızı koruyan, kendimizi sevmemiz için pompalanan mesajlar biz farkında olmasak da benlik duygumuzu alttan alta okşuyor. Aynı mecralardan bir yandan da “sen özgürsün” “özgürlüğün senin elinde” gibi her şeye karşı çıkmayı, canının her istediğini yapmayı özgürlük imajı altında sunan başka bir mesajla karşı karşıyayız.
Sürekli benliğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkmamız ve yatırım yapmamız için motive ediliyoruz. Yatırım diyorum çünkü bu bir pazarlama taktiği. Satın aldığımız ürünlerle veya satın aldığımız eğitim paketleriyle sürekli daha iyi olmamız için kendimize yatırım yapmaya teşvik ediliyoruz. Değerimizi yaptığımız harcamalarla kıyaslıyorlar ve bizde bundan hiç rahatsız olmuyoruz.
Sürekli bu mesajlarla motive edilen insan haliyle her şeyin en iyisine sahip olacağını, kendinin en iyisini yapacağına inanıyor. Ve bu durumun aksini beyan eden bir uyarıyı kesinlikle kabul edemiyor. Karşılaştığı her eleştiriyi, onun benliğine zarar veren, özgürlüğünü elinden alarak onu hapsetmeye çalışan bir darbe olarak görüyor.
Enesi sürekli beslenen insan başka insanlara ihtiyaç duymayacağı zannına kapılıyor. Her şeyin üstesinden tek başına kalkabileceği, kimseye ihtiyacı olmadığı düşüncesi hâkim oluyor. Böylelikle hızla bireyselleşiyor, toplumla olan bağlarımızı tek tek kesiyoruz. Kendinden başkasına hesap vermek zorunda olmayan, daha iyisi için sürekli harcaması gereken, bunun içinde hep çalışmak zorunda olduğumuz bir hayatın içine itiliyoruz.
Böylesi bir yaşam ne korkunç ve zor! Sosyal bir varlık olan insan için yapılabilecek en büyük eziyet. Üstelik boş yere de değil, insanı yalnızlaştırarak, toplumsal gücü kırmanın bir başka yolu. Bugün toplumda gördüğümüz, bizi hayrete düşüren her yanlış ve eksiklik, yaşanan her acı vaka ümmet olma duygularımızın zayıflatılmasından kaynaklanmaktadır. Ümmet olma duygumuz ince ince yavaş yavaş işlenerek yok edilmekte, adına bireysellik dedikleri yalnızlık dünyasına mahkûm bırakılmaktayız.
Hâlbuki İslam’a inanan bir kimse asla yalnız değildir. Çünkü İslam, Müslümanlar arasında kardeşlik hukukunu tesis eder. Kardeşlik hukuku gereği bir Müslüman’ın diğer bir Müslüman üzerinde hakları vardır. Ebu Hureyre (r.a.) Allah Resulünün (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Müminin mümin üzerinde altı hakkı vardır:
1-Hasta olduğunda onu ziyaret eder.
2-Öldüğünde cenazesinde bulunur.
3-Davet ettiğinde, davetine icabet eder.
4-Karşılaştığında ona selam verir.
5-Aksırdığında ona, ‘Yerhamükellah’ der.
6-Uzakta da olsa yakında da olsa ona nasihat eder.”
(Tirmizi, 2737; Nesai, Cenaiz 52/3)
Yukarıda zikredilen hadis-i şerifte de gördüğümüz üzere, tüm bu haklar yerine getirildiğinde ümmet olma ve toplumsal olarak bir arada olma duygularımızı güçlendiren şeylerdir. Yazımızın başına dönecek olursak evet her koyun kendi bacağından asılır ama unutmayın ki kokusu tüm şehre yayılır. Bu nedenle her birimiz birbirimizi uyarmakla, iyiye, güzele ve hayırlı olana davet etmekle vazifeliyiz. Selam ve dua ile…