CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSLAM ADINA ÇIKAN YAPILAR VE MÜCADELELERİNİN EKSENİ
SÜLEYMANCILIK:
Süleymancılık, kısaca Süleyman Tunahan adlı bir medreselinin Kur’an öğreticiliği çerçevesinde oluşan, her ne kadar yerine bir halef tayin etmeden ölmüşse de karizmatik kişiliğinin de etkisiyle örgütleşip, daha sonra şartlara uygun olarak değişim geçirmiş dini bir cemaattir.
[1]
Süleymancılık, esasında Nakşibendi geleneğine ait bir yapılanmadır. Onun içindir ki tarikat mi cemaat mi olduğu tartışılmıştır. Ama Süleymancılığın işlevleri, teşkilatlanma ve işleyiş tarzı itibariyle bir cemaat olma özelliği taşımaktadır. Süleymancılık, dini eğitimin yasaklandığı bir ortamda öncelikle Kur’an öğretmeyi amaçlayan ve daha sonra, dini-manevi saiklerin de işin içine katılmasıyla örgütsel bir yapı kazanan; müntesipleri arasında dini duyguları yaşama, sosyal sığınma, yardımlaşma gibi toplumsal işlevleri de yerine getiren bir cemaattir. Merkez-Çevre ilişkisinde rejime tepki olarak çevre olmayı tercih etmiş Alevi-Şii karşıtlığı ve modern yorumlara mesafeli duruşuyla tipik bir sünni eğilimli cemaattir. Bu cemaati Süleyman Hilmi Tunahan dönemi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. Süleyman Hilmi Tunahan, Cumhuriyet rejiminin katı pozitivist ve laik duruşu nedeniyle 1941 yılından 1951 yılına kadar illegal bir şekilde kurslar kurarak Kur’an öğretmeye çalışır. 1949 yılında rejimin dönemin şartları gereği dine karşı yumuşamasına binaen Tunahan’ın yaptığı başvuruya iki sene sonra cevap vererek resmi bir şekilde Kur’an Kurslarının kurulmasına müsaade edilmiştir. İlk resmi kursu Tunahan 1951 yılında açmıştır.
1959 yılında ölümüyle birlikte yerine damadı Kemal Kaçar geçmiş ve Kur’an Kursu faaliyetlerine talebe yurdu kurarak üniversiteye dönük de çalışmalar başlatmışlardır. 1980 ihtilalinde Süleymancılara ait tüm yurt ve kursların devlete geçmesine dönük yasa son şeklini almış olmasına rağmen son anda bu karardan devlet vazgeçmiştir. Bunun nedeni Nazlı Ilıcak’a göre 1980 anayasasına “evet” oyu kullanmaları karşılında vazgeçmiş olmalarıdır. Yani cemaat askeri yönetimle anlaşmıştır.
[2] Cemaate göre ise bunu nedeni içerde bir disiplinsizlik görülmediği için vazgeçilmiştir. Cemaatin açıklaması inandırıcı durmamaktadır.
Süleymancılık tam bir geleneksel tarikat mantığı içinde hareket eder. Tasavvuftaki rabıta burada da vardır. Kalbin rabıta ile şeyhe bağlanması ve Allah’ın feyzinin üstad vasıtası ile mürşidin kalbine akması inancı vardır ki bu islam açısından Allah’a aracı koymaktır ki bunun adı şirktir. Süleymancılık genelde teorik yönü yoğun olmayan bir düşünce yapısına sahiptir. Rejimle karşı karşıya gelmekten kaçınmış siyasal bir talebi olmamış geleneksel eğitim metodunu yöntem olarak kabul etmiş bir cemaattir. Siyasi anlamda ufuksuz olduğu kadar, tartışmacılıktan ve üretkenlikten de uzaktır. Vahyi çizgiyi takip etmekten çok Nakşibendilik geleneğini takip etmiştir.
Şimdilerde ise varlık sebeplerini tamamen yitirmiş durumdadırlar. Cemaat, pek çok grup gibi ciddi bir dünyevileşme süreci yaşamaktadır. Bu durumu, müntesiplerinin kişisel refah seviyelerinin yükselişlerinden, yurtların görkemli mekanlar haline gelmesine kadar pek çok yerlerde gözlemleyebiliriz. Kısacası araçsal yapı pek çok şeyde amaçların önüne geçebilmekte ve bunlar rahatça aklileştirilip meşrulaştırılabilmektedir. Modern seküler tavır kendisini siyasal alanda da göstermekte, güncel siyaset, ulusçu söylem gibi konularda hareketin varoluş temasına uygun düşmeyen bir yol izleyebilmektedir. Bu çerçevede mesela, teşkilat zaman zaman milliyetçi çizgiye kaymış, dini cemaat fikrinin yanında Türkçü söylem de varolmuş, Türk’ün üstün seciyeli bir toplum olduğu teması işlenegelmiştir.
NURCULUK:
1878 yılında Bitlis’in Nurs köyünde doğan Said Nursi’den ismini alan nurculuk hareketini iki kategoride inceleyebiliriz: İlki, Cumhuriyet öncesi eski Said ikincisi ise Cumhuriyet sonrası yeni Said olmak üzere. Birinci dönem Said siyasetle iç içe olmuş, 2. Abdulhamit tarafından tımarhaneye kapatılmış doktorun olumlu raporuyla serbest kalmış, İttihat ve Terakki Parti üyesi olarak Abdulhamit’i hal etmek için mücadele etmiş sonrasında da İttihat ve Terakkicilerle ters düşerek Divanı Harb’e verilmiş sonrasında kendini savunarak serbest kalmış bir kişidir. Birinci Dünya savaşında Van-Bitlis hattında Ruslara karşı bir milis alay oluşturan Said Nursi, Bitlis şehrinin düştüğü sırada Ruslara esir düşer ve esir kampından kaçarak Varşova-Sofya üzerinden İstanbul’a gelir. Sonrasında Anadolu’daki hareketi destekleyen tavır içine girer. Mustafa Kemal kendisini Ankara’ya davet eder ve Ankara’daki Cumhuriyetçi kadronun dine karşı bakışını beğenmediğinden 1923’te Van’a doğru yolculuğa çıkar. Böylece ikinci Said dönemi başlamış olur. İkinci Said dönemi Mustafa Kemal’in laik ve ulusal bir toplum yaratma hedefi nedeniyle siyasetten kopuk, eserlerini iman, dini hükümlerin açıklanması, İslami şuur ve kimliğin korunması temaları üzerine şekillenmiştir.
Şeyh Said isyanı patlak verdiğinde kendisine isyanı desteklemesi çağrısında bulunulduysa da kardeş kanı akıtmamak için bunu reddetti. Yine de Cumhuriyet’in gazabından kurtulamadı. Nursi’nin bundan sonraki hayatı kendi ifadeleriyle memleket zindanlarında, mahkemelerde ve sürgünlerde geçti. Yalnızlık ve sürgün hayatı süresince Risalei Nur Külliyatı olarak bilinen eserinin yüzde doksanını telif etmeyi başardı. Risalelerin dağıtılması ve okunması da yasaklandığı için “Nur Postacıları” adıyla meşhur olan talebeleri tarafından ancak gizlice yayıldı. Eserlerin dağıtımı, çoğaltılması ve okutulması başlıca hizmet şekilleri oldu. Nurculuğun kendine has bir hareket olmasını sağlayan özelliği metni yani Risalei Nur Külliyat’ını merkeze alan bir tarz benimsemiş olmasıdır.
Said Nursi islam toplumun en önemli sorunlarından biri olarak gördüğü enaniyet (bencillik, kendini üstün görme) düşüncesini kendisi ziyadesiyle taşıyan biridir. Külliyatı hakkında o kadar enteresan şeyler söyler ki şaşırmamak mümkün değildir. Risalei Nur’un kerameti
[3] vardır, Risalei Nur’a karşı konulamaz,
[4]Risalei Nur Allah tarafından verilmiştir,
[5]Risalei Nur kerametiyle belaları önler.
[6] Ve daha nicelerini saymakla bitiremeyiz. Saidi Nursiye göre “Risalelerden alınan bilgiler, onu yazarken akıtılan mürekkepler, şehitlerin kanından daha üstündür. Risalei Nur’a yapışmak suretiyle Peygamberin yolundan gidenler, şu fesat zamanında yüz şehit sevabından daha çok sevap kazanırlar.”
[7]
Saidi Nursi’nin hareketini değerlendirdiğimizde kitabına yüklediği mucizevi anlamlar, kendini yüceltici tavırlar nedeniyle vahiyden oldukça uzak geleneksel bilgiye yaslanmış ve Ehli Sünnet paradigması içinde hareket eden bir yapı karşımıza çıkar. Kendini meşrulaştırabilmek için rüyasında Peygamberden, Abdulkadir Geylani’den ders aldığını iddia eder. Cumhuriyet döneminin 1946’ya kadar ki olan döneminde katı pozitivist anlayışı nedeniyle yargılanıp sürgünler yaşasa da ondan sonraki süreçlerde yeni rejimin ABD ile yakınlaşması sebebiyle komünizme karşı bir kalkan olarak kullanılmıştır. Siyasetten uzak durmaya gayret eden Said Nursi kendisini ziyaret eden Adnan Menderes’e Tarık Zafer Tunaya’nın ifadesiyle zamanın halifesi olarak taltifte bulunmuş ve taraftarlarınca yeşil sancak açarak Menderes’i karşılamışlardır.
Nurculuk hareketi, Said Nursi’den sonra bir takım kollara ayrılmıştır. Bir kısım nurcular risalelerin yayılması için günlük gazete ve dergi çıkarmayı yöntem olarak benimserken bir kısmı bunun yanlış noktalara kayabileceğini düşünerek itiraz etmişlerdir. Nihayetinde Yeni Asya adıyla günlük gazete çıkarılmaya başlanır. Nurcular, imanın komünizme kayan sol hareketlerin panzehiri olduğu düşüncesiyle Türkiye Komünizmle Mücadele Derneklerinin ya kurucusu olurlar ya da destekçisi. Nurculuk milliyetçi cepheye yaklaşır çoğu zaman. Bu yüzden Kürt nurcular Med Zehra olarak ayrılırlar ve onlar da Saidi Nursi’nin Kürtçülük yanını ön plana çıkarırlar. Bir kısmı MSP ile dirsek teması kurar, bir kısmı AP’ye destek verir. Yeni Asya grubu Demirel’e destek verip darbeler karşı çıkarken, Erzurumlu iki nurcu Mehmet Kırkıncı ile Fethullah Gülen askeri darbeye (1980) desteklerini açıkça ifade ettiler. Darbe sonrası kurulan Anap hükümetine Kırkıncı ve Gülen’in destekleri sonucu cemaat artık iyice ayrıldı ve herkes kendi dergi, vakıf ve medya iletişim araçlarını kurdu.
M. Hakan Yavuz’a göre Risalei Nur hareketinin entelektüel zayıflığının çeşitli nedenleri vardır. En önemlileri: Nurcu entelektüellerin RNK’yı (Risalei Nur Külliyatı) tüm sorulara yanıt veren otoriter bir metin olarak görmeleri diğer düşünce akımlarına karşı mesafeli durmaları sonucunda evrensel tartışmaları yakından izleyememişlerdir. Üreten değil tüketen; yenileyen değil koruyan bir nurcu tiplemesi hâkimdir. Diğer bir neden ise hareketin Türk sağı ile olan ilişkisi sonucu milliyetçi-mukaddesatçı muhafazakâr bir çizgiye kayması ve soru sorma özelliğini kaybetmesidir.
[8]
DEĞERLENDİRME:
Cumhuriyet döneminde değerlendirilebilecek belki birkaç cemaat daha yazılabilirdi. Ne var ki tek parti dönemine tekabül eden kayda değer bir yapılanma Nurculuk ve Süleymancılık dışında bulamıyoruz. Türkiye’de yapılanmalar daha çok 1950 sonrasında göze çarpıyor. Bunun nedenleri arasında o dönemde yükselen sol hareketleri, komünizm tehlikesini görebiliriz. ABD’nin komünizm ideolojisi ile savaşmanın bir taktiği olarak dini ön plana çıkarması Türkiye gibi Batı ve ABD’ye yönünü çevirmiş kukla bir devlet için yeni dönemin başlaması gerektiğini ifade ediyordu. Bir kısım sosyologlara göre merkez-çevre çatışmasında merkez artık çevreyi dikkate almak zorunda kaldı deseler de aslında bu değişen dünya koşullarına göre merkezin kendini garantiye alması için bir refleksi olarak tanımlanmalıdır.
Rejim, laik ve üniter yapısından taviz vermemektedir. Yine ulusçu, Batıcı, laik ve bununla birlikte demokrasiye doğru evrimleşmektedir. Demokrasi halkın değişimi kendisinin yönettiğini zannettiği bir oyundur. ABD için tehlikenin rengi kızıldır. İki kutuplu dünyada ABD’nin düşmanı komünizmdir ve o tehlike ortadan kalkana kadar İslam ve diğer tüm dinler bu savaşta kalkan olarak görev yapacaklardır. Kapitalizmin yanında yer alan devletler de bu savaşta gereken rolü oynayacaklar ve dinsel alanlarda yumuşama ve serbesti getireceklerdir. Artık laiklik jakobence bir tanımdan çok protestan tanımla tanımlanacaktır. Ne zaman ki komünizmle olan savaş kazanılırsa bu sefer yeni düşman İslam olacak ve tehlikenin rengi kızıldan yeşile dönecektir.
KAYNAKLAR
[1]Mustafa Aydın, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İslamcılık, cilt 6, İletişim Yay. Sh. 308
[2] Mustafa Aydın, age. Sh. 313
[3] Saidi Nursi, Mesneviyi Nuriye, sh,6
[4] Saidi Nursi, Sözler Kitabı,sh. 28
[5] Saidi Nursi, Bediüzzaman Cevap Veriyor, Medeniyet Matbaası, Ank. 1960, sh. 123
[6] Saidi Nursi, Emirdağ Lahikası, Nur Mat. Ank. 1959, sh. 26
[7] Saidi Nursi, Nur Meyveleri, sh. 66
[8] M. Hakan Yavuz, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İslamcılık, cilt 6, İletişim yay. sh. 293a