Mahya yayınları David Brewer Eddy’nin 1913’te yazdığı ‘Türkiye İçin Sırada Ne Var?’ (What Next in Turkey) (alt başlığı: Amerikan Teşkilatı’nın Yakın Doğu Çalışmaları) kitabını yayınladı. (Terc. Osman Nuriler, İst. Temmuz-2019, 167 sayfa).
İlk misyoner teşkilatlardan olan ‘Amerikan Teşkilatı’ (American Board) 1810 yılında Amerika’da kurulmuş. Teşkilat kuruluşundan dokuz yıl sonra (1819) İstanbul’da şube açmışsa da, Padişah fermanıyla 1850 yılında ancak yasallık elde etmiş. Türkiye şubesi kısa sürede Türkiye’nin hemen her yerinde örgütlenmesini tamamlamış.
David Brewer Balkan savaşı vesilesiyle, dikkatlerini Osmanlı İmparatorluğunun üzerine yoğunlaştıran Protestan kiliselerinin son doksan yılda ektiği tohumlardan sitayişle söz etmekte. Yazarın, “Tarihî dönüşümler hiçbir zaman tesadüfen gerçekleşmez.” demesi boşuna değil.
David Brewer kitabın ilk elli Sayfasında Balkan savaşlarını anlatıyor, Balkan ülke ve halklarından bahsediyor. Osmanlı hakkındaki önyargısı ve İslam hakkındaki cehaleti satırların her yanından akıyor. İslam ve Türkler hakkında doğru tespitleri de var.
D. B. Eddy’nin anlatımından, misyonerlerin Protestanlık uğrundaki insanüstü gayretlerini, davaya adanmışlıklarını anlıyorsunuz. Yazar, 68 yıllık hizmeti boyunca hiç izin kullanmamış olan misyonerden bahsediyor. Çocuklarını ve torunlarını da davaya katmak için canla başla çalışmışlar. Misyonerlerin her biri, içinde Arapça’nın da bulunduğu birkaç dil bilmektedirler. Aralarında, yirmi dili çalışma yapabilecek kadar, on ikisinde ise ileri düzeyde dil bilenler varmış. Kitabı Mukaddes’i Ermenice, Bulgarca gibi dillere çevirmişler.
Misyonerler 1830’da İstanbul’u misyon faaliyetlerinin merkezi haline getirmişler. Teşkilat’ın genel sekreteri 1829 yılında Türkiye’yi ziyaret etmiş. Bazı misyonerler Ermenistan ve İran’a yaptıkları keşif gezilerine İstanbul’dan başlıyorlarmış. New York’lu iş adamı Christopher Robert, servetini eğitim uğrunda harcamak arzusundadır ve Cyrus Hamlin’le birlikte İstanbul’da Robert Koleji’ni kurarlar. (1863). İstanbul’da ayrıca bir de kız koleji vardır ve Eddy’nin ifadesiyle, Boğaz’da Hristiyan erkek ve kadınlar yetiştirilmektedir. Eğitimin standardını Teşkilat’ın okulları belirlemektedir.
İstanbul’da Sadrazam Mehmet Emin Rauf Paşa’nın tavassutu ile 1 Temmuz 1846’da 37 erkek ve 3 kadın üyesi olan Birinci Evanjelik Kilisesi kurulmuş. 19. yy.ın ortalarına gelindiğinde 11 misyoner istasyonunda 64 misyoner ve onlara yardım eden 30 yerli yardımcı harıl harıl çalışmaktadır. Misyonlar beş farklı ırka ulaşmaktadırlar.
Misyonerler Türkiye’de hitabetten ziyade yeni arkadaşlar edinmeye çok önem vermişler. Kişiler samimiyetin durumuna göre İncil dersine ya da Pazar okuluna başlatılıyorlar. Sonuçta o kilise o eve tohumu ekmiş oluyor. Etkilemek istedikleri insanların eline mutlaka bir İncil tercümesi tutuşturmakta, broşürler, kitaplar, el kitapçıkları bunları takip etmektedir.
1827 yılında (imparatorluğun muhtelif yerlerinde) 13 ücretsiz okul 600 öğrencisiyle faaldir.
Misyoner faaliyetlerinde dikkat çeken önemli bir husus, neredeyse her misyon bölgesinde mutlaka bir hastane yapma çabasıdır. (Tıbbî Misyonerlik). Hastanelerde yüzbinlerce insana sağlık hizmeti sunmuşlar. Mesela Kayseri, Talas’taki hastanede yılda dört bin insan sağlık hizmeti almaktadır.
Amerikan Teşkilatı 93 yılda Türkiye’ye ciddi bir insan ve para kaynağı yatırmış ve Türkiye’yi Teşkilatın en büyük çalışma alanı haline getirmişler. Dört büyük misyonda (Doğu, Orta, Batı Türkiye) 148 adet Protestan kilisesi, 15 binin üzerinde, kazanılmış dindar Hristiyan… Anadolu köylerinden alınıp eğitilen 25 bin kız ve erkek çocuk… İstanbul’daki dört misyon 31 yılda 13 milyon dolar toplamış; İstanbul’da 1908 yılında elde ettikleri basın özgürlüğü neticesinde, bir yılda basılan Kitabı Mukaddes, on milyon sayfayı geçmektedir.
Eddy bilhassa İstanbul, Bursa, Adapazarı, İzmir, Afyon, Konya, Kayseri, Tarsus, Haçin (Saimbeyli), Maraş, Antep, Elazığ, Harput, Sivas, Merzifon, Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Mardin, Urfa gibi şehirlerde açılan okul, kolej, ana okulu, İlahiyat okulu ve hastanelerden övgüyle bahsetmekte, misyonerlerin hizmetlerinden duyduğu memnuniyeti dillendirmektedir. Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya gibi Balkan ülkelerindeki faaliyetler ise hadsiz hesapsız…
Eddy’nin bir değerlendirmesi önemli. Diyor ki, Muhammedîler çan sesinden nefret ediyorlar, haçı putperestlik sayıyorlar. Onun için onlara kilise üzerinden ulaşamıyoruz. Onlara kulüpler ve Hristiyan gençlik dernekleri vasıtasıyla ulaşıyoruz. Atletizm, spor salonları, umuma açık konferanslar v.b. etkinlikleri bu uğurda değerlendirmişler.
Bir Dolar Hikayesi
Amerikan Teşkilatı’nın ‘1 Dolar’ hikayesi ilgi çekici. D, B. Eddy’nin verdiği bilgilere göre, kendi cemaatlerinden bir dolarlık bağışlar toplamaktadırlar. George Washington’ın, Potomac nehrinin bir buçuk kilometreyi bulan yerinden karşı tarafa madeni bir doları fırlatabildiği anlatılırmış. Efsaneleşmiş bu rivayetin özü, ABD’nin kurucu liderlerinin ne kadar güçlü olduklarını propaganda etmek. Yazar diyor ki, Washington’ın bir doları belki uzağa gidiyordu fakat Türkiye’de bir okula ya da hastaneye giden bu bir dolar, çok daha büyük bir yarığı kapatıyordu. Bu öyle bir yarık ki, on üç yüz yıl genişliğinde ve dört haçlı seferi derinliğinde. Bu bir dolar Mesih’in şu sözünün canlı bir örneği olur: Düşmanlarınızı bağışlayın. Bu bir dolar ‘iyi Samiriyeli’ kıssasının hayata geçirilmesi ve iyilik yapma konusunda İsa’nın ayak izlerini takip etmek demektir.
Sahi F. Gülen örgütünün de böyle bir, ‘bir dolar’ hikayesi vardı. Acaba Fetö’nün bir dolarıyla Amerikan Teşkilatı’nın bir doları arasında bir bağlantı var mıdır?…
Eddy kitabı bitirirken, Türkiye’nin siyasal mecali hakkında yaptığı değerlendirme oldukça önemli, şöyle diyor: “[Türkiye’de] Hristiyan tebaaya karşı intikam çağrısı ya da misilleme planı için derman kalmamıştır. İyi bir ders alınmıştır. İslam’a tezat teşkil eden ilerleme, medeniyet, refah gibi Hristiyanlığın getirdiği bütün değerler ya ulusal ülküler olarak kabul edilecek ya da kaos, yıkım ve Türkiye’nin dünya haritasından silinmesi birbirini takip edecektir.”
Ne dersiniz, 1 Dolar hikayesine mi kafa yormalı, yoksa yazarın bu tespitlerine mi?…
Peki, Türkiye için sırada ne var? Ben söyleyeyim: Uyanış, teyakkuz, bilinçlenme, Allah’a yönelme, bugüne kadar olan vurdum duymazlıklarımız ve günahlarımızdan dolayı Allah’a tevbe, zihnimizi vahiyle parlatma, sünneti hayatımıza oturtma, kıyâm ve kulluk. Gerisi, Allah kerim.
Bilmediğimiz bir beldede, bilmediğimiz bir adamın İslam dünyası ve Osmanlı üzerine yazdıklarını duyurdunuz hocam. Bilgi kıymetli bir şey.. Bu bilgileri bizlerle paylaştığın için Allah razı olsun.
Senden de Allah razı olsun Ahmed Rahman