Pentagon’un Suriye’den PYD’yi koruyarak çekilme kararı, sınırda oluşturulacak tampon bölgeye hangi güçlerin konuşlandırılacağı muamması, bir türlü YPG’den temizlenemeyen Münbiç’in akıbeti, Filistin ile İsrail arasında nihai barışı sağlayacağı öne sürülen Yüzyılın Anlaşması’nın neden olduğu gerilim, Türkiye’nin bir türlü İran’a yönelik ablukaya ikna edilememesi… Tüm bunlar Washington-Ankara çözüme kavuşturulamayan ve ileride bol bol üzerinde tartışacağımız anlaşmazlıklardan sadece birkaçı. Listenin uzunluğu yetmezmiş gibi, son 2 senede tarihsellik zeminine indirgenen ikili ilişkiler, bu sefer Türkiye’nin Rusya’dan alacağı S-400 hava savunma sistemi nedeniyle gerildi.
Her şey hafta başında Başkan Donald Trump’ın Türkiye’yi bazı ürünlerin ABD’ye gümrüksüz girişine imkân sağlayan “Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi” programından çıkarmak istediğini açıklamasıyla başladı. ABD Ticaret Temsilciliği (USTR), Trump’ın emriyle alınan karara gerekçe olarak, “Türkiye’nin ekonomik olarak yeterince gelişmiş olmasını” gösterdi. Programdan aforoz edilen ülkeler arasında tıpkı Türkiye gibi Rusya ile S-400 hava savunma sistemi anlaşması yapan Hindistan’ın da yer alması dikkat çekerken, ABD’nin karın ağrısı iki gün sonra anlaşıldı.
Ankara, Washington’ın iki önemli bakanlığından peş peşe üç ayrı S-400 tehdidiyle karşı karşıya kaldı. İlk olarak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Robert Palladino, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerinin teslim alınması durumunda Türkiye’ye yönelik yaptırımların devreye sokulacağını duyurdu. Hemen ardından da ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Charles Summers, S-400’lerin iki ülkenin askeri ilişkileri açısından ağır sonuçları olacağını belirterek, Türkiye’nin üretim ortağı olduğu ve tam 19 parçasını savunma sanayii aracılığıyla ürettiği F-35 savaş uçağı projesinden çıkarılacağı sinyali verdi. EUCOM Komutanı General Curtis Scaparrotti’nin “S-400 füzeleri NATO’nun sistemlerine tehdit oluşturuyor” açıklaması krizi daha da derinleştirdi.
Washington’dan gelen beyanlar, S-400 krizinin hangi temelde değerlendirildiğini gösteriyor. S-400 hava savunma sistemlerinin F-35 savaş uçaklarını yok etmek için üretildiğini savunan ABD, bir NATO ülkesinin Rus silahlarına sahip olmasına karşı çıkıyor gibi görünse de hakikat başka. Zira ne Rus füzelerinin alt segmenti olan S-300’ler henüz Suriye’de Esed rejimi-İsrail karşılaşmasında rüştünü ispatlayabildi ne de Kremlin’den S-300 alan NATO üyesi Yunanistan’a yaptırım uygulandı. Öyleyse sorun ne? ABD Türkiye’den ne istiyor?
Birleşik Devletler, Başkan Trump’ın üyelerine mali katkı baskısı yaptığı NATO’yu yeni küresel çatışmalara hazırlıyor. Washington yönetimi, ekonomik savaşa giriştiği Pekin’i Güney Çin Denizi’nde küçük çaplı sürtüşmelerle hakimiyet mücadelesine davet ederken NATO’yu Asya’da kullanıyor. Ortadoğu’da İran ve bölgedeki vekil milis güçlerini (Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Suriye’de Esed rejimi, Irak’ta Haşdi Şabi) sıkıştırmak adına NATO üyelerinden uluslararası koalisyon oluşturuyor. Aşırı sağın yükselişiyle sarsılan Avrupa’da ise Rus korkusu üzerinden Fransa ve Almanya gibi ülkelerle yeni bir güç birliği yaratmayı hedefliyor. ABD, son dönemde anlaşmazlık konularının arttığı Türkiye’yi de S-400 tehdidi üzerinden yeni NATO’ya davet ediyor.
Elbette Türkiye açısından tehditle çözüme varılması pek mümkün değil. Fakat Brunson krizini ekonomik spekülasyonlarla çözen veya çözdüğüne inanan Trump yönetimi, aşamalı bir şekilde gerilimi yükselteceği bir S-400 krizine hazır. Yaptırım bahsinde Türkiye’nin “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası’ndan (CAATSA)” bahsedilmesi kamu kurumlarının hedef alınacağının işareti. Şüphesiz İdlib’in terör gruplarından arındırılması, Suriye’nin geleceği ve dev enerji anlaşmalarının masada yer alırken Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini S-400’den vazgeçerek riske atması imkânsız. Bu da tarafını seçmeye zorlanan Ankara’nın Moskova-Washington kıskacındaki en büyük imtihanı.
Şarkul Avsat / Şerif Egemen Ahmet