Türkiye’nin gerçek anlamda demokratlaştırılması için kaptan köşkünde ancak AKP gibi bir parti bulunabilirde ve öyle de olmaktadır. Yürürlükteki rejimin adı AKP iktidarına kadar -Menderes ve Özal dönemlerini istisna edersek- ismen ‘demokrasi’ idi. Demokrasi hiç yok değildi. Bir yönetim biçimi ve yaşam tarzı olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi temel hedefti ama kendilerini memleketin asıl sahipleri sanan, türleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıya bazı dinozorlar memleketin ya davulcuya ya da zurnacıya kaçabileceği gerekçesiyle, değişimci kadroları mümkün mertebe iktidar koltuğundan uzak tutmaya çalışmışlardır.
Erdoğan’ın yerinde bir benzetmesiyle, demokrasi saati on yıllarca durdurulmuş ama sonunda devlet aslına rücu etmiştir.
Aslında değişime karşı duranların, dışarıdan önemli destek sağladıkları da göz ardı edilemez; tıpkı şimdi de, değişime destek verdikleri gibi…
Evet, Türkiye’yi bir zamanlar ‘takunyalı’ diye küçümsenen bir akımın (Milli Görüş) tevlid ettiği yeni kuşak (ikinci dalga Milli Görüş) demokratikleştiriyor. Türkiye’deki laik-demokratik rejimin en önemli bir ayağı olan nurculuğun malum hocası yıllardır, demokrasinin bir de metafizik boyutunun eksik olduğunu söyler dururdu. Şayet demokrasi, ebedi hayatı da şümulüne alacak derecede sahasını genişletirse, daha kalıcı ve bütün insanlığa daha bir mutluluk getirici bir kemal noktasına doğru yürüyecektir. (Demokrasi hakka yürüyecek!). Neylersiniz, bu işler böyledir. Bazı şeyler vardır ki, birileri yıllarca söyler durur ama büyük kalabalıklar tarafından pek fark edilmez, görüş alanlarına girmez. Ama bir gün gelir, o söylem kendini fark ettirir.
İşte bu günler, o söylemin ete kemiğe büründüğü günlerdir.
Şimdi, işte demokrasinin o az eksik olan ‘metafizik boyutu’, yeni nesil ehli kıble bir demokrat kadro tarafından ikmal edilmekte, hızla ‘hakka yürüyüşü’ tamamlanmaktadır.
Bir kez daha anlaşıldı ki, demokrasiyi ‘takunyasızlar’ kemale erdiremezler; çünkü onların ‘metafizik boyut’tan katacakları bir ‘koku’ yoktur. Şerikleştirmeyi, hiçbir kutsalları olmayanlar değil, çok kutsalı olanlar daha uygun yapabilirler.
Unutmamak gerekir ki, 2023 ve 2071 gibi on yıllarca demokratik hedefleri ilk defa bu hükümet koymuştur ve yine unutmamak gerekir ki bu demokratik ileri görüşlülüğü de, liberal demokrasiye gerçekten gönül verenlerce takdir edilmiş fakat mesleği profesyonel siyasal muhalefet olan rakipleri katında, hazımsızlıktan başka bir ilgi görmemiştir.
***
Başbakan R. Tayyip Erdoğan Eylül ayının son gününde demokratikleşme paketini açıkladı. BDP’nin bir kadın sözcüsü Başbakan’ın kendisini, Allah’ı ve halkı şahit tutarak, paketin içinin bomboş olduğunu söylese; MHP paketi yorumlamak için dağarcığından ancak buruşmuş bir ‘ihanet’ sözcüğü çıkartmış olsa; CHP genel Başkanı hiçbir derde derman olmayacak kötü bir kopya olduğunu söylese, Milli Gazete “dağ fare doğurdu” dese de, paket bomboş değil. Bu paketin Türkiye’nin demokratikleşmesinde çok önemli bir dönüm noktası olacağı kesindir.
Her sabah, yatağından fırlayıp gelmiş, daha midesine bir lokma ekmek bile girmemiş minik bedenlerin körpe dimağlarına hoparlör köteğiyle zorla tıkıştırılan cahiliye andının kaldırılmasını, “ee, bu da bir şey mi yani!” edasında küçümsemenin tutarlılığı yoktur.
Demokratikleşme paketi, onu sessiz devrim (Yeni Şafak) veya ‘Erdoğan Devrimi’ (Akşam) olarak niteleyenleri haklı çıkartacak ‘açılımlar’ içermektedir. Seçim barajının düşürülme isteği; hazine yardımının daha ‘marjinal’ partilere kadar yayılması; partilerin ilçelerde teşkilatlandırılmasının kolaylaştırılması; partilere eş genel başkan seçme imkanının getirilmesi; partilere üye olmanın kolaylaştırılması; seçimlerde Türkçeden başka dillerle propagandanın serbest kılınması; gösteri ve toplantıların kolaylaştırılması; özel okullarda farklı dillerde eğitim verilmesi; köylerin eski isimlerinin iadesi; Nevşehir üniversitesinin isminin ‘Hacıbektaş’ olarak değiştirilmesi; kurban derisi üzerindeki devlet tekelinin cemaatlere intikal ettirilmesi; TSK, Emniyet ve hakim-savcılar istisna olmak üzere, kamu kuruluşlarında kılık-kıyafetin serbest hale getirilmesi; Süryanilere ait Deyrulumur Manastırı arazisinin, manastır vakfına iade edilmesi; Roman Dil ve Kültür Enstitüsü (Roman açılımı) gibi yenilikler bu cümledendir.
Pakette, andın kaldırılmasıyla birlikte, üçü hariç olmak üzere, kamu kuruluşlarında başörtüsünün serbest bırakılması demokratik cumhuriyetin inşasında devrim niteliğinde bir karardır. Üç kurumun muaf tutulması, mutlaka merhaleci bir mantıkla izah edilecektir.
Paketin çok önemli maddelerinden biri de, nefret suçlarına ait düzenlemelerdir. Belirli suçlar nefret saikiyle işlendiği takdirde, cezalarının artırılması öngörülmektedir. Pakette şöyle denmektedir: “Belirli suçlar, kişinin, dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse, cezası daha da ağırlaşacak.” “Bu sebeple işlenen suçun cezasını da 1 yıldan 3 yıla kadar artırıyoruz.”
‘Yaşam tarzına saygı’, Türk Ceza Kanunu ile güvence altına alınmıştır. Pakette ‘yaşam tarzı’ çok belirgin şekilde ilgi konusu olmuştur. Bu vesileyle, “Paketten Yaşam Tarzı Çıktı” başlığı atan gazete (Radikal, 1 Ekim 2013) isabet etmektedir.
Bekir Bozdağ bu vesileyle “Yaşam tarzlarını, kişilerin kendi hayatlarına ilişkin tercihlerini teminat altına alan çok önemli bir adım attık” demekte; içki içene müdahale edene bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilebileceğini ilave etmektedir. (Star, 1 Ekim 2013).
Bu durumda, paketten yaşam tarzına saygı çıktı yorumu yerini bulmaktadır.
Demokratikleşme paketi ile ne elde edilmiştir? İçki içenle namaz kılan, başı örtülü ile başı açık yan yana, bir arada yaşayacaktır; çok kültürlülük ve çoğulculuk herkes tarafından benimsenecektir. İçki içenle namaz kılana; açık giyinen, hatta kendini teşhir edenle çarşaflı kadın eş oranda hukuk ve toplum nazarında ‘saygı’ görecektir. Çarşafla teşhircilik, Allahın haram kıldığı bir davranış biçimi ile Allahın bir emri eş oranda korunacak, kimse kimseyi yaşam tarzından dolayı ötekileştirmeyecek(!), kimse kimseye hazımsızlık yapamayacaktır.
İşte bir müslümanın, pakete yönelik değerlendirmesi de tam bu noktada olmalıdır.
Liberal demokrat bir toplum kuşkusuz böyle kurulacaktır. Abant toplantılarının hakkıyla hizmet ettiği çoğulcu çaba şimdi meyvesini verir olmuştur. Bunun için Gülay Göktürk AKP’ye şükranlarını sunmakta ve “Emin adımlarla ilerliyoruz” demektedir. (Bugün, 1 Ekim 2013); Fatih Çekirge paketi alkışlamaktadır. (Hürriyet, 1 Ekim 2013). Sizce Göktürk liberal demokrasiden başka bir yere mi ilerlemekte, F. Çekirge demokrasiden başka bir şeyi mi alkışlamaktadır?
Başbakanın referansı, Cumhuriyetin banisi Mustafa Kemal’in devrim niteliğindeki adımlarının, Türkiye’yi ulaştırmayı hedeflediği muasır medeniyetler seviyesiymiş. (www.akparti.org, 30.09.2013). Ayrıca Mustafa Kemal’den, “bir demokrasi şehidi olarak gönüllerimizde silinmez yer edinen” dediği Adnan Menderes’e, “değişim sevdalısı merhum Turgut Özal’dan, bütün bir ömrünü Türkiye’nin özgürleşmesine adamış merhum Erbakan’a kadar”, Türkiye’nin büyümesi, kalkınması, demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için mücadele vermiş herkese minnettarlığını ifade etmektedir.
Sonuç
R. Tayyip Erdoğan, bazı Kürtçü örgütleri, müzmin muhalif ana ve yavru muhalefet partilerini, Alevileri v.b. memnun edememiş olsa da, Cumhuriyet tarihinde önemli bir dönüm noktası olacak bir demokratikleşme adımı atmıştır. Bu adımlardan Müslümanlar olarak kendi hesabımıza zaten bir beklenti / talep içinde olmadığımız için, sitemkar bir dille yaklaşmamız asla söz konusu değildir ve hiç olmayacaktır. Ancak, bu paket ve benzeri atılacak adımların İslam’la, İslam davasıyla herhangi bir alakasının olmadığını belirtmek isterim. Bir kısım İslami kesimlerdeki fikrî erozyon bu paketle bir ivme daha kazanacak, demokrasiye karşı olmakla yanlış yaptığımızı söyleyerek günah çıkartanların sayısında belki artış olacaktır.
Sözün özü, şirk biçim değiştirmekte, belki de o da aslına rücu etmektedir. Aslıhnda sadece şirk değil, kelimenin tam anlamıyla ifsad, fısk ve fücur daha da serpilecektir.
Sanki Tanzimat fermanı yeni yeni maksadına erişmektedir.
Her şeye rağmen unutmamak gerekir ki, bu gibi demokratik açılım adımları, safların netleşmesinde daha bir etkin olmaktadır. Eğer sayısallığı önemsemiyorsak, İslamî okumaların daha bir nitelik kazanacağını söyleyebiliriz.
Ama ben yine de, Mümtaz’er Türköne’ye nazire yaparak, yazıyı ben de bir soruyla bitirmek istiyorum:
Türkiye İslamlaşabilir mi?