Kayseri’de faaliyet gösteren Venhar Kur’an Evi’nin Cumartesi sohbetleri kapsamında yaptığı oturumlar serisinin 28 Mart 2015 tarihli konuşmacısı Sivas’tan Erhan Töreyin idi… Kur’an’ın temel kaynaklardan birisi değil de,TEK DOĞRU kaynak olduğunun altını çizen Töreyin; ” Müslüman dinin pazarlayıcısı değil; Şahididir ! Asıl ayrıcalık; soy sop, mezhep, ırk değil; kişinin Allah’ın vahyi ile tanışmasıdır. “Bilgi(bilmek)” İslam’ın amacı değil; aracıdır. Günümüzde Müslümanlar sahabeden bile daha çok biliyor olabilir; ama yaşayamadığı ortadadır.” şeklinde konuştu.
Töreyin’in dolu dolu gerçekleştirdiği ve çok istifade edileceğini Rabbimiz’den temenni ettiğimiz konuşmasının tam metnini ve videolarını aşağıda bulabilirsiniz…
BİLGİ, BİLİNÇ VE İMAN
Bu konuyu paylaşmamın temel sebebi; dünün kadim bilgileri bu günümüzü nasıl belirlediyse şu an verilmeye çalışılan bilgiler de yarınlarımızı şekillendiriyor.
Her türlü bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu dönemdeyiz doğru bilgiye erişebilmenin zorluğu, önemi ve gerekliliği konusu hayati önem taşıyor.Çünkü,
Doğru bilgi doğru inanca, doğru inançta doğru amele kapı aralar.
Öyle ki teknoloji çağında yaşayan insan için helal ve harama ulaşmak artık parmak ucu kadar yakın. Bilgi çağı diyorlar aslında bilgi çöplüğü çağıdır. Derin bilgisizlik çağıdır.
Hem bu coğrafyada, hem de İslam coğrafyasının her bir köşesinde yaşanan çaresizlik, sefillik, rezillik, sömürü, kan ve gözyaşı var. Müslüman coğrafyalarda insanlar savaş halinde ise fiilen ortadan kaldırılıyor savaş hali yoksa zihnen, ruhen ve ahlaken yok ediliyor.
Soru şu; Biz neden böyleyiz? niçin bu haldeyiz? ümmet olarak nasıl bilgiler yüklendik ve aldığımız bilgiler bizleri nasıl bir inanca sürükledi de sonucunda bu zulümlere, acılara, helaklara gark olduk.
Toplumların helakı Kuran’da anlatılmıştır bir toplumun helakinin harikulade olaylar yaşanarak Allah’ın sünnetullah dışında direkt müdahalesi ile sonuçlanan bir vakıa olması düşünülebilir. Âcizane ben toplumların /Müslüman olduğunu iddia edenler dahil/ İlahi mesajı dikkate almayarak İlahi yasalar gereği içten içe çürümesi sonucu yavaş yavaş yok oluşlarına işaret ettiği kanaatindeyim. Yani; bir toplumun helak olması o toplumun ideallerinin, görüşlerinin, mesajlarının toplamda iddialarının tükenmesi ve ağar ağar kalıcı bir mesaj, gelenek ve medeniyet bırakamadan dağılıp yok olmaları olarakta düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.
Kuran’da anlatılan kavimlerin helak süreçlerine baktığımızda peygamberler eliyle kendilerine ulaştırılan ilahi bilgi müjde ve uyarıları dikkate almayarak atalarının dininde ısrar edenlerin soylarının, mesajlarının, davalarının ve iddialarının nasıl sona erdiğini, ebter olduğunu görüyoruz.
Müjde ezilenlere, uyarı ise her iki kesimedir.
Hz. Peygamber müjdeci ve uyarıcıdır. Müjdeler; Müjde bekleyene, acı, zulüm, sıkıntı, çaresizlik çekenedir. Allah Rasulü ne diyordu ilk muhataplarına Ey insanlar! Köleler ve cariyeler zamanla özgürleşecek ve itibar sahibi olacaksınız. Sizlerle evlenilecek, mirastan pay alacaksınız, sömürülmeyeceksiniz. Kız çocukları öldürülmeyecek, öksüz yetim ötelenmeyecek, yetimlerin hakları korunacak, kimse kimsenin malını haksızlıkla gasp etmeyecek, kadınların evliliklerinde mağduriyetlerine son verilecek. Erkekler artık sizi istedikleri gibi boşayamayacak. Boşasalar bile güvende olacaksınız. Faiz batağından kurtulacaksınız. Üstünlük asabiyette değil takvada olacak.
Uyarı; Zalime, hadsize; Yetimin hakkına dokunma, yoksulu dilenciyi azarlama, kibirlenme, malınla ve çoğunluğunla öğünme, faiz alma, kavminle öğünme, insanların malını kendi malına katma,biriktirme..vs. ilk mesajlar toplumda anında karşılık bulmuştu. Şimdi, Kur’an’ın bu gün topluma verebileceği müjde ve uyarılar neler olabilir hiç düşündük mü?
Konumuza dönersek;
Bilgi, bilinç/inanç ve iman kavramları bir zincirin halkaları gibidir birbirlerinden bağımsız olmakla beraber birbirlerine sıkı sıkıya ilişkili kavramlardır.
Bilgi nedir sorusuna ise; Öğrenme, araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen malumat denildiği gibi, Bir şeyin farkında olmakta denilmiştir. Ya da; insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat denildiği gibi, Zihnin kavradığı temel düşüncedir diyenlerde olmuş.
Şöyle toparlayalım bilgi; insanın öğrenmeye başladığı an itibariyle en yakınlarından başlayarak çevrenin bellettiği iyi-kötü, doğru-yanlış, helal- haram öğretilerinin tümüdür diyebiliriz.
Bu bilgiler kimi zaman sevmenizi, korkmanızı, sakınmanızı kim zamanda nefret etmenizi istemiş.
İnsan doğduğu, büyüdüğü ortama göre şekillenen bir varlıktır. Aileden başlayarak; yakın ilişki kurduğu çevre ve her türlü muhatap olduğu kişiler onun bilgilenmesini sağlayan ilk kaynaklarıdır. İnsana ne kadar erken yaşta müdahale edebilirseniz geleceği üzerinde etkili olursunuz yasası ise bilinen değişmez kuraldır.
Bu gün birçok cenahın gençler üzerinde yoğun biçimde çalışmaları boşa değildir.
Aile ve çevre dini bilginin ilk kaynağıdır ilk yıllarda bireyde sözel bir inanış söz konusudur ailenin ve çevrenin sunduğu dini bilgiyi birey sorgulamaz ve olduğu gibi kabul eder bunun sonucu olarak düşünmeden, şüphelenmeden ve karşı koymadan teslim olur.
Bu süreç içinde dini bilgi akışı devam ederse zamanla bireyde bilincin/inancın oluşmaya başlamasına sebep olacaktır. Bu hal gençlerde daha çabuk fark edilir.
Bu dönemde nasıl bir kişilik oluşmasını istiyorsanız ona göre usül belirlersiniz. Dinleyerek öğrenen cahil, okuyarak öğrenen ise bilge olur.
Bundan sonraki aşama bilginin, muhatabında benimsenmesi ve içselleştirebilme sürecidir ki bu dönem bilginin bilince/inanca dönüşmesi aşamasıdır.
Bilgi üreten dernekler, vakıflar, localar, dergâhlar, okullar, evler insan odaklı bir çalışmanın ürünü olarak iddialarını, davalarını, inançlarını, ideolojilerini yaşatmak için var güçleriyle çalışıyorlar.
Hedefleri; bilinç oluşturulması yani, söylenilene inanılması …
Bilinç; Kişinin çevresine, öteki kişilere, bir bütün olarak yaşadığı dünyasına ilişkin farkındalığının artması, kabullerinin çoğalmasıdır denebilir.
Aile veya çevre siyasi ve ideolojik bir hedefleri var ise kişide verdikleri bilginin bilinmesi, benimsenmesi, içselleştirilmesi ve bilinç/inanç haline gelmesi için yoğun çaba sarf ederler.
Bilmek için zihinsel, inanç haline gelmesi için gel gitlerin yaşandığı kalbi bir sürecin işlemesi gerekir.
Kişinin ilk inançları duyduklarıdır bilginin inanca dönüşmesi için sevilmesi gerekir en önce ise bilgiyi verenlerin sevilmesidir ve sevilen bilgi inanç haline dönüşür. Çünkü sözcükler gerçekler kadar güzeldir öyle ki ilk dönemde alınan bilgi, inanç olarak bazı insanlarda yaşam boyu sorgulanmadan sürer ve ahlak haline gelir.
Bilirsiniz uyumak üzere uzandığınızda yatacağınız yön önemlidir denmişti yüzükoyun yatmak “Allahın sevmediği yatış” şeklidir diye öğrenmiştik illede sağ tarafa yatacaksınız ve ayaklarınızı kırarak vücudunuza çekeceksiniz elinizi yanağınızın altına koyacaksınız vs. gibi.
İsmet Özel’den bir alıntı dinlemiştim demiş ki;
“Biz küçükken “yemek görünce giriş, dövüş görünce sıvış” öğüdünü verirlerdi yemeği yerken bu yemekte başkalarının hakkı var mıdır? sorgulamasını yapmadan otururduk sofraya, yerdik gönül rahatlığıyla yemeğimizi, dövüş görünce siviş öğüdü gereği de kavgayı, mücadeleyi direnişi es geçer sıvıştığımız her meydanda nelerden vaz geçtiğimizin hesabını da yapmazdık”. Der diye aktarmışlardı. Bunlar altın öğütlerdi !!!
Bu arada alınan her bilgi kötüdür demek gayri ahlaki olur. Güzel öğütlerde mutlaka verilmiştir hepimize…
Kişiyi teslim alan koşullar değişmediği sürece vahiyle tanışıp özgürce düşünüp var olandan bağımsız bir bilinç/ inanç oluşturması bu toplumda maalesef mümkün görünmüyor.
Bu hal üzere yaşayan insan süreç içinde sevdiği bilgisini inanca dönüştürecektir. İnancı zamanla amelinede zorunlu olarak yansıtacaktır. Testinin içinde ne varsa dışına da o sızacaktır. Ülke insanını gerçeği maalesef böyle… Bizler hepimiz bu süreçlerden geçtik.
Buradan şuraya gelmek istiyorum insanın çevresinden öğrendiği ilk dini/ideolojik bilgileri kendisi için en kutsal sayması doğal ve beklenilen bir sonuçtur. Bu halden dolayı insan kınanamaz ve suçlanamaz. Irkını, mezhebini kutsayanlar gibi…
Vahiyle tanışıp bilişmek bir ayrıcalıktır lakin bununda farkını da ortaya koymak gerektir.
Kabaca toplumsal yapıyı ikiye ayırıyorum her iki kesimde Kuran merkezli tevhid üzere doğru bilgiden nasipsizdirler. Birincisi mahrumlar ki bu kesim geleneksel hurafeler üzere bir öğreti almıştır imanı bilmeden amele sarılmıştır dini konularla şu veya bu şekilde tanışmış bildiği kadarıyla amel eden kesim, diğeri ise bırakın Kuran merkezli tevhid üzere bir bakış açısı yakalamayı geleneksel bilgiden dahi nasibini alamamış batılı gibi giyinen, batılı gibi düşünen ve batılı gibi yaşayan modernist olan insanlardır bunlarda batılılaşma, çağdaşlaşma sürecinin kurbanları’ dır.
İnsanın bildiği ve inandığı şeyleri koruma, müdafaa hakkı ve itiraz etme kabiliyeti vardır. Değerlerini koruma adına bir refleks sergiliyorsa bu insan bildiği ve inandığı değerleri seviyor ve iman ediyordur.
İman nedir = bilgiyle başlayan, kalpte şekillenen, fiil ve eylemle sonuçlananarak inanç haline gelen zihni bir süreçtir.
Tek başına kalbi bir süreç olmadığı gibi sadece amele endeksli değildir. Bir şeyi doğrulamak ve kalben tasdik etmektir. İman, bildiğiniz ve inandığınız olguya-değerlere güvenmektir. İman, edilen bir şeydir doğası gereği canlıdır ve nihayetinde iman, ameldir.
Amel; Bilmenin ve inanmanın zorunlu koşuludur.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım sadece bilgi ve inanç arasındaki ilişkinin yaşanılan çevreyle doğrudan bir paralellik arz ettiğidir. Görüldüğü üzere bilgi hiçte masum değildir.
Burada şunu da hatırlatmakta fayda var insanın yetiştiği koşulları onun inancını, ahlakını ve hatta karakterini belirleye biliyorsa bu yüzden insanlar ilk önce kınanamaz ve aşağılanamaz. Toplumda yaşanan şirk temelli inançların yoğun bir şekilde taraftar buluyor olmasının suçunu aslında bu alanları boş bırakan Müslümanlarda aramak gerek. İnsanları, inançları yüzünde tekfir etmek değil inançlarının güzelleşmesi için müdahil olunması lazımdır. Eleştirmek en kolay olandır asıl olan kolları sıvayıp sahada rol almaktır. Tayyip Bey üç çocuk dünyaya getirilmesi önerisinde bulunuyor ben her Müslüman’ın bu dünyadan göçüp gitmeden üç insanı şirk batağından çekip çıkarmasının bu dünyaya bırakabileceği en güzel miras olduğunu düşünüyorum.
Büyük hayaller kurabiliriz inancımızın hedefleri içerisinde. Bu hayatta kimileri hayalle yaşıyor kimileride hayallerini… Ben hayali olmayan, yapılabilir bir öneri sundum.
Yeni dönemin eskiden İslami hedefleri olan birçok camiayı oraya buraya savurduğu bir gerçek. Toplum dindarlaştı/muhafazakarlaştı diyorlar gelinen noktada Kemalist ve laik yapının önünü kestiği muhafazakârlar daha görünür hale geldiler. Bu gün dindar nesil isteyen siyasi otoritenin eliyle oluşturulan yeni dönemin dindar tanımı için Başörtülüler çoğaldı tesettürlüler azaldı tabirini kullanıyorum.
Tabi burada hırsızın hiç mi suçu yok diyebiliriz. Ülkedeki yozlaşma sürecini tamamıyle siyasi iktidara yükleyerek Müslümanların kendilerini temize çıkarma gayretleri düşündürücüdür. İslamcı çevrelerin yeni dönemde egemen siyasi yapının oluşturduğu alanlar içinde siyasi, ekonomik ve sosyal statü kazanmaları ve sisteme angaje olmaları ve bunun sonucu eski iddialarından uzaklaşmaları inançlarıyla alakalıdır.
Görülen o ki alınan İlk bilgilerle, oluşturulan o inançla ve o imanla ancak buraya kadarmış.
Toplumsal gerçekliğimiz böyle iken sayıları az bile olsa birileri bu sorarak, irdeleyerek, rahatsız olarak bu karmaşadan sıyrılıp Kuran’la tanışma, vahiyle buluşma ve hikmeti gözetme çabasına hala devam ediyor. Ben bu çabaları ilahi bir lutuf olarak görüyorum.
Tabi bazılarımız Kuran’la buluşuyor da Kuran onlarla buluşuyor mu bu ayrı inceleme konusu.
Müslüman için bilgi nedir?
Bilginin kaynağı tek başına Kuran’dır. Kuran temel kaynaklardan bir kaynak değil doğru bilginin tek kaynağıdır.
Müslüman seçicidir önüne servis edilen her bilgiye itibar etmez son yıllarda batıdan ithal bilgileri/kavramları tüketiyor olmamız düşündürücüdür. Batıya ve batının kavramlarına değerlerine muhtaçmışız havası veriliyor. İbn. Sina diyor ki; Derdin devasızı; iyinin kötüye muhtaç olmasıdır. Müslüman iyiye talip olan, iyi olan, iyi olarak kalabilendir.
Müslüman her bilgiye inanmaz inanamaz. Tevhidi anlayışı temsil ettiğini iddia edenler her bilgiyi alıp kullanamazlar. Bilginin, İslam’ın hakikatlerine uygunluk arz etmesi endişesi her daim var olmalıdır. Müslüman, amaçsız ve hedefsiz okumaz İslami bilginin hedefinde ise ahlak ve adalet temelli insan olma ve yetiştirme vardır.
Müslüman bilgiden korkmaz önemli olan kendinde olanın altını dolduracak yeterlilikte ve her türlü bilgiyi okuyup inceleyebilecek donanımda ve cesarette olabilmesidir.Çünkü; Müslüman sözü dinler ve güzeline uyar. Zümer-39/18
Ümmetin bir dönem okumaya düşkünlüğü vardı okudukça toplumun inancından uzaklaştı okudukça bildi bilmek, imanın koşulu değil aracıydı. Ayetlerdeki hikmetin açığa çıkarılmasıydı asıl olan.Kuran örnek alma kitabı değil ölçü kitabıdır. Kuranı çok okuyor olmak aslında risk almaktır ne kadar biliyorsanız o kadar Allaha karşı sorumluluğunuz artar. Sahabeden fazla bildiğimiz açık.
Rabbimiz Kur’an’ı ve hikmeti indirdiğini beyan eder Kuranı bilmek tek başına insanda inanç oluşturmaz bilmek sadece bilmektir. Hikmet; ayetlerde Allahın muradını arama, anlama ve yaşatma çabasıdır.
Bakara-2/269 “Dileyene hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.”
Peygamberin görevi de kitabın hikmetini öğretmekti 3/164 “….onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.”
Bu gün dünyaya müslümanca bakmak ve müslümanca çözümler üretmek mümkün olamıyorsa Kitabi bilginin azlığından değil bilgimizin kirlenmişliğinden hikmezsizliğimizdendir. Yatıp kalkıp İslami hedefleri olmayan insanlarla-düşüncelerle haşır neşir olursanız düşüncenizin ve zihninizin kıblesi zamanla yok olup gidecektir.
İnsanın bilgiyle ilk imtihanına en güzel örneği yine Kuran’da Araf suresinde buluruz
11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. 12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise topraktan yarattın.”ve itiraz etmiştir.
İlahi doğruları uygulama noktasında itiraz etmek AMA demek iblisleşmektir.
13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”
Vahye duyarsız kalanın Allah indinde bir değeri olamaz.
16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda oturacağım.”
Diğer yolların üzerine değil sadece Tevhid yoluna.
17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
Zaaflarını arayacağım/ Bildiğine inanmışmı.
19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
İnsanın ilk bilgiyle-günahla imtihanı.
20- Şeytan, kendilerinden ‘kendilerine gizli kalan çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” 21- Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti. 22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi….”
Adem ve eşinin ayıp /avret yerlerinin açığa çıkmasından ziyade ayıp ettiklerinin, ayıplarının, günahlarının açığa çıkmasıdır. Şeytan insanın açığını, zaafını arar. Müslüman açığını en aza indirendir.
Yani; Şeytan bilginiz olan şeylerle bile sizi vurabiliyor çünkü bilgi, sağlam bir inanç haline gelmediği sürece sahibine fayda vermez.
İnanç, imana gidişin son kapısıdır. Gerçeği kavramaktır. İkna olmaktır. Allaha güvenmektir.
İnsanın inancı kabulleridir ve teste tabidir. İnanç, İmanı harekete geçirmek için oluşması gerekendir. İnanç ne kadar güçlü ise imanda o kadar verimlidir.
İnancına sınır-kota koyanın imanıda/amelide güdük olur.
İnancı kotolı olanlara en güzel örnek ise yine Kuran’dadır.
Münafikun/1- “Münâfıklar sana geldikleri zaman: “Biz, gerçekten tanıklık ederiz ki, şüphesiz sen, Allah’ın elçisisin” dediler. Allah da bilir ki şüphesiz sen O’nun elçisisin. Ve Allah tanıklık eder ki şüphesiz münâfıklar, kesinlikle yalancılardır.”
Münafıklık yani çok yüzlülük, karakter bunalımı yaşayanlar bir orada bir burada olanlardı. Çok yüzlü bu insanlar kitabı bilirler, Peygamberi tasdik ederler dilleri ile de ikrar getirirler lakin Allah ayette belirttiği üzere siz yalancısınız der. Aslıda münafıklar doğru söylüyorlardır ama Allah onların sözlerine değil özlerine bakarak yalan söylediklerini beyan eder. Münafıklar bilgiyi yüklenmiş, inanmaya başlamış imanın son kapısı olan Allaha güvende tökezlemiş olanlardır.
İmanın koşulu salih amelin özgül ağırlığı vardır. Amelde Salihlik yok ise ağırlığı da olmayacaktır Bunun içindir ki Rabbimiz onlar için tartı dahi koymayacağız buyuruyor. Kehf 103-105 suresinde…
Amelin salih/ıslah edici olması gayret ister,bedel ister. Salih amelin tarifine bakalım;
“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara; Allah’ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa dûçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılır. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”tevbe-9/120
Kur’an “Siz Müslümanlar, insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” Ali İmran /110 buyuruyor. Müslüman kendinin/sorumluluğunun farkında olandır.
M.İkbal diyor ki; “Yol kesenler Kur’an’ı okuyup öğrenince yol gösterici oldular” Yani, vahy eşkıyayı evliya etmiş. İmanı vahy eksenli olanın amelide Salih olur.
Ve Allah kendisine teslim olmuş kuluna şeytana teslim etmez.
Sözlerin en güzeli Allaha aittir.
Erhan Töreyin / Venhar Kur’an Evi
Son 20 dk. muhteşemdi Allah razı olsun.