Tarih, Sinema Dili ve Yavuz
Fotoğrafın ve sinematografın insanların hayatına girmesinden sonra tarih de yeni kaynaklara kavuşmuştur. Kaynak konusunda klasik eğilimlerinden vazgeçmeyen tarihçiler de görselin gücü karşısında eğilmek zorunda kalmışlardır. Günümüzde her türlü görsel malzeme; minyatür, resim, fotoğraf, canlı görüntü, film vs. tarihin kaynakları arasına girmiştir.
Yakın geçmişte üretilen görsel malzemeler, bugün için; bugün üretilenler de yarının tarihini yazmak için kullanılacaklardır. Fakat, güçlü görünmelerine ve inandırıcılıklarına rağmen bu malzemeler her zaman tartışmaya açık olacaklardır. Zira, bir resim veya fotoğraf bile olsa; her birinin bir senaristi vardır. Nitekim naklettikleri güçlü görüntü de o ressamın, fotoğrafı çekenin, hülasa senaristin duygularını, düşüncelerini ve nihayet göstermek istediklerini yansıtır. Büyük bir endüstriye dönüşen film ve sinema dilinin; fatih, işgalci, saldırgan veya yok edici ordulardan çok daha etkili olduğunda kuşku yoktur. Bugün, geçmişlerinde tarih yapıp, tarih yazmayanların duyduğu ıstırabı; gelecekte senaryo yazıp film, dizi çekmeyenler duyacaklardır.
Sözü 17 Kasım’da, Arap dünyasında görücüye çıkan ve art arda dört bölümü gösterilen Ateşin Krallıkları dizisine getirmek istiyorum. Yayımlanmadan önce bu filmin hayli ses getireceğinden söz etmiştim. Nitekim öyle de oldu. Önce Arapça medyada sonra da kısmen Türkçe medyaya taşınarak tartışıldı. Tabii olarak diziyi sevenler ile sevmeyenler, sanatsal değerini tartışanlar ile tarihi gerçeklikle uyumunu araştıranlar ayrı ayrı fikirler beyan etti. Herkes kendi zaviyesinden haklıydı. SA-BAE ortak yapımı, senaristi Mısırlı ve yönetmeni İngiliz olan bir dizinin sadece bir sanat eseri olamayacağı; aksine güncel mesaj içereceği başından belliydi. Ama son yüzyılın siyasi ortaklığının sinema diline nasıl yansıtılacağı da doğrusu merak konusuydu.
Senaryo konusunun, Yavuz Sultan Selim ve Memlükler arasında geçen mücadele ve sonunda Arap topraklarının Osmanlı idaresine geçişi olduğunu hatırlatalım. Bugün Türkiye, SA ve BAE ile Mısır arasındaki ilişkileri bilen, gören herkesin bu film ile nasıl bir mesaj verileceğini tahmin etmesi zor değildir. İlk dört bölümde konuya tam olarak girilmese de asıl hedefin; Osmanlı’nın Arap coğrafyasında bir işgalci olduğunu gösterip, üstü örtük bir mesajla Türkiye’nin bugünkü bölgesel politikalarının da bu amaca hizmet ettiğini anlatmaktır. Hele dizinin Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra servis edilmesi de bu amaca hizmet ettiğinin açık bir göstergesidir.
Ben bu yazıda, kolayca anlaşılabilecek ne bu mesaj ile ne de senaryonun iki Türk/Çerkez devleti arasında (Osmanlı-Memlük) yaşananlardan bu sonucu çıkarma saçmalığıyla ilgilenmiyorum. Asıl meselem, bir kaynak olarak kullanılan sinema dilinin nasıl bir etki ve tehdit oluşturduğudur. Sinema dilinde bir görüntü, bir replik ve kısa bir söz, onlarca cilt kitaptan daha etkilidir. Geniş kitleleri aynı bakışa sürükleme gücü olan bu durum, açıkça düşünmeye, araştırmaya; tarihe ve felsefeye bir meydan okumadır.
Yavuz Sultan Selim bugüne kadar birçok araştırmaya ve edebi esere konu olmuştur. Nitekim dizinin senaristi Süleyman Abdülmalik de bu malzemeleri kullanmıştır. Ama kendi çağını ve şartlarını anlatan kaynakların dilini bugünkü çağa aktarırken; -daha doğrusu sinema dilini kullanırken- bir canavar yaratmıştır. Mısırlı Süleyman Abdülmalik’in olaylar dizisi aslında tarihi kaynaklar ile uyumludur. Türkiye’de Yavuz konusuna en iyi hâkim olan Feridun Emecen’in; İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Selim I” maddesi adeta senaristin ilham kaynağıdır. Madde okunup dizi seyredilirse oradaki kronolojinin ve olaylar dizininin takip edildiği, hayretle görülecektir. Ancak bir farkla; maddede nakledilen Yavuz’un “sert mizacı, kardeşleriyle mücadeleleri ve kolayca kan dökebileceğine” dair söylentiler; sinema dilinde onu sarayda yetişen bir kan dökücüye dönüştürmüştür. Hafsa Sultan’dan başka Aişe adında bir eşinin olduğuna dair zayıf rivayet, maddede bir etki yaratmazken; sinema dili onu merkeze oturtmuştur. Hatta Feridun Hoca’nın, Yavuz’un iki şehzadesinin Trabzon’da öldüğüne dair aktardığı başka bir rivayet de; zayıf karakterli eşten doğan hastalıklı bebeklerin, zayıfa tahammülü olmayan Yavuz tarafından yakılma görüntülerini doğurmuştur.
Anlatının içindeki zayıf taraflar, hatta iftiralar ile bu dizinin yaratacağı etkinin Türkiye, SA, BAE ve Mısır arasındaki ilişkilere yansıması ayrı bir konudur. Diriliş Ertuğrul ve kısmen II. Abdülhamid dizilerine de alternatif olmayı amaçlayan dizi, sanat değeri ve yapımı bakımından eleştirmenler tarafından değerlendirilecektir. Ancak özellikle soğuk savaş yıllarında psikolojik harbin ve propagandanın en büyük aracı olan sinemanın; şimdi, kendi coğrafyamızda, tarihi kaynaklara savaş açması ve onları kolayca etkisiz kılması, tarih-sinema ilişkisinde yeni bir dönemin işaretidir.
Yeni Şafak / Zekeriya Kurşun