Takva programının bu son yazısında farklı bir kavramla, farklı bir açıdan konunun öneminin altını yeniden çizmek istiyoruz.
İnsanın değişik zeka türleri var. En yaygın bilinenleri ‘mantıksal zeka’ (IQ- Intelligence Quotient) ile ‘duygusal zeka’dır (EQ-Emotional Quotient). IQ aklın mantıksal çalışma zekasıdır. Bu zeka beyindeki neokorteks bölümünde yer almaktadır. Fıkıhta reşitliğin ölçüsü olarak bu zekanın gelişmişliği esas alınır. Yani kendi çıkarının farkında olan ve bunu korumasını aklen beceren bir insan reşit sayılır.
[1] Duygusal zeka insani duyguların kavranmasında ve kullanımında(duygularına hakim olma, motivasyon, empati vb.) kendini gösteren zekadır ve beyinde limbik sistemin içinde yer alır. Sağlıklı işleyen duygusal bir hayat olmadan en iyi zeka (IQ) işe yaramaz. Zira her iki sistem, duygusal ve rasyonel, kendi aralarında sürekli ve yüksek derecede kompleks bir ilişki içindedirler. Nitekim insanın beyin yapısında bu çok bariz görülebilmektedir. Limbik sistem ile neokorteks arasında çok sıkı nöronal (beyin hücreleri) bağlantılar mevcut.
Takva zekası (TQ) diye tabir ettiğimiz zeka ise ‘takva açısından çıkarını görebilen’ zekadır. Aklı bu doğrultuda sivriltilmiş olan zekadır. Takva zekası nefsi doğrultusunda işlemeyen, onun kontrolünden kurtulmuş, aldatmalarına kanmayacak kadar uyanık, ruhi ve manevi çıkarını gözetmesini bilen zekadır. Takva ile ilgili meselelerin gerçekten kavranabilmesi ancak böyle (çıkarını bilen) bir zeka ile mümkündür.
1. Takva zekasının oluşumu
Zeka aklın unsurlarındandır. Akıl kendisine ‘yüklenen’ programın mahiyetine göre beyindeki bu unsurları kullanmaktadır. Böylece değişik zeka türleri oluşmaktadır. Takva zekasının oluşumu duyguların bu sürece katılmasıyla mümkündür. Bu zekayı inşa eden duygulardır. Duygular bilişsel bir değerlendirme(tefekkür) sonucu ortaya çıkarlar. Duygular ilgiyi, algıyı ve bilişsel işlem süreçlerini değiştirirler.
Takva zekasının oluşumu için ilk şart nefsin kontrolünden ve aldatmalarından kurtulmuş olmaktır. Tıpkı reşit olanla olmayan bir çocuk arasındaki fark gibi. Reşit çocuğu kandırarak parasını elinden alamazsınız. Ama reşit olmayan bir çocuğun elinden parasını çok kolay alabilirsiniz. Takvada da durum farklı değildir. Bu duruma ‘takvada reşit olma’ da denebilir. İnsanların birçoğu henüz bu açıdan rüşde erememişlerdir. Nefislerinin sürekli aldatmalarına kanabilmekteler, ellerindeki takva parasını sürekli kaptırabilmekte ve fakirleşmektedirler.
Yukarıda da belirtildiği gibi IQ denilen zeka reşit olmaya denk gelirken, EQ sosyal beceriyi, insanlar arası ilişkide isabetli davranış tarzı sergilemeyi ifade eder. TQ ise Allah ile ilişkilerde isabetli davranış tarzı göstermeyi sağlayan zeka türüdür. İlgili duyguların yardımıyla akıl yeniden programlanıp artık bu program doğrultusunda çalışmaya başlayınca takva zekası oluşmuş demektir.
Zekaların en üst ve ileri türü takva zekasıdır. Bilimsel literatürde EQ, artık IQ’nun bir üst aşaması olarak görülmektedir ve bu sayısız deneylerle ispatlanmıştır.
[2] Dolayısıyla sıralama şöyle olmalıdır: IQ-EQ-TQ. İnsan cinsinin hedefi TQ’ya ulaşmak olmalıdır.
a. Takvanın cazibesini fark etmek
Altının değerini bilmeyen bir insanı düşünün. Böyle bir insan için altının cazibesi de olmaz. Takvanın bir değer olduğunu idrak takvayla bağlantılı duyguların(Allah sevgisi, şükür, haşyeti, korkusu) tadına varılmasıyla mümkündür. Tatmayan da bilmediğine göre bilinmeyen bir şeyde yeni bir zeka oluşumu(aklın programlanması) da gerçekleşmez. Takvanın değerinin anlaşılmasına engel olan yegane sebep ise takvanın kişilerin nezdinde alternatifinin(!) olmasıdır. Bu alternatif ‘kulluğu ucuza kapatabilme’ alternatifidir. Ucuza kurtulmak varken zora ilgi göstermek akıl karı değildir. Hangi mantıkla insan böyle bir şeye ilgi duysun? Takvaya mesafeli duran kişilerin ruh halini bu şekilde betimlemek mümkündür.
Elmalılı H. Yazır Tekasür suresinin tefsirinde şu misali verir:
Amel vakti geçtikten sonra olursa, o vakit de hasret ve nedamet olur. Bu hasret şöyle bir misal ile temsil edilir: Bir yolcu kâfilesi karanlık bir yerden geçmişler. Geçerken ayaklarına ilişen birtakım taşlardan zahmet çekmişler. Birçokları sadece o zahmetten bir an önce sıyrılıp çıkmayı düşünerek geçip gitmişler, bazıları da o karanlıkta onlardan biraz alıp ceplerine, torbalarına koymuşlar. Sonra karanlıktan çıktıkları vakit bakmışlar ki o taşlar cevahir (kıymetli taşlar) imiş. O zaman her iki kısım da hasret ve nedametle ah çekmiş. Almış olanlar, “ah niye daha çok almadık” diye gam yemişler. Almayanlar da: “ah niye biz hiç almadık” diye çırpınıp dövünmüşler. İşte kıyamet günü kıyamet ehlinin hali bunun gibi olacaktır. Çalışanlar, “niye daha iyi çalışmadık” diye; çalışmayanlar da, “niye biz çalışmadık” diye üzüleceklerdir.
Bu örnekte karanlıkta yürüyenler bastıkları şeyin değerinin farkında değiller. Farkında olsalar o değer onlara da cazip gelecek, cazibesi olan şey onları kendine doğru çekecek, akılları da o doğrultuda çalışmaya(programlanmaya) başlayacak.
Velhasıl takvanın cazib bir şey olduğunu algılamayan bir insanın bu zekayı oluşturması mümkün değildir.
Takvanın değerini nasıl idrak edebiliriz?
Takva Allah’tan sakınma (ittika) duygusu içinde yaşamaktır. Bu sakınma duygusu emir-yasaklara Allah’ın istediği titizlikte uymayı beraberinde getirmektedir.
Takvanın dinin özü olduğunu kavramak takvanın değerinin anlaşılmasını sağlar. Bu da onun cazibesini artırır. Dinin özünün takva olduğunu idrak etmiş kişinin takva zekası gelişir. Bu idrak bu konuda ikna olmaya bağlı olduğu için takvanın Kuran bütünlüğündeki yerine bakıp bu hakikati görebiliriz.
Dinin (imandan sonra) özü nedir sorusuna en açık cevabı şu ayet vermektedir:
Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.(inne ekremekum indallâhi etkâkum). (49/13)
Bu ayetin haricinde takvanın temelini oluşturan ‘Nefsini tezkiye eden kurtulmuştur’ ayeti(91/9), onlarca ayetin sonunda altı çizilen ‘Akibet muttakilerindir’ hakikati, Kuran’ın kimlere fayda sağlayacağını belirten ‘Kuran muttakiler için bir yol göstericidir (huden lil muttakin)’ ayeti(2/2), Cennetin kimlere hazırlandığını bildiren ‘Muttakiler için hazırlanmış cennetler’ tarzında gelen onlarca ayet, imandan sonra en önemli özelliğin takva olduğunu gösteren ‘Eğer iman eder ve ittika ederseniz sizin için büyük bir ecir vardır’(3/179), ‘Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır.(12/57)’, Eğer o ülkeler halkı iman etselerdi ve ittika etselerdi, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık..(7/96) ayetleri, azık edinme konusunda vurgulanan ‘Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden sakının.’ ayeti(2/197), ahireti takvaya bağlayan ‘Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Muttakiler için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? ‘(6/32) ayeti, takvayı amelleri değerlendirmede ölçüolarak alan ‘Eğer onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tesbit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır (ve en ta’fû akrabu lit takvâ)…'(2/237) ve ‘Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, takvaya daha yakındır.'(İğdilu huve akrabu littakva) (5/8) ayetleri ve benzeri onlarca ayet hep farklı açılardan takvanın dinin özü olduğunu ortaya koymaktadırlar.
Dini yaşayışın merkezinde takvanın yer alması demek, bütün
dini ve dünyevi meşguliyetlerin içinde insanın Allah ile olan
kişisel irtibatını unutmaması, en çok buna önem vermesi anlamına gelmektedir. İnsanın hayatın içinde önem verdiği konular hep değişmektedir. Kafası bir gün bir meseleye odaklanırken, diğer gün başka bir meselededir. Bazen takvaya da yoğunlaşabilir. Bazen başka bir sorunla ilgilenebilir. Böyle olduğu içindir ki, takva bütün bu meselelerin arasında ihmale uğrayabilmektedir. Bunun önüne geçmek için dinin özünü belirlemek gerekir. Bu konuda bir bilinç oluşturmak gerekir. Merkez tespit edildikten sonra diğer önemlileri
[3] bu merkezin etrafında gruplandırabiliriz.
Bu cümleden olarak cephede savaşta olsanız da, akademide ilmi araştırmalarda bulunsanız da, hayır faaliyetleri için yardım toplayıp yurt içi ve yurt dışına çıksanız da, İslami konularda seminerler-dersler verseniz de, insanların yanlış din anlayışlarını düzeltmeye yönelik çalışmalar gerçekleştirseniz de, onları İslam’a davet için tebliğ faaliyetlerinde bulunsanız da merkezinizde hep takvayı bulundurmanız gerekir. Bütün bu sorumlulukların, görevlerin, yani ibadetlerin merkezinde takva yer almalıdır.
Takvanın merkezde olması demek bütün diğer alanlarda aktif olurken bile aklımızın hep Allah’da olması (62/10), kalbimizin Allah sevgisi, korkusu vb. duygularla dolu olması, Rabbimizle ilişkilerdeki günlük görevlerimizi(çokça zikir, namazları huşu içinde kılma, gözü haramdan sakındırma, riya, kibir, haset gibi kalbi hastalıklardan uzak durma vb.) aksatmadan, ihmal etmeden, kalitesini düşürmeden ve sürekli bir gelişim gayreti içinde yerine getirmemiz demektir.
Takvanın dinin özü olduğunu kavramış bir kişi şöyle düşünür: Ben hayatımı takva eksenli yaşamalıyım. Din hayatın bütün alanlarını(fert, toplum, devlet) içine alır. Hangi alanda olursa olsun davranışlarımın merkezinde ‘takva zekası’ belirleyici olmalıdır. İster ilimde, ister eğitimde, ister davette, ister siyasette, ister ekonomide, ister sanatta olsun Allah’ın hoşlanmayacağı hiçbir davranışa prim vermeme hassasiyeti ve Onunla ilişkilerimi sürekli güçlendirme gayesiyle yaşamalıyım.
b. Hayırda yarışma güdüsü takva zekasını geliştirir
Takva (kıskançlığa dayanmayan müsbet bir rekabet duygusu ile) hayırda yarış alanı olarak görülürse takva zekası gelişir. Bir bıçağın bileğlenmesi gibi takva zekası da bu yarış duygusuyla keskinleşir.
Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız (festebikûl hayrât). Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.(2/148)
Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va’detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.(4/95)
Hepsine cenneti vadetmesine rağmen birilerinin büyük fedakarlık gerektirecek bu yükü omuzlamaları sadece ‘sevabı artırma’ düşüncesiyle açıklanamaz. Burada takva zekasının işlediğini görüyoruz. Sahabide bugünkü geleneksel anlayışta olduğu gibi ‘sevap artırma’ düşüncesi yoktu. Takva zekasına sahip olanları itekleyen temel güdü: ‘Allah’tan hakkıyla ittika edin’(3/102) emrine karşı duyarlılık ve ‘Fitne kalkıp din/egemenlik Allah’ın oluncaya kadar savaşın’(8/39) ayetinde bildirilen i’lay-ı kelimetullah mücadelesidir. Onlar buna kilitlenmiş, bu gaye gerçekleşene kadar ellerinden gelen bütün gayreti göstermeyi – nefis terbiyesinden ve zengin bir manevi dünyanın inşasından sonra- takvalı olmalarının en önemli şartlarından birisi saymışlardır.
[1]
Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir rüşdgördünüz mü, hemen onlara mallarını verin…(4/6).
[2] 1011 çocukla yapılmış bir testte, ‘duygusal zekası’ daha güçlü olan çocukların okulda da daha iyi bir başarı elde ettikleri tespit edilmiştir. Bu çocukların ‘mantıksal zekaları’ (IQ) diğer çocuklardan daha üstün değildi. 95 Harvard-öğrencilerinde hayat hikayeleri orta yaşlarına kadar takip edildi. En iyi akademik test sonuçları elde edenler, daha kötü notla bitirenlerden gelir durumu, üreticilik ve statü açısından daha başarılı değillerdi. Fakir ailelerden gelen 450 genç üzerinde de uzun süreli bir araştırmada IQ’nun iş hayatındaki ve diğer alanlardaki başarıyla bir bağlantısının olmadığı tespit edildi. (bkz.: Daniel Golemann: Emotionale Intelligenz, s. 55-56, 128-129).
[3] Dinin diğer alanlarının hepsi kendi açısından önemlidir. İlim önemlidir, eğitim çalışmaları önemlidir, davet vd. bütün aktiviteler de önemlidir. İslami açıdan önemsiz bir faaliyet var mıdır ki? Hepsi için neden çok önemli olduklarına dair argümanlar bulabiliriz. İlmi favorize eden kişi sizi ikna edecek çok önemli deliller ileri sürebilir, maddi cihadı favorize eden kişinin de akli ve nakli delilleri vardır ve ila ahir. Fakat burada bir önemliye yoğunlaşıp diğer önemlileri gözden kaçırma tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Hatta bir önemliye yoğunlaşıp dinin özünü ihmal etme tehlikesi söz konusudur. İşte dinin özünü tespitteki amaç bütün bu önemlilerin arasında
en önemliyi, özü gözden kaçırmamak, bir merkezimizin olduğuna dair bir bilinç oluşturmaktır.Takvaya yoğunlaşıp diğerlerini ihmal etmek ise tanım gereği mümkün değildir. Fakat diğerleri öne alındığında (son on yıllardaki yaşanan tecrübenin de gösterdiği gibi) takva(öz) çok kolay geri plana itilebilmektedir.
Ayrıca Kuran’a göre hepimizin görevi ‘muttaki’ olmaktır. Fakat herkes ‘alim’ olmak zorunda değil, herkes ‘eğitimci’ olmak zorunda değil, herkes ‘lider’ olmak zorunda değil, herkes ‘mücahit’ olmak zorunda değil. Herkes dine hizmet bağlamında ‘kendi görevini’ bulmalı, bu görevin hakkını verirken bile takvayı hep özde tutmalı. Takvalı olmadıktan sonra cephede en büyük ‘komutan’ olsanız ne yazar. Takvalı olmadıktan sonra en büyük ‘devrimci’ olsanız ne yazar. Takvalı olmadıktan sonra en büyük ‘alim’ olsanız ne yazar. Takvalı olmadıktan sonra en büyük ‘hatip’ olsanız ne yazar. Takvalı olmadıktan sonra en çok cemaate/kitleye sahip ‘lider’ olsanız ne yazar. Takvalı olmadıktan sonra bunların hiçbirinin Allah katında bir değeri yoktur.