Bismillahirrahmanirrahim
Şura-12. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur; O, dilediğine bol rızık verir, dilediğine az: çünkü O her şeyi bilendir.
Şura-19. ALLAH kullarına çok lütufkardır: dilediğine rızık verir, çünkü yalnız O güçlüdür, yücedir!
Şura-20. Kim öteki dünyada kazanç elde etmeyi isterse onun kazancında bir artış sağlarız: bu dünyada bir kazanç isteyene ise ondan bir şeyler ver[ebil]iriz fakat böyle biri, öteki dünya[nın nimetlerin]den hiçbir pay alamayacaktır.
Allahın dilediğine bol ve dilediğine az rızık vermesi beni hep düşündürmüştür. İster istemez insan bu ayetlerle karşılaştığında bu taksimdeki adaletin yerini sorgulamaya başlar. İnsanlar arasındaki tefrikanın ve çekişmenin bir sebebi de bu olsa gerek. Rızık gerçeğini sadece maddi bir ölçü olarak dar bir çerçevede değerlendirmemizin ve buna bağlı olarak aramızdaki çekişmenin sebebi yine aynı nakiseye bağlanıyor gibi; Hayatımızı Kur’an’a göre inşa etmediğimiz nakisesine. Kur’an ile ahlaklanmayan bilinç, muhatap olduğu kelimelerle de sorun yaşıyor. Ele aldığı kavramları yerli yerine oturtmada sorun yaşıyor. Bu sorunlar içselleştirildikçe de şuurumuzdaki sapmalar kaçınılmaz oluyor.
Rızkı nasıl anlıyorsak Allahın adalet anlayışına da öyle yaklaşıyoruz.
İmtihan dediğimiz şey genelde kendi yapıp ettiklerimiz sonucu olsa da Allah’ın kulları üzerindeki tasarrufu tüm bunların üstünde ve akılla izah edilemez olduğuna inanıyorum.
”Sizin bilmediğinizi ben bilirim” diyorsa bizim üzerimize düşen de kendi yerimizi bilmektir. Allah bizi, bizden daha iyi tanıyor, içimizdekinin içindekine de hâkimse, o halde bize biçilen elbiseye razı gelip bunun nedenliği ve elbisemizin sebebi hikmeti üzerinde tefekkür etmek boynumuzun borcudur. Başkalarının elbiseleri üzerinden hesap yapmak, başkalarının elbiseleri üzerinen hasetlik etmek ve bununla Allahın adaletini sorgulamak tam anlamıyla küfürdür.
Şura-27. Eğer Allah [bu dünyada] kullarına bol rızık vermiş olsaydı, yeryüzünde küstahça davranırlardı: (31) halbuki O, [rahmetini] gereği kadar dilediğince ihsan etmektedir: çünkü O, kullarının [ihtiyaçlarından] tamamiyle haberdardır ve onları görmektedir.
Bol rızık verilenin ve az rızık verilenin imtihanının aynı ölçüde olduğunun bilincinde olmamız Kuran’i ahlakın bize kazandırmış olduğu bir terbiyedir. Fazla mülke, fazla bilgiye, fazla yeteneğe, artık rızık olarak adlandırabileceğiniz ne varsa bunların fazlaca olması imtihanın da daha çetin olduğunu ve insanın şirazesini nasıl bozduğunu şu ayet bize öğütlüyorsa, o halde daha önce de belirttiğim gibi bu anlam vermekte zorlandığımız taksim karşısında yerimizi bilmemiz ve bize armağan edilen cevherimizle(rızık) hemhal olmamız daha muteber olsa gerektir.
Şahsen, kendi iç dünyamın muhasebesini yaptığımda bol rızkın kendi öz benliğimle Allah’ın bana bahşetmiş olduğu gözüme bir perde indireceği endişesi taşıyorum. İnsan cevherinin keşfine erdikten sonra ondan nasibine düşecek olan rızkın ağırlığını artık düşünmüyor bile. O sadece cevherinden doğan ve doğacak olan hikmetin peşinde ve sürekli o cevherini bilemekle meşgul haldedir. Onun için en büyük rızık budur. Ondan doğacak olan dünyevi rızka da razıdır.
Elbette dünyevi refah her nefsin arzu ettiği bir şeydir. Hayatta kalma uğruna verdiğimiz çaba bu yüzdendir. Buna rağmen rızkı ölçülü istememiz önem arz etmektedir.
Tüm bunların ötesinde, müslüman bilinci ve hassasiyeti taşıyorsak, Dünyevi kazanç peşinde koşmaktan ziyade – yani Allah’ın dünyada kullarına taksim ettiği rızkın üzerinde düşünmeyi bırakarak yahut bu düşüncesizlikten kendimizi sıyırarak – en bereketli ve sonsuz olacak olan Ahiret rızkımızın artışı üzerinde sarf edeceğimiz gayret ve duası üzerinde bilinç sahibi olmamız Allah’ın bizden muradıdır şüphesiz.
Şura-23. Allah onu iman edip doğru ve yararlı işler yapan kullarına bir müjde olarak vermektedir. De ki, [ey Muhammed]: “Bu [mesaj] karşılığında sizden yol arkadaşlarınızı sevmenizden (29) başka bir şey beklemiyorum”. Kim güzel bir iş yap[ma erdemine ulaşır]sa ona daha büyük güzellikler bağışlarız: ve gerçek şu ki Allah, çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verendir.
Bizlerin içinde bocaladığımız bu çekişme ve tefrikalardan kurtulmamıza vesile olacak olan bu anahtarın, birbirimizi sevmek ve bu sevgiyi artırmaktan geçtiğini salık veriyor Kur’an. ”Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız” şeklinde bizi öğütlerken Peygamber efendimiz, sanırım bunun önemini vurgulamaktaydı. Birbirimizi sevdikçe aramızdaki önyargıların kırıldığını ve önyargıların kırılmasıyla birbirimizi daha iyi anlayabildiğimizi ve bu sayede muhabbetimizin arttığını ve giderek aramızdaki bağın kuvvetlendiğini sanırım hepimiz hayatımızda bir şekilde müşahede etmişizdir. Birbirimizi sevmekle birbirimizi anladığımız gibi birbirimize olan anlayışımız da kuvvet kazanmakta, üzerimizde taşıdığımız hakikatten sevdiğimiz de nasibini aldığı gibi üzerimizdeki günahların keşfine de sevdiğimizin doğruları sayesine ulaşabilmekteyiz. Tevbemizin ve şükrümüzün dostumuzun vesilesiyle olması kadar büyük bir bahtiyarlık var mıdır?
Şura-25. ve O’dur kullarının tevbelerini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptığınız her şeyi bilen,
Şura-26. inanıp doğru ve yararlı işler yapanların dileklerini kabul eden; ve [O’dur öteki dünyada] lütfuyla onlara [hak ettiklerinden] fazlasını verecek olan. Hakikati inkar edenleri [yalnızca] çetin bir azap beklemektedir.
Bu süreçte insan olmamız hasebiyle üzerimizde birikmiş olan tüm kir ve pası silkelememiz (tevbe) ve bu bilinçle gayretimizin karşılığında Allah’ın üzerimizdeki tasarrufu gönlümüzün hoşnutluğuna ilaç değil midir?
Şura-28. O, [insanlar] bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve [bu suretle] rahmetini sergileyendir: (32) çünkü [insanların] koruyucusu yalnız O’dur, hamd O’na mahsustur.
“Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır. Soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. Açlığın, hastalığın, korkunun saldırılarını savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir.” (İsmet Özel)
Tüm bu hayat serüvenimizde başımıza gelmiş ve gelecek olan musibetler karşısında yol alırken bunlara karşı dayanma gücünü nerden alacağımız belli değil midir? Ümidimiz ve sabrımızın tükendiği durumlarda Allah’ın yağmurundan (Rahmetinden) başka sığınağımız var mıdır?
Şura-36. [UNUTMAYIN Kİ,] size ne verildiyse bu dünya hayatından [geçici] bir zevk almanız içindir. Allah katında olan ise daha iyi ve daha kalıcıdır. [Bu ödül,] iman eden ve Rablerine güvenenler [içindir];
Şura-37. bağışlanmaz günahlardan ve hayasızlıktan kaçınanlar ve öfke bastığında da kolayca affedenler [için];
38. Rablerinin [çağrısına] karşılık verenler ve namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar [için]; ve [bütün ortak meselelerini] aralarında danışma ile karara bağlayanlar [için]; (38) ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden başkalarına harcayanlar (39) [için];
Şura-39. ve bir zorbalık ile karşılaştıkları zaman kendilerini savunanlar [için].