1. Durum değerlendirmesi
Kuran’ı, İslam anlayışının merkezine koyan insanlar ibadetlerine sadece fıkıh penceresinden(farz mı değil mi noktasından) bakamazlar. Çünkü Kuran’ın farzların dışında teşvik ettiği ameller de bulunmaktadır. Bu teşvikleri önemsemek Kuran’ın önemsediklerini önemsemek anlamına gelir. Bu yüzden bizim nafile ibadetlere yaklaşımımız (realiteye bakıldığında) Kuran’ın esprisine uygun değildir.
Kuran nafile ibadeti önemsemesine rağmen biz önemsemiyorsak bu durumda Kuran’la ilişkimizin samimiyetini ve sahiciliğini sorgulamamız gerekir. Kuran’la ilişkimiz salt ilmi, fikri, itikadi açıdan güçlü ve fakat ibadetler ve ahlak konularının pratiğe aktarımı konusunda zayıf ise kimse böyle bir tabloyu inandırıcı bulmaz. İnandırıcı olalım diye nafile kılalım demiyoruz. Fakat nafile ibadetin kendi içinde bir esprisi vardır, bunu yakalamaktan bahsediyoruz.
Dolayısıyla Kuran İslam’ı
[1] müntesiplerinden beklenen Kuran’ın
değerlerini bir bütün olarak(farz-nafile demeden) önemsemeleri, kendi nefislerinde tatbik ettikten sonra yaygınlaşması için çalışmalarıdır.
Kuran davetçileri Kuran’a gelenekçilerden yaşantı, ahlak ve takva itibariyle daha fazla bağlı olmalıdırlar. İnsanların kişileri değerlendirmede ilk ölçüsü bu kriterler olduğundan Kuran İslam’ını savunanları da toplum önce bu açıdan değerlendirmektedir. Bu noktada zaaf görülünce en güzel Kuran davetçisi olsanız bile, tesiriniz olmaz.
2. Takvanın ölçüsü açısından nafileler
Takvanın asgari ölçüsü emir-yasaklara titizlikle uymaktır. Azami takva ise ‘ Allah bunu da yapmamı ister’ dediğimiz işlerden yapabildiğimiz kadarını yapmakla elde edilir. Bunun içine en başta nafileler girmektedir. Nafileleri hiç kılmayan bir kişi takvalı değildir demek, takvayı anlamamak olur. Bu nedenle nafileleri kılan otomatik olarak kılmayandan daha muttakidir denilemez. Öyle muttakiler vardır ki, yüzlerce nafile kılandan daha üstündürler. Bunun sebebi ise farz ve haramlara uyma konusunda daha titiz olmalarıdır. Dolayısıyla takvanın asli ve ilk kriter budur. Nafile kılanlar ise farz/haramlarda aynı titizliği ve ihlası gösterme şartıyla daha üstün bir konuma gelirler. Nafileleri (huşu içinde) kılan takva konusunda bunu yapmayandan daha avantajlı bir durumdadır. Daha hızlı mertebeleri kat eder. Kendini haramlardan daha kolay ve daha titizlikle korur. Zira artı bir bilince sahip olur. Her nafile namaz takvaya ayrı bir değer katmaktadır. ‘Artı bilinç’ uygulamada hissedilen bir bilinçtir, dolayısıyla tecrübeyle sabittir.
3. Nafileleri kim kılmak istemiyor? Ben mi nefis mi?
Bu soruyu cevaplarken takva programının temel kavramlarından olan Ben-Nefis ayrımından yola çıkarak tespitte bulunmaya çalışalım:
İslami kişiliğimize/benliğimize örneğin gece namazı kılmak ister misin diye sorulsa nasıl cevap verirdik? Hiç kuşkusuz hepimiz Kuranî bilincimizle bu soruya ‘evet’ derdik.
O halde neden kılmıyoruz? Sebebi: Nefis! Nefsimiz istemediği için gece namazı kılmıyoruz. ‘Biz’/İslami Ben ise istiyoruz aslında?! Peki ‘ben’ istiyorsam neden o kararı veremiyorum?
Burada üç tane ürpertici gerçek ortaya çıkmaktadır:
1. Çok önemli Kuranî bir konuda nefsin istek ve arzusu belirleyici oluyor.
2. Bu hal hiç sorgulanmadan kabul edilmektedir. Nefis burada çok konforlu bir pozisyon işgal etmiş, sorgulanamaz bir pozisyonda durmaktadır.
3. Normalde şu aşamada olmamız gerekirdi. Ben neden nefsime bu konuda sözümü geçiremiyorum? Yani kendi açımdan kılmaya karar vermişim ve nefsimle mücadele içerisindeyim ve fakat henüz başarılı olamamışım. İşte bu aşamada olmalıydım. Fakat tablo tamamen farklı: Ben temennimi söze, karara bile dönüştürmemişim ki, ‘neden sözüm geçmiyor’ diyebilecek durumda olayım. Bu mesele hiç gündemimde bile yok.
[2] Eğer öyleyse o zaman başlıktaki soruya (nefisle birlikte) ‘Ben’ cevabını vermek zorundayız.
Zincirleme sorularımıza devam ettiğimizde bunun da sebebinin nefsin güçlü ikna kabiliyetinde (yoksa bizim kolay ikna olma özelliğimizde mi?) yattığını görürüz. Fıkhî bir argümanın kullanılmasıyla ne kadar da çabuk ikna olabiliyoruz. Bu durum bir yönüyle takvayı veya takvada yükselme hedefini önemsemediğimizin de göstergesidir. Zira bu değeri önemsemiş olsaydık bu tür argümanlarla ikna olmazdık. Biz hep ‘farz mı değil mi’ kriteriyle hareket ediyoruz. Bizi nafile namazların bize takvada kazandıracağı seviye ilgilendirmiyor veya bunun bilincinde değiliz.
Önemsemiş olsaydık bu argümana karşı bir argümanla itiraz edebilirdik. Bu zor değildi. Örneğin ‘Hayır! Nafileler farz olmasa bile benim manevi gelişimimde itici bir güçtürler. Benim hedeflerim bulunmaktadır. Bu hedeflere ulaşmada bu ibadetler elverişli vasıtalardır. Ben bunlardan kendimi nasıl mahrum ederim?’. Tıpkı üniversiteye girip bir hedefe ulaşmak isteyenlerin mecbur olmadıkları halde gönüllü olarak o hedefe kendilerini ulaştıracak vasıtalara sarılmaları gibi biz de takva üniversitesinden mezun olmak veya o üniversiteye girebilmek için gerekli olan fedakarlıkları hedef uğruna gönüllü olarakyerine getirebilmeliydik. Üniversitelerde ‘farz’ olan ders kitabına destek ve takviye olarak ek kitaplar(nafile) temin ettiğimiz gibi, bizi manevi açıdan yükseltecek, daha donanımlı hale getirecek gönüllü ibadetleri de yerine getirmeliydik.
Üniversite misalinde bütün o gönüllü amelleri/fedakarlıkları mümkün kılan faktör hedefe biçilen değerdir. Dolayısıyla sormamız gereken esas soru şudur: Biz takva hedefine ne kadar değer biçiyoruz?
Burada bizden habersiz(gaflet) gerçekleşen hadise şudur: Nefis dizginleri eline almış tek tek amelleri yıkıyor ve bunu ‘farz değil’ deliliyle yapmaktadır. Biz farkında değiliz, burada davulun bizim boynumuzda tokmağın nefsin elinde olduğunun. O halde bu gidişata dur demek gerekir. Bu gerekir hükmü farziyet ifade etmiyor elbette, sadece şu düşünceye dayanmaktadır: ‘Manevi açıdan benim faydama olan bir vasıtadan sırf nefsimin tembelliğinden dolayı uzak durmak akıllılık olabilir mi?’
Bu bağlamda Rabbimizin katında bizim ‘nasıl algılandığımız’ ile ilgili şu soru da çok önemlidir: Allah bizim nafileleri sırf nefsimizin hevasından dolayı kılmadığımızı ve bizim de buna onay verdiğimizi görmüyor mu?
Dolayısıyla bu namazları bizi ikna ederek terk ettiren nefsimizdir.(Bu durum çoğu kararlarımızı bizim verdiğimiz düşüncesinin bir vehim olduğuna dair görüşümüzü ispatlayan bir örnektir) Netice olarak nafileleri terketmekle insan günah işlememekte, fakat bir dinamikten kendimizi mahrum bırakmaktayız. Bu da ‘kendi faydasını gözeten bir varlık olan insan’ için çelişkili bir durumdur ve dolayısıyla ‘hayırlı’ bir sonuç değildir.
4. Nafileler neden kılınmalıdır?
a. Allah ‘istediği’[3] için kılmalıyız
Nafileleri kılma konusunda motivasyonumuzun birinci kaynağı şu soruda kendini açığa vurmaktadır:
Allah benim sünnet namazlarını ve gece namazını kılmamı ister mi istemez mi? Eğer cevap müspet ise bu ‘isteğin’ benim için(öznel olarak) ‘farz’ hükmünde olması gerekmez mi? Cemaatlerde ‘başkanın ricası emir telakki edilmelidir’ disiplini haklı olarak öğretilirken, aynı mantığın Allah ile olan ilişkilerde de işletilmesi evleviyetle gerekmez midir? Elbette burada Allah’ın istemesi ile Allah’ın emretmesini ayırmamız gerekmektedir. Fakat bununla birlikte Allah kuluna sadece emirler açısından yaklaşır, onun dışında hiçbir davranışına bakmaz dersek meselenin hakkını vermemiş oluruz. Allah kulunu değerlendirirken O’nun gönüllü olarak ibadet edip etmediğine de bakmaktadır. Kendi nezdinde kullarını derecelendirirken bunun da ciddi bir faktör olabileceğini aklen ve mantıken söylemek hiçte zorlama bir yorum olmaz. Nitekim Kuran’ın üstün fedakarlıklarda bulunan müminleri övmesinden biz bunu çıkarabiliyoruz. İsar’ın
[4](başkalarını tercih) emredilmediği halde övülmesi gibi. Gece namazı emredilmediği halde övülmektedir.
[5] Demek ki,
Rabbimiz bizi farzların ötesine taşımak ‘istemektedir’. Bu nedenle Kuran, bizim İslam’a sadece fıkıh penceresinden değil takva penceresinden de bakmamızı istemektedir. Demek ki bu ayetlerin müminlerin içinde direk hitap ettiği bir kesim
[6] bulunmaktadır. İşte bu kesim toplumu değiştirecek olan kesimdir.
Şu sorularla kendimizi bu konuda ikna edebiliriz: Allah gönüllü ibadet etmeyi teşvik ederken ortaya mı konuşuyor? Bu sözlerin muhatabı kimdir? Ben, sen, o değil miyiz teşvikin muhatabı? O halde neden üzerimize almıyoruz? Allah’ın teşvikinin vicdanımızdaki değeri nedir? Velhasıl Allah kulunun gönüllü olarak kendisi için namaz kılmasını ister ve bundan özel olarak hoşnut olur.
b. Allah ‘hak ettiği’ için kılmalıyız
Allah o kadar yüce bir varlıktır ki, onun için günde 100 rekat nafile kılsak hakkını veremeyiz. Buna rağmen biz kulluk rehberimizi (a.s.) örnek alarak günde 10-20 rekat ilave edemiyorsak, etmeye üşeniyorsak Allah’ın neyi hak ettiği konusunda bilinçsiziz demektir. Allah’ı (itikatta değil, amelde) hakkıyla takdir edemiyoruz demektir. Bu bilinç kainattaki ayetler tefekkür edilince ortaya çıkan bir bilinçtir. Kainatta cereyan eden, insanı hayranlık içinde bırakan, gözlerini faltaşı gibi açan o muhteşem hadiselerdir ki, insana bu bilinci aşılamaktadır.
Sevgi, şükür bir tarafa ‘sırf hak ediyor’ bilinci bile insanı nafile kılmaya yetecek bir motivasyon verir. Fakat bunun için önce o Yüceliğin belli bir düzeyde idrak edilmesi gerekmektedir. Bu yüceliği idrak edince nafilelerin kılınması kişinin vicdanındakendini dayatan bir uygulama olmaktadır.
Düşünün siz yıllardır insanları Kuran’a çağıracaksınız ve ömrünüzü hiç nafile kılmadan tamamlayacaksınız. Bu durumda ‘Allah’ı hakkıyla takdir edemediler'(39/67) ayeti
[7] sizin için de geçerli olmaz mı ve Rabbimiz adeta şöyle demez mi: ‘Benim ne kadar yüce, sevgiye layık bir varlık olduğumu takdir edemediler. Etseydiler her gece kalkıp namaz kılarlardı. Bir gece bile olsa benim için kalkıp namaz kılmadılar.’
Ve yine şöyle demez mi: ‘Kendilerine akıl verdiğim halde, onlardan ideal olanı beklediğimi gördükleri halde sırf benim rızamı gözeterek yine de bunu yapmadılar.’ Bu hususları vicdanımızda değerlendirelim. Buradaki aktardıklarımızı ahirette bunun hesabı sorulacak anlamında söylemiyoruz, Allah’ın bize bakışına verdiğimiz değerden dolayı bu üslubu kullanıyoruz. Allah bize merhametiyle muamele etse bile, Rabbimizin bize bu şekilde bakmasını ister misiniz? O’nun daha fazla hoşnut olmasını önemsememiz gerekmez midir? O daha fazla razı edilmeyi hak etmiyor mu?
c. Allah ‘sevgisinden’ dolayı kılmalıyız
Gönüllü ibadetler Allah’a sevgimizi ifade etmenin en inandırıcı ve en güçlü biçimidir. Zira nefis açısından en zor ibadet olan namazı siz sırf sevginizden dolayı yerine getiriyorsanız, Allah size emretmediği halde bunu yapıyorsanız, bunun Allah katında nasıl değerlendirildiğini tasavvur etmeye çalışın. O tasavvur ile ilgili bizde oluşacak olan düşünce bizim nafilelere başlamamıza aslında yeterli bir sebeptir. Allah böyle bir fedakarlığı kendi nezdinde asla karşılıksız bırakmaz, kulunu değerlendirme kriterlerinin arasında sayar. Böylece O’nu belki en çok hoşnut edecek amellerden birisini işlemiş oluruz.
[8]Allah katında böyle bir ibadetin ne anlama geldiğini insanlar bilseydiler koşa koşa nafile ibadetler yaparlardı. Mesele sadece 2-4 rekat daha fazla namaz kılıp sevabımızı artırmak hesabı değildir. Nafile namaz sevap için kılınmaz. Mesele sevgimizi ispatlama meselesidir. Biz bunun için insanları gönüllü ibadetlere davet ediyoruz, takvamızı bu ibadetlerle artırabileceğimizi söylemeye çalışıyoruz. Bu da elbette içten gelen bir duyguyla icra edilebilir. Gönüllü ibadet adı üstünde gönülden gelerek yapılmalıdır. Gönüllü yapılması bahsettiğimiz bilince bağlıdır. Bu bilince eren kişi nafileleri kendiliğinden yerine getirir.
d. Allah’a ‘daha fazla yaklaşmak’ için kılmalıyız
Kuran’da Allah’a yaklaşmanın yolu olarak ‘secde’/namaz ibadeti gösterilmektedir: ‘Secde et ve yaklaş'(96/19). Mantıkî hesapla yola çıktığımızda, ne kadar çok secde yaparsak o kadar çok yaklaşırız sonucuna varırız. O halde nafilelerle kişi gerçekten Allah’a daha fazla yaklaşır. Bu durumda şu soru akla gelmektedir: Allah’a daha fazla yaklaşma gibi bir hedefimiz var mıdır? Kim yoktur diyebilir? Yine insan elbette farzlarla da Allah’a yaklaşmaktadır ve önce bunları hakkıyla yerine getirmelidir. Fakat farzlarla neden yetinelim? Niye bir yerde duralım? Dolayısıyla huşu içinde kılma şartıyla nafileler insanı Allah’a daha fazla yaklaştırır.
e. Allah’a ‘şükretmek’ için kılmalıyız
Peygamberimizin uzun uzun gece namazı kılması ile ilgili söylediği söz bizim için de geçerlidir. Neden bu kadar çok nafile namaz kıldığı kendisine sorulunca ‘Şükreden bir kul olmıyayım mı?‘ cevabını veriyordu. Biz de şükretmek için nafileler kılamaz mıyız? Rabbimizden bu kadar sayısız nimet, lütuf, iyilik gördükten sonra ‘Bu da bizden olsun Ya Rab’ diyerek farzların üstüne bir şey koymayacak mıyız?
f. Peygamberimizi ‘örnek aldığımızdan’ kılmalıyız
Allah’ın elçisinde ‘güzel örnek vardır’ hükmünün içinde Peygamberimizin (a.) kıldığı nafile ibadetler de dahil değil midir? Zira örneklik doğrudan ‘kulluk’ ifade eden her konuyu kapsamı içine alır. Dolayısıyla nafile kılıp kılmamayı örneğimize bakarak karara bağlamamız gerekmez mi?
g. Topluma ‘örnek olmak için’ kılmalıyız
Bir rivayette, bedevi birisi Peygamberimize gelip mükellefiyetlerini sorduğunda Peygamberimiz ona birkaç farzdan bahsedince, ‘bunlardan daha fazlasını yapmam’ diyerek oradan ayrılır. Kuran öncülüğü yapan insanların ibadet aşklarının bir yönüyle bu örnektekine benzemesi ne kadar düşündürücüdür. Öncülük yapanların ibadet ‘aşkları’ çok daha güçlü olmalıdır. Aksi takdirde topluma nasıl örneklik teşkil edebileceğiz?
5. Nafileler sevap düşüncesiyle kılınmamalıdır
Eğer sevap hesabıyla nafilelere yaklaşılırsa insanda şu mantık oluşur: ‘Sevapları ben başka türlü de çoğaltırım, illa bu kadar yorucu bir işe tevessüle ihtiyacım yok’. Halbuki mesele sevap için nafile kılma değildir, bu niyetle kılanlar olabilir, makbuldür, fakat bizim savunduğumuz görüş bu değildir.
Bakışımız şöyle olmalıdır: Sevap için değil, sevgimizden dolayı kılmalıyız. Eğer böyle bakmazsak o zaman şu soruyu cevaplandıramayız: Resul (a.) de mi sevap için nafileler kıldı? Sevabını artırmak gibi bir niyeti olamayacağı için başka bir şey için kılmıştır. İşte o başka sebepler bizim örnek almamız gereken sebeplerdir. Burada nefiste oluşabilecek olan şöyle bir kuruntuya da değinmek gerekir. İslami faaliyetlerde aktif olan bir kişi bu yüzden nafile kılmayı gerekli görmeyebilir, çünkü zaten bir sürü fedakarlık yapmaktadır. Oysa burada yanlış bir şekilde nafilenin hikmeti sevap artırımı olarak düşünülmektedir. Nafileler sevap artırmak için değil takvamızı artırmak için kılınmalıdır. Toplum içinde İslam’ı temsil edip onu tebliğ eden insanların nafile ibadetlere aslında herkesten daha fazla ihtiyaçları bulunmaktadır. Müzzemmil suresi bu ihtiyacı sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde ortaya koymaktadır:
Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt. Veya üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçek şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız. Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.(73/2-7)
Nafile ibadetler azık gibidirler, motivasyon aşılarlar, ruhen kişiyi daha güçlü kılarlar. Yine sadece fikren değil ruhen de kendimizden emin bir duruş sergileyebilmek için bu tür gönüllü ibadetlerle kendimizi donatmalıyız. Nitekim Peygamberin ve sahabenin uygulaması da bunu göstermektedir. Onlar bizden çok daha fazla koşturdukları halde nafileleri yine de bırakmamışlardır. Demek ki, bir ‘fayda’ gördükleri için devam ettiler. Mecbur olmadığı halde bir insan birşey yapıyorsa kendine göre bir faydası olduğu için yapıyordur. Onlara faydalı olan (Peygamber ve sahabe faydasız işlerle uğraşmayacaklarına göre) bize de faydalı olacaktır. Dolayısıyla bu yaklaşım yanlış bir hareket noktasına dayanmaktadır.
6. Nafileler ihlasla kılınmalıdır
İhlasımızı muhafaza etmek için sünnet namazları ASLA topluma/geleneğe uyum gösterme kompleksi/duygusuna kapılarak kılınmamalıdır.
Gönüllü ibadetler toplumun, geleneğin baskısından dolayı değil, içten benimseyerek, yukarıdaki argümanların içselleştirilmesi sonucu hangi sebeple kılınması gerektiği his düzeyinde kavranmış bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Eğer böyle yapılırsa geleneksel olarak sünnet namazlarını kılanlardan daha bilinçli bir şekilde kılmış oluruz.
Sonuç olarak kişilerin, toplumun, geleneğin ne dediğini hiç umursamadan sadece ve sadece Allah’ı sevdiğimiz ve O’na şükrümüzü daha iyi ifade edebilmek için nafileleri kılmalıyız. Kuran İslam’ı müntesipleri bu konuda herkesten daha samimi, daha gayretli ve kendilerinden daha emin bir şekilde hareket etmelidirler. Takva konusunda da temsiliyeti ele geçirmeleri gerekmektedir, sadece fikri ve ilmi konularda değil.
Uygulama kararları:
1. Sünnet namazlarını kılmıyorsak kılmaya başlamak, kılıyorsak yukarıdaki anlatılan bilinçle daha bilinçli kılmaya devam etmek.
2. Gece namazını kılmayı gündeme almak. İlk önce ayda, haftada bir kere kılmaya çalışmak. Nefsi bu ibadete alıştırmak. Durum ve vakit olarak müsaitsek(işe çok erken kalkıp gitme vb. zorluklarımız yoksa) aşamalı bir şekilde gece namazını düzenli kılma hedefine doğru ilerlemek.
3. Nefsi alıştırmak için Nefis Bilinci 4 yazısındaki ‘Duygusal beyin olmadan hiçbir şey olmaz’ alt başlığındaki bilgilere dayanarak gece namazı hedefini tatlı hale getirmek. Örneğin: ‘Bu namaz beni Rabbime çok daha fazla yaklaştıracak, nihayet kendi halimi bu ibadetin (diğerlerinden daha farklı) etkisiyle düzeltebileceğim ve vicdanımdaki bilgi-amel çelişkisinin oluşturduğu azaptan kurtulacağım.’ vb düşünceler ile.
Twitter.com/hervele1
[1] Kuran İslam’ı bilgi kaynağı olarak önce Kuran’a müracaati elzem gören ve bütün geri kalan bilgileri Kuran ile eleyen din anlayışına verilen isimdir. Son zamanlarda bu tabir sünneti dışlayanlara isim olarak verilmeye çalışılmaktadır ki, sünneti bağlayıcı kabul etmeyenleri Kuran İslam’ı müntesibi olarak görmek her şeyden önce Kuran’a saygısızlık olur.
[2] Olmak zorunda mıdır şeklinde gelebilecek olan bir itiraz meseleyi çözmez. Zira gözden kaçırdığı bir nokta bulunmaktadır: Kuran bu ibadeti/ibadetleri övmekte, gerçekleştirenleri Kuranî manada ‘alim’ olarak görmekte ve bu ibadete müminleri böylece teşvik etmektedir. Teşvikin olduğu yerde ‘olsa da olmasa da olur’ tarzında bir yaklaşım teşviki yapana karşı bir saygısızlık içerir. Dolayısıyla bu durum karşısında ‘gündemde olmak zorunda mıdır?’ itirazı haklılığını yitirmektedir.
[3] Bu kategoriyi dışarıdan baskı kurmak için oluşturmuyoruz. Burada Allah’ın emretmediğini kullarına emretme veya onlara baskı uygulama sözkonusu değildir. Sadece böyle bir ‘isteğin’ objektif olarak var olduğunu hatırlatmak ve gerisini kişilerin vicdanına bırakmak istiyoruz. Gerisi Allah’ın ‘isteği’nin bizim üzerimizdeki değerine kalmış. Bu da kişinin kendi vicdanında vermesi gereken karardır.
[6]
Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O’na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur’an’dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah’ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur’an’dan) kolay geleni okuyun.(73/20). Siz de Peygamberle birlikte kalkan topluluktan olmak istemez misiniz? Kuran’ın sizden de bahsetmesini istemez misiniz?
[7] Bu ayet ilk etapta müşriklere hitap etmektedir. Fakat genel mesajı herkesi kapsamaktadır. Kulluğunda azami gayret göstermeyenlerin/göstermeye çalışmayanların hepsi bu ayetin kapsamı içine girer. Bu dünyaya bir kere geliyoruz. Rabbimize hakkıyla kulluk etmek/O’nun yüceliğini hakkıyla takdir etmek için sadece bir kere şansımız var. Bu şansı kaçırmayalım! Bu dünyadan göç ederken vicdanımızda şunu söyleyebilecek durumda olalım: ‘Ya Rabbi ben seni hakkıyla takdir etmek için azami gayret gösterdim. İbadetlerimde kolaya kaçmadım, en iyi şekilde yapmaya çalıştım.’ Bu noktayı bir misalle daha iyi ifade edebiliriz: Okulda iki tür öğrenci vardır. Yeter ki sınıfı geçeyim diyerek derslerine ‘çalışanlar’, sadece mecbur oldukları şeyleri yaparlar, onları da ne kadar iyi yaparlar ayrı bir konudur. Bir de en iyi notu veya iyi not alma gayretinde olanlar vardır, alamasalar bile o gayret onları birincilerden her zaman ayırır. Burada öğretmen hangi öğrencilerini daha fazla sever? İyi notu almak isteyenlerin bunu sınıfı geçmekten ziyade öğretmenlerini sevdiklerinden, sırf onun sevgisini kazanmak için iyi notu hedeflediklerini düşündüğümüzde acaba öğretmenleri onları ne kadar severdi?
[8] Geleneksel olarak adeten icra edilmeme, burada anlatılmaya çalışılan bilinçle eda edilmesi şartıyla.