يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cehd edin ki kurtuluşa eresiniz.
Maide Suresi 35. Ayet
Sözlükte her ne kadar “vesile” kelimesi, “neden, sebep, bahane, elverişli durum, olanak, fırsat, araç, yöntem” gibi manalara gelse de; birileri ısrarlı olarak bu kelimeyi, Allah Rasulü’ne ait olduğu iddia edilen bir sözden hareketle; “pâye, rütbe, derece, muhabbet ve yakınlık” anlamlarında gelecek şekilde kullanmayı tercih etmektedir. İddia edildiğine göre; Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Vesile, Allah nezdinde kendisinden daha üstünü bulunmayan bir derecedir. O halde Allah’tan bana vesile makamını bağışlamasını dileyin.” (Kenz’ul Ummal, 39071). Bu sözden hareketle de, Vesile’yi cennette sadece Hz. Peygamber’e verilecek olan bir makamın adı (Buhârî, “Ezân”, 8; Müslim, “Salât”, 11) olarak da zikretmekte de bir mahsur görmemişlerdir. Hatta bu terim zamanla çok daha fesat bir anlam kazanmış; melekler, arş, kürsî vb. kutsal sayılan bazı varlıklarla peygamber ve velîlerin(!) Allah katındaki yüksek mertebeleri hürmetine dua etmeyi ve âhirete intikal etmiş sâlih insanlardan yardım istemeyi ifade eder hale gelerek, büyük bidâtlar arasında yerini almıştır.
Bu son anlamından hareketle de, genelde dilek ve istekler için edilen “tevessül duası” diye bir dua uydurulmuş, bu dua ile her daim sıkıntıdan kurtulmanın mümkün olduğuna inanılır olmuştur. Bu duanın kısa süre içerisinde tesir ettiğine dair Allah’ın muradının çok ötesinde bir inanış yaygınlaşmış durumdadır. Burada insanın aklına hemen merhum M.Akif Ersoy’un “Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden / Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-İ hâsır iken! / Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini; / Birer birer oku tekmil edince defterini; / Bütün o işleri Rabbim görür, vazifesidir…” dizeleri geliveriyor.
Böylesine bencillik kokan bir duadan tabii ki Allah Rasulü’nü tenzih ederiz. Bizler Mümin olarak iman ediyoruz ki, onun ahlakı Kur’an idi. Dolayısı ile, vesile kavramına bakışımız da Kur’anî olmak zorundadır.
Vesile edinmek, bir eylemin gerçekleşmesi için fırsatlar yaratmak, başka bir eylemi bahane ederek bir fiilde bulunmak, şartlar elverişsiz olsa da bundan hayr çıkarmak, fırsatları kaçırmamak, farklı yöntemler denemek ve neden aramak demektir. Müfessirler âyette kast olunan vesilenin, Allah’ın emrettiklerinin yerine getirilmesi ve yasakladıklarının terkedilmesi olduğunu belirtmişler, kişiyi Allah’a yaklaştıracak ve O’nun rızâsını kazanmaya yardım edecek her türlü ibadet ve eylemi vesile saymışlardır. Bu bağlamda tevessül kavramını, “Allah’a yaklaşmak, O’ndan yardım dilemek üzere bir söz veya davranışı aracı kılmak” anlamında kullanmak daha makul ve makbul görünmektedir.
Maalesef etrafımıza şöyle bir baktığımızda, dualarında kendi önder ve ekberlerini “vesile(!)” kılanlardan, Allah’tan haklı/haksız isteyeceklerini talep ederken aracı olarak birinin daha ismini zikredenlerden geçilmemektedir. Oysa ki, “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim” diyen bir ilahın kulu olmak; ne kadar izzete layık bir gerçekliktir… Bunu yalnızca akleden ve Kur’an ile hemhal olabilenlerin bilmesi de Allah’ın bir sünneti olsa gerekir.
Batıl iddialarını fütursuzca Allah’a ve Rasulü’ne atmakta ısrar edenler, Mübarek Kur’an’ın Yunus suresi 18. ayetini okurken acaba utanmazlar mı? “Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim aracılarımız” diyorlar. Onlara şöyle de: “Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi O’na bildirmeye mi kalkışıyorsunuz? Onların yakıştırdıkları ortaklardan O’nun yüce ve münezzeh olduğunda şüphem yoktur.”
Tek bir tevessül duası ile işlerini tamama erdireceklerini zan edenler, tabii ki bir ömür boyunca tevhidi duruşunu bozmamak için tağutlarla mücadelede bedel ödeyenlerin cehdini, gayretini kâle almayan yorumlar yapacaklardır. Onlar infak ile ilgili ayetleri okuyup yüzlerine sürerken, ihtiyacından arta kalanı vermenin cennete kavuşmak için bir vesile olduğunu tabii ki anlamayacaklardır. Dini yalnız Allah’a has kılmak için, demokratik sistemlere eklemlenmemeyi ve sistemin dışında kalmayı, Allah’a yaklaşmak için bir vesile olarak görmek, onların kitaplarında yazmamaktadır. Vesileyi Allah Rasulü ve evliyalara(!) ait bir makam olarak tanımlayanlar; Mümin kadınların Müslüman kimliğini muhafaza etmek için ısrarla çalışma hayatından uzak kalmasını vesile kavramıyla ilişkilendiremeyecek ve “kadının çalışma hayatındaki rolünü arttırmayı” savunan dernekler kuracaklardır. Bize göre ise, bütün bunların hepsi kurtuluşa ermek için Allah yolunda cehd etmektir, Rahman’a kavuşmak için birer vesiledir. Şüphesiz en doğrusunu Rabbimiz bilir…
Yazının sonunu neden kadınların çalışma hayatına bağladınız!!! anlamış değilim ve kısacık değindiğiniz için de tuhaf olmuş. Geniş konuşulması gereken bir konu bu yazının son paragrafına oturmamış vesselam