İnsan sorumlu bir varlıktır. Kendisinden ve etrafındaki karşılıklı ilişkide bulunduklarından sorumludur. Fikrinden ömrüne yansıyan eylemlerinden sorumludur. Daha açık bir ifadeyle insan, eylem dünyasında etkide bulunduğu tüm alanların sorumlu varlığıdır.
İnsanın sorumluluğu, ömrün iyiliğe ve güzelliğe dönük sınırlarını kötülüğün ve karmaşanın pençesinden kurtarabildiği oranda değer kazanır. Kendisini, sınır tanımayan hayatların orta noktasında bulduğunda, koruyamadığı ve bu yüzden giderek uzaklaştığı özgün yaşantısının yabancısı olduğunu o zaman fark eder. Kendi orijinalliğini terk etmenin neticesi, başkalarının fikirlerini eylem dünyasında canlandırmak ve başka hayatların yapmacık bireyi olduğunu kabullenmektir. Bunun diğer bir anlamı, kendi temiz hayatına ithal günahlar çağırmaktır ki bu da kalbin bataklığa mahkum edilmesi halidir.
İnsanın sınırları olmalı. Bir kutsalı korur gibi koruduğu, güzeli sever gibi sevdiği, uğruna savaşması gerektiği kadar sahiplendiği sınırları olmalı. Sınırları olmayan hayat, insanı sersemce yürütür. Dengenin yokluğu da yine hayatın sınırsız iştahlar peşinde koşmasıyla gün yüzüne çıkar. Sınır çizmeden yaşamak, savurgan yolda kütük misali savrulmaktır. Kaidelerini sınırsızlık ile çizen insanların hayatında anlam adına bir şey yoktur. Bu hayatın içinde ilkelerin yerini haz, yetinmenin yerini doyumsuzluk, empatinin yerini bencillik, duyarlılığın yerini kayıtsızlık alır.
Hakikat üzerine inşa edilmiş ilkelerin rengiyle boyanan sınırlar, insanın korunaklı semtleridir. Kusurlarla var olan insanın, kendi mahremiyet alanlarını koruması gerekir. Ancak mahremiyet tanımayanlar sınırlara kayıtsız bir yaşam sürdürebilirler. Bir amaç için yaşayan ve amacını anlam üzere tanımlayan insanların saldırılara karşı koruyucu evleri olur. İnsanın evi, bedenin süslü yaşamlara set çektiği sığınaktır. Başka bir deyişle, insanın evi, dışa dönük sınır çizmenin mekanıdır. Dışın çizdiği ve dayattığı hayatlara entegre olma zorbalığına direnme hattıdır ev.
Vahiy, aklın sınır noktasındaki otoritedir. Allah’ın insana, flu doğruların saldırısına ve bulanık fikirlerin esaretine karşı verdiği güvenli limandır. Kalp vicdan dünyasında sınır, kelimeler dilin hayat yolculuğundaki sınırlardır. Sınırı olmayan insanların kibirleri, bir müddet sonra tek ölçütleri olur.
İnsan sınır koyarak varlığının farkına varır. Ulaşılabilir olmanın sınırsızlığı, kötü sona sürüklenmenin belirsiz bir sürecidir. Nitekim her istenileni yapmak, toplumda düzenin bozulması anlamına gelir. Düzenin ikamesi, kuralın yürürlüğe konulması ile gerçekleşir. Kuralın varlığı ise ancak sınırın kabulü ile mümkündür.
Sınırlara veda edenin korunması güçtür. İnsanın sınırları azalınca günahları çoğalır. Günahların kuşattığı hayatlar çoraklaşır. Çünkü günahın varlığı bir anlamda kötülüğün hakimiyeti demektir. Kötülüğün hükmettiği ömürlerin iyilik üretmesi imkansız olduğu için yeryüzü bugün hiç olmadığı kadar azap çekmektedir. Kötülüğün kodları ilen düşünen insanın iyilik adına etkin olması ne kadar zor ise düşünce ve eylemlerine sınır çizmeyen insanların da istikamet üzere olması o kadar zordur.
Kendisine sınır çizemeyen insanın günah sınırlarının farkına varması güçtür. İnsanın kendi sınırlarının farkında olması anlam dünyasının sınırlarının farkına varması demektir. Çünkü iyi olmadan iyilik üretmek, merhamet taşımadan merhamet göstermek imkansızdır. Önemli olan o günah sınırına girmeden önce irade gösterip set çekmektir. Frenlenmeyen süratlerin istikameti kazaya gebedir. Kendini korumanın yolu, etkin bir iyilik istikameti çizmek ile olur. Bataklığa girenin çıkması zordur; çırpınmak nafile bir çabadır. Bir defa bulaşınca, pisliğin verdiği iştigal, zihnin kirlenme düşüncesine kapılması için yeterli bir neden olur. Oysa zihnin kirden uzak durması, bulaştıktan sonra arınma sürecine girmesinden daha az yorucudur. Sınır çizmek ve sınırlarına riayet etmek, günah “bahçesine” giden yolları kapatmak için büyük bir iradedir.
Günahın çekici yönü, insan iradesinin esir alınması ile ilgilidir. Günah, insanı ne kadar çekerse çekim gücü artar. Günaha kayıtsızlık sınırın ihlalidir. Sınırın ihlal sayısının çokluğu, sıradanlaşmaya doğru giden yolun uzunluğu ile doğru orantılıdır. İnsan, günaha ne kadar meylederse kendisinden o kadar uzaklaşır. Günahın insan eylemlerini yönlendirici boyut kazanması durumunda fıtratın yolundan sapma meydana gelir. Fıtrat insan ruhunun anlam üzerine çizilen en kalın sınır çizgisidir. Bu çizginin terki durumunda, hayatın tüm alanlarını hoşnutsuzluk, sıradanlık, anlamsızlık ve doyumsuzluk alır.
İstikametten sapmanın ilk adımı sınır çizmeyi bırakmaktır. Sonrası, önceden çizilen sınırları korumaktan vazgeçmek ve zamanla sınırları terk etmektir. Sapmanın son adımı da sınırları inkar yoludur.
İnsan, kendi sınırlarını inkar ettiğinde ruhu dayanılmaz acılar çeker. Saplantılı günah, ruhun çürümüş halidir. Çünkü günahın çepeçevre kuşattığı bir hayatın sağlıklı yönü etkisini yitirir. Değer ve irade, günah yurdunda kıymetsiz kavramlardır. Sonu olmayan karmaşık arayışların yolculuğudur günah. Hazzın amaç edindiği bir yolculukta, aramak beyhude bir çaba olduğu için sonu gelmez istekler kişiliği esaret altına alır.
Gerçek şu ki; insan kölelik sınırını terk ettiği ölçüde özgür olur. Ancak kulluk sınırının ihlali de insanın haddini aşmasına neden olur. İnsanın kendi kendine yeterli olduğunda aştığı çizgi, özgürlüğe yüklenen anlam kaymasıdır. Kulluk sınırı ise insanın, kölelik ile kısıtlanan ve özgürlük ile Allah’a söz hakkı vermeyen anlayışa “hayır” dediği deklarasyonudur.
Tüm mesele, sınırın anlam/kulluk üzerine inşa edilmiş ve korunmuş olması meselesidir.
Kadir Çiçek/Her Taraf