Simülasyon çağındayız. İktidarlar gerçeği sanal bir şekilde üretmektedir. Kimin neye inanması gerekiyorsa ve ne kadar inanması gerkiyorsa o kadarlık bir gerçeklik, algı operasyonu ile türetilmektedir. Adeta gerçek buharlaşmıştır. Buharlaşmayan tek şey hakikattir. Hakikat ile gerçeği ayıramadığımız sürece algı mühendisleri olan simularklarca sürekli kandırılacağız demektir. Bugün islam dünyasının içinde bulunduğu ruh hali simularklarca oluşturulmuş bir algı operasyonunun oluşturmuş olduğu ruh halidir.
Her şeyi kendimizin düşündüğünü, kendimizin karar verdiğini, iradelerimizin bize ait olduğunu düşünüyoruz. Oysa reklam kuşağındayız. Ne yiyeceğimizden tutun, ne giyeceğimize, nasıl ticaret yapacağımıza, okullarda okumamız gerektiğine ve hangi okulları tercih edeceğimize, meslek seçimlerimize, eş dost akraba ilşikilerimize, eş ve çocuklarımızın sürdürdüğü hayata ve bizim onlara müdahale ve müsadelerimize kadar her şeyimizi yöneten bir algı mühendislği içindeyiz. Hangi partiye oy verileceğine, hangisinin eleştirileceğine, dünyadaki savaşları yorumlarken hangi bilgiyle yorumlayacağımıza kadar herşey ama her şey bizim kontrolümüz dışında seyretmektedir. Günümüzde gerçek artık minyatürleştirilmiş hücreler, matrisler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretilmektedir. Bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün olmaktadır. Bundan böyle rasyonel bir gerçeğe ihtiyacımız olmayacaktır.
Küresel şirketler düşünmeyen varlıklar üreterek iktidarlarını ebedi kılmak arzusundadırlar. Onun içindir ki sanal bir gerçeklik ve sanal bir haz ortamı oluşturmaktadır ki insanlar ellerinde olanla yaşamayı ve ona razı olarak ölmeyi dilesinler. Aksi takdirde ellerinde olanları da kaybetme korkusuyla yüzleştirilerek türetilen gerçeğe sıkıca yapışmaları sağlanmaktadır. Üretilmiş algılara karşı çıkmak yine türetilen bir gerçekle mümkün olabilmektedir. İnsanlığın önüne konulan seçenekler dahi algı mühendislerince oluşturulmuş paket programlar gibidir. Yazılımı sizin yapmanız istenmez eğer toplumsal bir çözüm üretecekseniz mevcut algı sınırları içinde yapmalısınız aksi takdirde sistem dışı olmanız an meselesidir. Bu durum ilk insandan bu güne aynıdır. Nebi ve resuller iblis ve soyunun Allah’ın dosdoğru yolunun üzerine oturarak ürettiği sanal gerçekliklere karşın hakikati ilan etmişlerdir. Aklını kullanmayıp pislik içinde yaşayanların karşısına çıkarak aklını kullanmayı, analitik bir zihinle hakikati kavramayı öğretmişlerdir.
Görüntü ve gürültü kirliliği çağındayız. Ne duyduğumuz hakikattir ne de gördüğümüz nesneler. Sahte bir cennet vaadi içinde oyalanmaktayız. Sanat, estetik, edebiyat, sinema ve tiyatrolar metaya dönüşmüş durumda ve popülerliğin kurbanları arasına çoktan girmiş durumda. Üretilmeye çalışılan her değer önce iktisad diliyle tanımlanmakta sonra şöhret kaygısıyla sınanmaktadır. Kaç “tık” almış ya da kaç “beğeni” toplamış düşüncesi içinde, tüm hakikat post modernizmin bireyciliğine ve narsistliğine kurban kılınmıştır. Artık hakikat buharlaşmıştır. Ortaçağ Avrupa toplumu için nasıl ki karanlık çağ olarak tanımlanmış ise bugün içinde yaşadığımız çağ da müslümanlar için karanlık bir çağ olarak adlandırılmalıdır. Hak olanın gerçek olana kurban edildiği bir çağın nesliyiz. Zaman kavramımız bile kapitalizmin belirlediği mesai saatlerine göre ayarlanmıştır. Çalışılan zaman değerli onun dışındaki zaman ise boş zaman olarak tanımlanmıştır. Boş zamanları geçirebileceğimiz kafeler AVM’ler oluşturulmuş ve akabinde tatil kavramıyla tanışmışız. Turizm şirketleri sayesinde gerek yurt içi gerekse yurt dışında gönlümüzce eğlenebileceğimiz tatil mekanları inşa edilmiştir. Giderek daha sekülerleşen ve hatta bundan hiç rahatsız olmayan bir nesle dönüşmüş durumdayız. Zira bütün bir haftamızı, ayımızı, yılımızı yoğun bir tempoyla çalıştıktan sonra kafa dağıtma hakkını elde etmişiz demektir. Öyleyse ver elini tatil… Oysa her anımızın bir ibadet duyarlılığında olması gerektiğini bize hatırlatan bir çok ayet vardır. Fakat bize bu sakat ruh halimizi hatırlatan ayetlerden kendimizi uzaklaştırıyoruz. İşin ilginci kendimizi tüm bunlara rağmen çok dindar hissediyoruz. Çünkü salatımız bizi mallarımız konusunda dilediğimiz gibi harcamaktan ve Allah ile birlikte nefsimizin emrettiklerini yapmamızdan alıkoymuyor. Ahlaktan uzaklaşmış bir vaziyette bir takım şekilsellikten öteye geçememiş ibadetlerimiz sayesinde kendimizi sorumluluğunu yerine getirmiş muvahhid bir mümin olarak görmekteyiz. Eğer içimizden biri cennete gidecekse en başta biz varızdır cennetlikler listesinde. Onun için rahatız, keyfimiz yerinde ve az gayretle nice kazançlar elde etmişizdir. Cennette en güzel köşklerden biri bizimdir mesela!
Giderek inançlarımıza ve değerlerimize yabancılaşmaktayız. Üretilen gerçeklere teslim olarak yaşamaktayız. Müthiş bir bilgi bombardımanı altındayız. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu karıştıralım diye her yandan pompalanan bilgi yığınları altında kaybolmaktayız. Ve çareyi rölativizmde yani görecelilikte bulmaktayız. Her şeyi islami bir dil içinde açıklama telaşımız aslında bizim yanlışlarımızı meşrulaştırma çabasıdır bunu biliyoruz. Her düşünce doğru, her amel salih diye düşünmekteyiz. Çünkü analitik bir zihinle hakikati irdeleyecek kadar kaygı sahibi değiliz. Bizi kuşatan onca şey varken sürekli kaygılı bir zihinle uykusuz kalmak ve bir şeyler üretmeye çalışmak bizim için çok yorucu hatta gereksizdir. Oysa bizi cennete götürecek olan şey sürekli sorgulayan ve hikmetin peşine düşen bir ruh halidir. Kendimiz rahatsız olduğumuz kadar kendilerini rahat hissedenlerin de rahatını kaçırmak için mücadele etmek durumundayız. Kendisi aydınlanmamış bir zihin nasıl başkaları için göz aydınlığı olabilir ki!
Elbette küfür kendi üzerine düşen saptırma faaliyetlerini yerine getirmek için mücadele edecektir. Tıpkı Adem’i zihni bir saptırmayla kandırdığı gibi. Bugünün İblisleri daha çoktur. Dolayısıyla bizi saptırabilecek çok daha fazla argümanlar mevcuttur. Bütün bunlara karşın Adem’e verilen kelimeler yani hayatın kullanma kılavuzu olan vahiyler sayesinde algı saptırmalarına ve üretilen gerçeklere karşı savunmamızı güçlü kılabiliriz. Kur’an’ı İslam’ın tek kaynağı olarak gördüğümüz sürece sapmalarla mücadele edebilir ve ayağımızı savaş meydanlarında sabit tutabiliriz. Reklam dilinin kuşattığı bir çağda her şeyin bir reklamdan ibaret olduğunu ve bize dayatılan şeylerin arkasında farklı hakikatlerin yattığını görmek ve tüm bu türetilen gerçeklere savaş açmak zorundayız. Bize dair belirlemeler Allah’a ait olan bir haktır çünkü o Rab’dir. Biz bu hakkı başkasına devretmekle hem bu dünyamızı hem de ahiretimizi kaybederiz. Sürekli tetikte bir zihinle yaşamak ve yanlışa karşı bir duruş sergilemek zorundayız. Sorgulayan, neye niçin inandığını bilen ve bunun karşılığında ne ile hesaba çekileceğini bilen bir akletmeye ihtiyacımız var. En yakınımızda olanlardan başlayarak içinde bulunduğumuz her alanı ıslah ederek ya da ıslah etme mücadelesi vererek yaşamak zorunluluğumuz var.
Tevhid pasif bir teslimiyetten bahsetmez. Aksine sorgulayarak ve ikna olarak kabulünü arzeder. Kur’an defaaatle tabiat ayetlerini örnek verir, sivrisineği örnek verir, kuşları örnek verir. Bütün bunları yapabilen bir ilah var mı diye sorar sonra Kur’an’ın bir benzerini, yahut benzer on suresini, yahut benzer bir suresini yapabilecek akıl sorar ve sonunda noktayı koyar: “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (31/17) “De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.” (18/109) Allah, aktif bir teslimiyetten, ikna olunmuş bir teslimiyetten bahseder. İkna olunduktan sonra ikna olunan şeyin sevilmesi ve ondan asla şüphe duyulmaması şartını getirir. Yani imanı. Ve sonrasında imanın yansıması olan salih amelleri. İşte tüm bunlar hakikatin derdine düşmekle olur ancak. Hakikatin derdine düşmeyenler atalarını bulduğu yol üzere yaşarlar, atalarının yanlış yapabileceklerini sorgulamazlar. Alışılagelmişin ortalamasını tutturarak yaşarlar ve bundan da keyif alırlar. En risksiz olan inanç atalar dinine tabi olmaktır. Çünkü çoban olmak sürü olmaktan zordur!