Belediyecilik yaptığım dönemlerde komşu ilçelerden birinin belediye başkanını ziyarete gittik. Makamına bizi buyur ettikten sonra, koltuklarımıza oturur oturmaz “Amcamın oğlunu başkan yardımcısı olarak atadım” dedi. Tuhaf tuhaf yüzüne baktık. Bize, “Ne bakıyorsunuz yahu, güvenecek başka kimse bulamadım işte” dedi. Anlaşılan bizim başkan iş yapacak bilgili, liyakatli, ehliyetli ve dirayetli birini değil, kendi yanlışlarını gizleyecek gerekirse üstlenecek bir maşa arıyormuş. Zaten başkanlığı da sadece bir dönem sürdü.
Bir arkadaşım vardı. Çevresi tarafından “İslamcı*” biri olarak tanınır ve bilinirdi; gerçekten de öyle idi. Toplumun kurtuluşunun İslam ile olacağına inancını halen sürdürmektedir. Bu arkadaşın bir akrabası ile bir süre aynı yerde görev yapık. Akrabasına sen kimsin diye sorduğunuzda vereceği cevap başka türlüdür. Üstelik de bazı zaafları ve kusurları ile tanınır ve bilinirdi.
Bir gün bu arkadaşa “Filanca ile aram açılsa ve sen ikimizden birini tercih etmek zorumda kalsan kimden yana olursun?” diye sordum. Cevabı, tereddütsüz ve kesin şekilde, “Filanca” oldu. “Neden?” diye ikinci bir soru sordum. Cevap yine kesin ve net idi: “Akrabam da ondan.” “Yazıklar olsun sana! Hani inneme’l-mu’minune ihvetün”dü (yani müminler kardeşti) dedim.
Sıkı sıkıya sünnete sadık olan bu arkadaş (!), tercihini hiç tereddüt etmeden asabiyeden yana kullanıyor, “Hanginiz haklı ise ondan yana olurum” deme cesareti gösteremiyordu.
Fakülteden sonra İstanbul’a yerleşen bir arkadaşım ile karşılaştık: Bir belediyede üst düzey yöneticilik görevine getirilmiş. İki dönem görev yapmış. Başkan olan köylüsü seçimi kaybettikten sonra yeni yönetim tarafından görevden alınmış. Çoluk çocuk ne alemde diye sordum. Üç çocuğunu özel kalem üzerinden memur yaptırdığını ve onlarca akraba ve köylüsünü de belediyede işe yerleştirdiğini ballandıra ballandıra anlattı. “Belediyeye ne katkın oldu?” diye sordum. “Üç çocuğum ile katkıda bulundum, yetmez mi?” diye gülerek cevap verdi.
O da bana sordu, “Sen ne yaptın?” diye. “Ben, beceriksiz çıktım! Ne çocuklarımı memur yaptırabildim ne de akraba ve köylülerimi belediyeye yerleştirebildim. Eli boş geldim, eli boş döndüm” dedim. Gülüştük…
İslam ile ilgili kitaplar okuduğumuz bir gruba, birkaç yıl devam eden bir bürokratın arkadaşları ile sohbet ederken “Bir hemşerimi gördüğümde, içim bir tuhaf oluyor” dediğini duyduğumda, içimizde taşıdığımız asabiye canavarından ürktüm. Demek ki onca ayet ve hadisin yüreğe bir tesiri olmamış diye hayıflandım.
Herhangi bir makamda olmayanların ileri geri konuşmalarına bakmayın siz. Çünkü “Bekara karı boşamak kolaydır” diye boşuna dememiş atalarımız. Yiğitlik emaneti yüklendikten sonra, yani herhangi bir makama getirildikten sonra İslam prensiplerine sadık kalabilmektedir.
Belediyecilik yaptığım dönemde, pek çok tanıdığım ya çocuğunu, ya akrabasını ya da köylüsünü yanına alarak ziyaretime geldi ve belediyede işe alınmasını talep etti. Hakkını yememek lazım 14 sene boyunca sadece bir tek kişi, bir cami imamı, liyakat ve dürüstlüğüne kefil olduğunu söyleyerek akrabası olmayan biri için iş istemişti.
Demek ki İslam’ın dilden yüreğe, oradan da fiile aksetmesi o kadar da kolay değilmiş. Demek ki pek çoğumuzun dini İslam değil, asabiye imiş!!!
* Bizim lisanımızda “İslamcı”, toplumun felahını İslam’da gören ve bu nedenle İslam’ın bütün yönleri ile toplumda hayat bulması için çaba sarf eden kişidir.
Her Taraf / Osman Kayaer
Adana büyükşehir’in eski belediye başkanlarında birinin akrabası olan bir şahıs şöyle diyordu.Ben TV’den duydum.”Eşşaağın guyruğu gibi ne uzayak ne de kısalak mı?”yapılan bir yolsuzluk olayından sonrasında.
CEHENNEMDE KAFİRLER İÇİN YER Mİ YOK