İran halkından milyonların 40 yıl önce, müthiş kararlı bir çetin mücadele ile dünyaya verdiği, hemen her Müslümanı düşündüren mesajlardan ve İslâm adına yapılan uygulamalardan geriye kalan, bugün bizzat İranlı bir kısım Müslümanlarca bile dile getirilen bir hayal kırıklığından mı ibarettir?
Halbuki, İmam Khomeynî 1 Şubat 1979 günü Tahran’a gelişinde ne büyük hayaller vardı. Elbette halkın tamamının aynı beklentiler içinde olduğu söylenemez. Herkesin kendisine göre bir beklentisi vardı.
***
Özellikle Marksistler/ komunistler, Şah rejimine karşı onyıllar boyu verdikleri mücadelede binlerce arkadaşlarını kurban vermişlerdi amma, halk kendilerine güven duymadığından halk desteğini kazanamamışlardı. Şimdi ise, milyonlar ‘Allah’u Ekber!’ diye ve her gün, binlerce kurban vererek ölüme gidiyorlardı, dalga dalga..
Komunistler ve onlara sempati besleyenler, bu durumda, ‘Hem Khomeynî yaşlı bir kişi, hem de mollalar devlet idaresini bilmezler; ülke birkaç sene içinde bizim elimize düşer. Rusya’da, 1917’de, Çarlık yıkıldığında, Kerenskyliderliğinde iktidara gelen ‘Menşevik’lerin, kısa sürede çıkmaz’a saplanıp, Lenin ve arkadaşlarının, ‘Bolşevik’lerin iktidara gelişi’ gibi bir tablonun tekrarlanabileceği umudu içinde, milyonluk kitlelere katılmayı düşünüyorlardı. Ama, ‘Lâ Şarqıyye- Lâ Garbiyye! Hükûmet-i İslâmiyye! Allah’u Ekber!’ diyen halk kitleleri, ‘İş-Mesken-Özgürlük’ gibi günlük hedefleri haykıran bu kesimleri hemen dışlamışlardı.
Çünkü, Müslüman halk kitleleri artık, sadece inançlarına uygun bir nizâm’ın gelmesini istiyorlar ve bunun nasıl olacağını bilmeseler bile, bütün ulemâ, molla, vs. diye anılanlara değil, İmam Khomeynî’ye ve onun öğrencisi olan ulemâ ve molla kesimine güven duyuyorlardı. Khomeynî, mezhebî anlayışlarına göre büyük bir müctehid olmanın ötesinde, silahsız mücadelesi ile Şah’ı ülkeden kaçmaya mecbur etmiş ve de, ‘Biz İslâmî Hükûmet istiyoruz.’ yazısıyla bütün İran duvarlarını donatmıştı.
***
Ve daha da önemlisi, bu mücadele sırasında verilen 100 bini aşkın kurbanların ardından, hemen bütün İran bir mâtem diyarına bürünmüş ve ‘tâziye’ merasimlerinde, Hz. Huseyn’in 1350 sene öncelerde Kerbelâ’da Yezid bin Muaviye eliyle öldürtülüşünün mânâsı ve ondan kalan dâvaya bağlı kalmak şuûrunu kuşanmak çağrısı, bütün toplumu yeniden yoğurup şekillendirmeye başlamıştı.
***
İran’lı olup yıllarını Almanya’da geçiren, ama, Şah’ın ülkeden kaçmasından sonraki büyük sosyal çalkantılar içinde, –belki bir fırsat düşer de iktidara gelebiliriz– ümidiyle İran’a dönen Behram Nirumend isimli bir marksist sosyolog, hâtıratında, -özetle-, ‘…Şah gittikten sonra, biz ‘aydın’lar da, ister istemez İmam’ı kabullenmiştik. Onun İran’a döneceği açıklanınca, hepimiz onu karşılayıp, elini öperek bize sempati beslemesini sağlamayı umuyorduk. Havaalanına binler halinde gittik. Şeref Salonu’na giden yola kırmızı halılar serilmiş ve iki tarafına en nâdide güller serpilmişti.
Milyonlar ise karşı tarafta gözyaşları, hıçkırıklar ve ‘Tekbîr’ sadâlarıyla liderlerini bekliyorlardı.
Biraz sonra uçak gözüktüğünde, Tekbîr ve hıçkırık sadâlarından başka bir şey duyulmaz olmuştu, hele de Khomeynî , uçağın kapısında gözükünce..
O, yüzünde hiçbir tebessüm olmaksızın, merdivenlerden yavaşça indi ve onu Şeref Salonu’na yönlendirildiğini anlayınca, biz aydınlara selâm vermeden, tebessüm bile etmeden, yönünü değiştirdi ve milyonların arasına karışıverdi..
Sosyolog olan hanımım da yanımdaydı, ona dedim ki: ‘Hanım, bu bizim zannettiğimiz gibi birisi değil, ne yapacağını biliyor ve biz zokayı yuttuk!..’
Ve hemen o anda, Almanya’ya geri dönmek kararı verdim..’
***
(Evet, öylesine büyük bir İnkılab Hareketi’nin 40 yıl sonrasına ve karşılaştığı sıkıntılarına bakarken, o ilk günlerine de bakmak gerekiyordu. Bu konuda bir-iki yazı daha yazarız, inşaallah..)