Her seçim, hep hayati derecede olur. “Bu sıradan bir seçim” olmaz; “bir seçimden çok daha öte” bir anlam yüklenir. Adeta hayat-memat meselesi kabul edilir. Kimine göre bu, yüzyılın seçimidir, kimine göre Türkiye’nin yol ayrımıdır, kimine göre hak-batıl mücadelesinin çok önemli bir dönemecidir. Zannedersiniz ki, Firavun’la Musa’nın mücadelesine tanık olunmaktadır.
Aslında biliyor musunuz, bu söylemlerin hemen hiçbiri boşa değil. Her birinin haklılık payı var, hatta kimileri tamamen gerçektir. Ama bir şartla: kendi bağlamlarında…
Demokratik bir siyaset ve demokratik bir değişim göz önüne alındığında, söylenenlerin haklılık payı teslim edilecektir. Toplumun bütün kutsallarına savaş açıldığı, üstelik de açlıkla terbiye edildiği, bütün bunlara ilaveten, ‘bidon kafalı’ sayılmaktan yakasını kurtaramadığı bir süreçten, bugünkü konuma; seçtiği ve seçilebildiği bir dönemece gelmişliği göz önüne alınırsa, bu değişim daha kolay idrak edilecektir.
Evet, Türkiye değişiyor, toplum değişiyor, dünya değişiyor. Ama bu değişim, bir müslümanın zamirinde bulunan beklentilerine cevap vermiyor. Daha çok, karıştırılan da burası oluyor.
İslamî bir gelenekten gelen toplumlar aşırılıkları sevmezler. Ilımlılık politikaları meyvesini vermektedir. Buna da şaşmamak gerekir. Herkes ektiğini biçer. Allah, biz müminlerin özne olmamızı istemektedir. Tarihi, canını ve malını ortaya koymuş insanlar yaparlar. Bizler imanlarımıza, rahatımızı terk etmeden, ülkemizin bir dünya cennetine dönüşmesini beklemek gibi bir zulüm karıştırmamalıyız.
Türkiye dolu-dizgin seçime gitmektedir. Hemen her seçimde, halkın seçimlere katılması için bir şekilde, çok ‘ciddi’ sebepler, hayati gerekçeler icad edilmektedir. Bu seçimin ‘ciddi sebep’ini söylemeye gerek yok. Türkiye, çok şaşırtıcı bir biçimde, can ciğer ortak olan iki hizipten birinin iblisleştirildiği bir vasatı şaşırtıcı şekilde yaşamaktadır. Daha düne kadar, iblisleştirilen hizbi bağrına basan, laf söyletmeyen, Müslümanları hizbin kutbu azamının ayakkabısı bile olamayacakları şeklinde paylayan mutabasbısların bugün, aynı hizbi bütün kötülüklerin anası saymalarını hayretle seyretmekteyiz. Doğrusu pişkinliğin bu kadarı mide bulandırmaktadır.
Daha dün, bugünkü kriterlere göre ‘haşhaşî’ mesabesinde olan bir toplum bugün canhıraş bir şekilde, haşhaşîlikten ayıkmış, bütün büyük oyunlarını idrak etmiş, bu büyük savaşta, safını seçmiş gözükmektedir!
Ama sadece gözükmektedir…
Bu seçimde sistemin, İslamî kesimden yeni misafirleri var. ‘Yanlıştan dönen’lerin haddi hesabı yok… İslamî kesimdeki zihinsel erozyon, heyelana dönüşmüş vaziyettedir.
Değerli dostlar!
Birçok şey değişse de, sistem değişmemektedir. Bu, sistemin kudretinden değil, onu değiştirmeye talip ve muktedir kimselerin bulunmayışındandır. Bundan on iki sene öncesinde eğer bu sistem Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen bir egemenliği temsil ediyorduysa, şu anda bu vasfını değiştiren bir durum mu söz konusudur? Tam tersine, ılımlı İslam’ın hizmetkârlığını yapan bir partinin iktidarında liberal-demokrat bir ‘dindarlaşma’ daha da kökleşmiş değil midir? Allah’ın razı olacağı şekilde İslam hayat tarzımız olmaya mı başladı? Bu sorularımıza karşı bizlere, merhaleden bahsedilmekte, her şeyin bir anda olmayacağı söylenmekte, Türkiye’de iyi şeylerin olduğu anlatılmaktadır. Bizler Müslümanlar olarak, yapılan hiçbir ‘iyi şey’i sırf muhalefet olsun diye, bir başka türlü partizanlık adına ‘kötü’ saymayız. Kalkınma adına, iyileşme adına yapılan, Müslüman aklının ‘iyi’ diyeceği hiçbir şeye ‘hayır, kötü!’ demeyiz.
Lakin kimse de bizden, sağır (summun), dilsiz (bukmun), kör (umyun) ve akletmez (lâ ya’kılûn) olmamızı istememelidir. Bizler Kur’an’sız bir hayata, Allah adının en yüce değer sayılmadığı bir yaşam biçimine asla razı olamayız. Bir kere daha, bütün bunları neden bugünkü iktidar temin etmiyor gibi bir hamakat içinde olmadığımızı belirtmek gereği duyuyorum. Biz Müslümanların bugünkü iktidarla ilgili sorunumuz, gölge etmesiyle alakalıdır. Aslına bakarsanız, iktidar partisi gölge etmeyecek fakat muhafazakâr olarak tesmiye edilen kesimler iktidarı kendi haline bırakmamakta, onu ‘gölge’ye de alet etmektedirler.
Sözün özü, toplum ‘paralel yapı’lara, ‘örgüt’lere alabildiğine içerlemekte ve daha da hızlanarak, kendisini AKP’nin ve liderinin ‘emin ellerine’ bırakıvermektedir.
Oysa, şunu açık yüreklilikle söylemek istiyorum ki: şu anda kelimenin tam anlamıyla iblisleştirdikleri bir yapının DNA’sına dair bizler çok önemli şeyler söylerken, bugünkü mezkur parti ve mezkur çevreler bizleri eleştiriyor, kafirleri bırakıp müslümanlarla uğraşmakla itham ediyorlardı. Bugün, AKP liderinin, kalbi ve kafası boş, içi boş alim müsveddesi saydığı kişiye o günlerde aynı insanlar ‘hocaefendi’den aşağı sıfat kullanmıyorlardı.
Kısacası, olan-biteni anlamıyorlardı. Başbakanın dahi olan-biteni anlayıp anlamadığına dair ciddi kuşkular oluşmaktadır. Son olayları iyi tahlil edenler bu kuşkuları duymakta gecikmeyeceklerdir.
Sözü asıl şuraya getirmek istiyorum: işte o gün nasıl olan-biteni anlamadılarsa, bugün, fevc fevc AKP’ne akın eden kitlelerden etkilenen birçok Müslüman da dahil olmak üzere, bir kere daha olan-biteni anlamamaktadırlar. Tek fark, ‘anlama’nın nesnesidir: dün ‘cemaat’ idi, bugün partidir. Anlamak yerine, güçlü bir duygusal kalkan oluşturulmaktadır.
Maalesef, üzülerek söyleyeceğim ama tıpkı bugün neo-nurculuğa karşı duydukları hayal kırıklığı, üzüntü ve öfkenin bir benzerini ileride AKP için de duymaları mukadder görünmektedir. Çünkü AKP’nin misyonu, İslam’la İslam dışı’yı uzlaştırmaktan ibarettir. Bu hayal kırıklığını ve üzüntüyü yaşamamalarının tek bir yolu vardır o da, -eğer hala kendilerinde mevcutsa- İslam’ın hiçbir küfür ideolojisiyle uzlaşmayacağı akidesini demokratik istikamette tebdil, tahvil ve tağyir etmeleridir.
Biz Müslümanlar, bütün gücümüzü, Allahın razı olacağı bir hayatın inşası için seferber etmekle görevliyiz. AKP değil yüzde elli, yüzde doksan dokuz oy da alsa, bu, İslam’ın iktidarı anlamına gelmeyecektir. AKP’nin oy oranı ve meydanlara topladığı milyon kalabalıklar, ideoloji ve icraatlarının İslamiliğinin kanıtı değildir. Bu, yüzde elli kesimin beklentilerine AKP’nin tekabül ettiğinin göstergesidir. Kaldı ki İslam’ın davası sadece iktidar meselesi değildir. Öncelikle toplumun değişmesi davasıdır. Zaten AKP’nin en büyük ‘gölge’si de iş bu, toplumun değişmesi bağlamındadır. AKP türü motor güçlerle toplum ancak ve ancak modernizmle uzlaşmış, liberal demokrat bir ehli sünnet Müslümanlığı çıtasına ulaşabilir. Bu çıta ise İslam’a ait değildir. İslam çıtası Kur’an ve sünnettir.
Adeta bir iman-küfür savaşı anlamı yüklenen bu seçimlerde insanlar en fazla, sistem-içi Bizans oyunlarına karşı, demokratik kurallarla seçilmiş hükümetlerin selametini oylayacaklar. Dünkü ‘çetelerin’, bugünkü ‘örgüt’ün gizli-saklı fitne fesadına karşı, yasal iktidarın meşruiyetini onaylayacak, kısacası rejimin sağlamlaştırılmasını talep etmiş olacaklardır. Aynı zamanda seçmenler, referansı insan olan bir yaşam tarzını onaylama bağlamında reylerini beyan edeceklerdir.
Öbür taraftan bu seçim, oy verenleri sistem-içine çekmiş olacak, sisteme olan -varsa- antipatisini sempatiye dönüştürecektir. Oylar İslam’ın, devletin gölgesinde, Ziya Gökalp sosyolojisi paralelinde, toplumu toplum yapan sosyolojik unsurlardan biri olarak kalmaya verilecektir. Muhafazakâr demokrat bir başbakan ulul emr olarak tescil edilecektir.
Gerekçe (kılıf) da hazırdır: ne yani, kızlarımız başlarını açmadıkları için okul kapılarından geri döndürülseler daha mı iyidir?…
Ne diyelim… Diyeceğimizi dedikten sonra, sıra sabr-ı cemîl’dedir…